|
Kayıt ol | Yardım | Üye Listesi | Ajanda | Bugünki Mesajlar | Arama |
Yabancı Şairlerin Şiirleri Ünlü yabancı şairlerin şiirleri... |
| LinkBack | Seçenekler |
23.08.08, 07:23 | #2 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | Büyük Şelaleler Büyük Şelaleler Gitmemek daha iyi bu derin ormanlara Diplerinde uyuyan Büyük şelaleler için Uyanmasın daha iyi büyük şelaleler Sahte bir uyku örter tuzlu kirpiklerini Düşleri fark edemez tomurcuklar Beyaz ve oksijensiz suyun altında Onların çevresindeki günler Ve cılız ve tekdüze mızırdanan ağaçlar Hiçbir hayali gömmez suların içlerine Bu karanlık ormanlardaki su Öylesine zavallı ne yeknesak akışlı Ve akışkan bir kaynakta kutsanmış Bir deniz itirafı baktığım yerde Ah gözyaşları içime akan Bu mezar çukurunun boşluğunda Dikilmiş sütunlara baktığım yerde Ah benim eski sabrım Dokunulmamış kalsın Sonsuz yalnızlık su yalnızlık. Anna Hebert |
23.08.08, 07:24 | #3 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | Ekmek Doğuyor Ekmek Doğuyor Nasıl konuşturursun ekmeği, bu eski hazine sarmalanmış kendi katılığına bir kış ağacı gibi, demirleşmiş, öyle ki, fark edilebiliyor çıplaklığı geçirgen güne rağmen? Bilinç gözümün karanlık odasına kilitlemiş olsaydım kendimi oraya kazınmış bu ebedi isimle, ve eğer ısrarla isteseydim eski yavan heceyi üretmek için onun değişken hayallerini Binlerce kör ve acı hayvanın çarpma sesidir bütün duyduğum Kapıya karşı, sıkıştırılmışlığın aşağılık sürüsü, mıymıntı ve pelteleşmiş uyuzlu pöstekilerinin içinde, katur kutur çiğneyen sözcükleri tıpkı otlar gibi zamanın şafağından bu yana. Fakat temiz bir süpürülüşü uzayın çekip çekiştirerek şiir için ve isteğin ve yabanlığın açık bir tarlası, ufkun uzak bir yerinde zaman kırar açıklığı ve ekmeğin tadı, tuz, su serpilip filizlenir tıpkı deniz dibindeki düz ve mavi kayalar gibi. bu daima böyledir, bu eski-çağ açlığı Açlık ansızın akar geleceğe, toprağa diz çöker, eker tohumu derin uykunun gölgesine, oraya, kendi kalbinin küresine. Ah şu uzun ilk gece, çatlayıp yarılan dünyaya karşın, yüz sıkıştırdı, dinleyerek, kanın atışını alarak, bütün düşleri kovdu zihninden, bütün hareketler durdu, bütün dikkatler sevginin üstüne toplandı. Tohum çatlayarak uzatıyor başını toprağın üstüne. Bir yer altı kaynağı ona, yeşil pürçekli başını dışarı çıkarmasını söylüyor. Yeryüzünün çıplak karnı ve çiçekleri ve yemişleri sıcak öğle güneşinde. Gök mavi tozunu serpiyor; rengarenk ellerimiz tarlaların üstünde muhteşem taze gelincikleri andırıyor. Topraktan çağırılan bütün şekiller ve renkler neşeyle kabarıyor gözle görünür biçimde soluk alıp veriyor sanki. Yer zonkluyor ve meliyor. Yünü beyazlaşıyor yazın göz kamaştıran saydamlığında, geveze ağustos böceği şarkı söylüyor. Değirmentaşları gözenekli sert tohumlarıyla hiçbir şey yansıtmamaya mahkum edilmiş camlardan bakan devin boğuk heyecanına kapılmış. Bütün hepsi elinden geleni yapıyor gölgelerde, ağır ve karanlık, zorlukla ve hasadın kalbi gibi ezerek bölüyor minicik parçalara, öğütüp un ufak ediyor, helmelenmiş kuru bir sağanak olması için. Böylece can veriyor, bu acayip sivri deniz kabuklarının çiçeklerine denizci güneş billurlaştırıyor onları parlak bir serpintiyle hemen çatlıyor çekirdek bizim için, şarkı söyleyerek, vazgeçerek kendisinin gerçek ve mükemmel formundan. Daha sonra, yoğuracağız sütlü hamuru, bekleteceğiz asude bir uyuşukluk içinde, sakinleşsin, hâlâ hava kabarcıkları var içinde küçük havuzcuklar gibi. Ve ne olurdu tesadüfen artıverseydi rüzgâr? Ne olurdu, ruhlarımız teslim etselerdi tümüyle kendilerini? ne olurdu onların geceleri pıhtılaşmış olsaydı köklerle? ne olurdu büyük çukurlar sıkılmış olsaydı günlerinden? Öyle olsaydı bile, bu kaşık dolusu acı sürüp gidecek bizimle, sürüp gidecek şu bizden sonra gelenlerle de. Ezilecek Ekim yaprakları gibi salıvermek için mis kokularını, gelişip serpilecek mayanın değişiminde. Kızaran etin yoğun dumanında, kararan taşta, ortasında bütün bu karman çorman yiyip içmenin, bak nasıl parlatıyor geleceği saf ve eskil bir yasa dünyanın ilk gecesinde. Bak nasıl yavaşça kızarıyor ekmeğin kabuğu ve atıyor hamurun kalbi sabır oturduğu sürece ateşin kıyısında. Ve hiçbir şey dokunamaz onun sessizliğine sabaha kadar. Dağınık bir yatak gibi küllerin altında, izle yuvarlak somunları ve köşeli somunları kabarırken. Hisset onların derin hayvani ateşini ve ustaca kapatılmış nadide kalbini kafese tutsak bir kuş gibi. Oh! Tekrar yaşıyoruz! Gün başlıyor yeniden kentin siluetinde Tanrı doğmuş olabilir, geri dönerken O, solgun bir çocuğun suretine bürünebilir. Ürettiğimiz ise şey çoktan başladı kahverengileşmeye ve enfes kokular yaymaya. Açlığını bastırsın diye bir parça ekmek verelim o çocuğa. Ve zamanı gelince uyuyacağız, ağır hayvanlar, Festivalin ve sarhoşluğun tanıkları alıyor bizi içine bu sabah ve gün ışığı yerleşiyor dünyaya. Anna Hebert |
23.08.08, 07:25 | #4 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | Günün Simyası Günün Simyası Bırak hiçbir kız hizmet etmesin sana vahşi yaralarını bastırdığın bu günde, kanlı hayvan, karaçamın eğilmiş dallarına. Çevrendeki kızlara söyleme ateşin köreldiğini, uyarma kızları menekşe kalplerle. Onların yedisi de görecek mavi acıları taşıyan odanı saçlarında yükselen sessiz amforada. Kayıp gidecekler kendi gölgelerinin eflatun çizgilerinde sualtı yalımları gibi sessiz bir ayinin ihtişamı içinde senin duvarlarının dört rüzgârı boyunca. Usulca dürülmüş kutsal acıların saklandığı antik kilimleri yeşil çimenlere benzeyen ayaklarıyla, güneşin dalgalandırdığı yumuşak çayırı, sessizliği ve çığlığın katı boşluğundaki sık otları biçsinler diye ne kızları uyar, Ne de bir yeraltı aşkının gizlenmiş güçlü titreşimini, denizin akıl almaz arzusuna benzeyen şarkısı süzülmeye başlarken suda. Uyarılmış birinci kız birer birer toplayacak kız kardeşlerini ve senin açık damarlarının yapraklarında, aşkın demir atmış yaralarını usulca anlatacak onlara. Seçilmiş kız kardeşlerin en karanlığı getirecek sana, acı kalplerin üstünde henüz tomurcuklanan balsamı, kutsallığı bozulmuş eski mahzenleri, gece yarısı teşhislerinin ve eczanın çiçek yataklarını, Hassas kazılarla ve sabırla gün ışığına çıkarılmış sevgili bir taş gibi en yavaşları, yakıcı gözyaşlarıyla kendine yeni bir yüz yaptığı sürece. O burada, tuzun seçkin kızı, bereketli hasadının muhteşem sepetlerine koymak için seni. Yolda tartıyor parmak uçlarıyla senin batık bir bahçeden toplanmış çiy tanelerine benzeyen göz yaşlarını. Bak, adı Veronica olanların biri katlıyor geniş çam yapraklarını ve peçesine suyun parlak aynası gibi serilmiş ıstırap dolu bir yüzün düşlerini. * Her yanına pirinç madeninden çiviler batırılmış, ateşler içinde yanan kız acele ediyor şimdi bu gece, en tepesine yükselmiş, büküyor onun olgun yapraklarını, siyah ayçiçekleri gibi. Neredeyse bastıracak ellerini sıkıca senin gözlerinin üstüne tıpkı mükemmel düşlerin yüzyıllarının, ölümün, sert bir incinin beyaz kanının tefekküre daldığı yerdeki canlı bir istiridye gibi Ah, rüzgârda ürperen sen, dört mevsimin bayrak direklerine çekilmiş yüzünün güzelliği, Sen, kumlarla ufalanmış, saçılmış saf yağlarla, akışkan renkli ve güçlü suların tanımsız mucizelerinde üryan, Karışık balçığın yüzüne bürünmüş kireçtaşı merhametlerden gelen sessizliğin farkına var. Maviye karşı hazır tut yeşili, ve, gücün sahipliğini, korkma aşıboyasından ve erguvaniden, bırak bağlı kalsın dünyaya kopyası dünyanın, yayına bağlanmış bir ok gibi, Kendi garip simyasına bağlı, uyarılmış lütuf gibi çılgın trafikte, Güneşteki saf vahşi şeyler, adını koysun yüzleştiği her şeyin rahatsız edilmiş ve parçalanmış büyük ölünün haşmetiyle. Kırık mavi camların duvarları dağılıyor denizdeki halkalar gibi, Ve kalbin tam ortası tasarımlıyor kendi narin çitini. Bir anlık zaman için çağırılmış, gün yükseliyor sözcüklerde, saplarının üzerinde patlayan dev gelincikler gibi. *Efsanevi Veronica'nın, Calvary'ye benzer şekilde, İsa'nın kanayan yüzünü sildiği; ve bu mendil ya da peçede daha sonra İsa'nın yüzünün göründüğü söylenmiştir. Anna Hebert |
23.08.08, 07:26 | #5 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | İncinmişlik İncinmişlik Yoksullar hizaya çekildi açlığın emriyle Öfkenin emriyle ölçülüp biçildi hainler Efendiler yargılandı emriyle temiz vicdanın Acizler sorgulandı suçun emriyle İşkenceciler incelemeye alındı emriyle yaraların Bunca bedbaht içinde suskunlardı en mutsuzları Suskun halk yığıldı barikatlara Dayanmıştı kemiğe konuşma arzuları Bütün dünya karşılamaya geldi onları caddelerde Öyle doluyular ki taşınamaz bir yükle Konuşmak isteyince Çığlık Ateş olup fışkırdı kalplerinden Sözcüklerin yerine Anna Hebert |
23.08.08, 07:27 | #6 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | Kralların Mezarı Kralların Mezarı Kalbim kör bir şahin gibidir Yumruğumda Suskun kuş kavramış parmaklarımı Bir fener şişmiş şarapla ve kanla, Aşağı iniyorum Kralların mezarına doğru Hayrete düşmüş Henüz doğmuş. Ariadne'nin hangi imi yol gösteriyor bana Sağır labirentler boyunca? Ayakların yankısı yutuluyor birer birer. (Hangi rüyadaydı bileklerinden bağlanmış bu çocuk afsunlu bir köle gibi?) Rüyanın yazarı Sıkıyor ipi Ve çıplak ayaklar geliyor Birbirinin ardınca İlk damlası gibi yağmurun Kuyuların dibinde. Koku çoktandır dönüyor kabarmış fırtınalar içinde Çamurlar kapı eşiklerinde Odalarda, gizli ve yuvarlak, Serilmiş yatakların kaskatı dikildiği yerlerde. Kuklaların durağan arzusu itiyor beni Şaşkın seyrediyorum Siyah kemikleri Parlayan mavi taş kaplamaları Birkaç trajedi sergileniyor, sabırla yontulmuş Kralların göğsüne, Sanki mücevher gibi Ve bize sunulmuşlar Göz yaşı ve pişmanlık beklemeden. Tek başına bir kavga: Tüten buhur, kabuklu kuru pirinç. Ve benim ürperen etim: Tören ve uysal kurban. Olmayan yüzümde altın maske Mor çiçekler, tıpkı göz bebeklerim gibi, Aşkın gölgesi çiziyor beni küçük kesin çizgilerin içine Ve kuşum nefes alıyor Ve hıçkırıyor tuhaf bir şekilde Uzun bir ürperiş Sanki rüzgâr koşuyor bir ağaçtan bir ağaca Çeviriyor yedi büyük abanoz firavunu Vakur ve şatafatlı lahitlerin içinde. O sadece dibi ölümün, ki kurtulanlar, Taklit ederek son azabı Arayarak sükuneti Ve ebediliklerini Bileziklerin çıngırdayan ışığında Mağrur yüzük oyunları başka yerlerin Kurbanlık etin çevresinde. Uyuyorlar ve içiyorlar, İçimdeki şeytanın kardeşçe kökeni için açgözlülükle; Yedi defa öğrendim kemiklerin kepazeliğini Ve söküp atmak için kalbe uzanan kurumuş eli. Morarmış ve tıka basa dolmuş korkunç bir rüyada Sımsıkı kapandı dudaklarım Dışımdaki ölü katledildi, Niye dolaşıyor şafağın yansısı burada? Niçin titriyor bu kuş Ve uzatıyor pençelerini Sabahın göz çukurlarına? Anna Hebert |
23.08.08, 07:27 | #7 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | Mutluluk Tacı Mutluluk Tacı Ölüm, bir dişi kurt oluyor Taş bir vücut yanan ufukta Düş, incecik dumanı köyün Sık çalılar gibi tüten yüzlerce ev Yüzücüler, yüzüyor öyküsüz bir gecede Koklayarak yosunları ve okyanusu Senin yüzünün ışığı Uyandırıyor Bir geleceğin ışığını Bir soluğun aşkını Gün yeniden başlıyor Geçiyor gece su çizgisini Şafağın geniş kanatları Başını döndürüyor dünyanın Sevinç kucak dolusu Şiir yüksek bir kafanın doruğunda Mutluluk tacı... Anna Hebert |
23.08.08, 07:28 | #8 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | Sıska Kız Sıska Kız Ben sıskacık bir kızım Bu yüzden çok güzel görünür kemiklerim Gözüm gibi bakarım ben onlara Acayip bir acıma duygusuyla Eski metaller gibi Cilalarım onları ben durmadan Mücevherler ve çiçekler Mevsimsizdirler. Bir gün bulacağım elbet ben de aşkımı Ve gümüş bir mahfaza yapacağım ona Kendimi asacağım Bomboş kalbinin olduğu yere Bu fıkır fıkır boşluk, kim bu coşkusuz konuk Birdenbire içindeki? Yürüyüşün, Kımıldaman, Bütün hareketlerin Donatıyor ölümü içindeki terörle Kabul ediyorum titreyişlerini Bir hediye gibi. Ve kimi zaman Kaskatı kesiliyorum göğsünde, Aralıyorum Islanan göz çukurlarımı Ve esrarlı ve çocuksu düşler Bayım Tıpkı yemyeşil bir su... Anna Hebert |
23.08.08, 07:29 | #9 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | Şatoda Hayat Şatoda Hayat Atalardan kalma bir şatodur o Ne masaları var ne de ateşi Ne bir zerre tozu ne de kilimi. Buranın sahte tılsımı Parlak aynalarını kaplamış boydan boya Yapılabilecek tek şey Gündüz gece bakmak kendi suretine Hadi savur imgeni bu donmuş şelalelere Gölgesiz ve renksiz en zor imgeni Bak, nasıl da derin bu aynalar Klozetler gibi Bazı bedenler hep yaşar orada, gümüşün altında Hemen sarar imgeni Ve yapışır yosun gibi. Değiştirir seni, zayıf ve çırılçıplak Ve canlandırır aşkı usul acı bir titreyişte... Anna Hebert |
Tags |
anna, anna hebert, anna hebert şiirleri, hebert, siirleri |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | son Mesaj |
Anna Friel Biyografisi - Anna Friel Kimdir - Anna Friel Hayatı - Anna Friel Yaşamı | Eylül | Yabancı Sinema Sanatçılarının Hayatı ( Biyografileri ) | 1 | 17.11.15 11:52 |
Anna Paquin Biyografisi - Anna Paquin Kimdir - Anna Paquin Hayatı -Anna Paquin Yaşamı | İpek | Yabancı Sinema Sanatçılarının Hayatı ( Biyografileri ) | 1 | 22.06.11 16:16 |
Anna Dau Şiirleri | Josephine | Yabancı Şairlerin Şiirleri | 1 | 21.02.11 23:54 |
Anna Rouse Şiirleri | Josephine | Yabancı Şairlerin Şiirleri | 0 | 23.08.08 07:30 |
Anna Ahmatova Şiirleri | Josephine | Yabancı Şairlerin Şiirleri | 5 | 23.08.08 07:17 |