Seyyah Seyyah 'Hiçbir yere gidiyorum, hiçbir yerden geliyorum süsen batağına saplanıyor gözüm, çamurlu ok bölüyor seyrediyorum.' Saçlarının fırtınasında bilinen düş çemberinde kızıl çatıların sahibesiydi, deniz diliyle unutulmuş bir deniz bitkisini dikiyordu ön bahçeye ısırganotu pelesenk yırttı geçti ateş koluyla gece gömüldü... bütün sahiplerin sultanı bir bebeğin gizil dilini kullandı hep, iki su ayracında aramızdaki nehir sesimizi gömdü hep kil taşlarla, öte tabut kendini reddediyordu ve mezar çekiyordu... Gece kuşu göğsümdeki gece kuşu göğüs kafesimde mavi göl düşüyle köle isteminde, dudak bin kez yaraya dokundu kubbenin ve tanımsızdan, uyuklayan İbliskız'dan özgürlük sarkacına, bir o yana bir bu yana ırmakla ve denizle ve zamanla ve suyla ateşle yaseminle tunçla ve... ...yine dizlerim toprak düzeyde düştüm hayatın önüne... bir kartalla gizli... Bebek soyumuzdan bilginç aynalara gözleniyordum ve gözleniyordum tutsaktım ve tutsaktım bırakıldığım yerde o cevher kuyusunda, karanlığın kollarına vermiştim kendimi ve yine şafak şafak şafak gizil kartalın sonuyla... bir daire çiziyordu ve bekliyordu, bu yüzden her şey yeryüzü, suları besliyordu ince titrek özenilen kadından iki ayrı safir kanat çıkıyordu... (hazırlanabilirdim bu kanatları kesmeye ve tüy bilezik yerine uzayın çiçeği) siyahi kuzgun bakışlarını armağan ediyordu tanıdık bir düş, ancak yabancı parmaklarımızda yabancı gülle... ayraç siz miydiniz! diye soruyordu kızıl çatıların kadını, ayraç, ayraç... o pek besili zambak, cici kuş o pek acı suyun tadı dilimde... düşle beslenmiş ağaç bu kez düş sizi bırakıyordu Yalnızca ırmağın taşlarına takıldı uzun saçlarım ah uzun saçlarım benim yalnızca gömütteki yıldızla eş yeşildi dünya işte o kadar yetiyordu ve biliyordu ayraç yıldız ve yıldız tabutuna çekiliyordu... Gülseli İnal |