Ahmet Cevdet Paşa Ahmed Cevdet Paşa (26 Mart 1822, Lofça - 1895, İstanbul) Osmanlı Devleti'nde on dokuzuncu asırda yetişen büyük devlet ve bilim adamı. Mecelle'yi kaleme alarak İslam Hukukunu sağlam bir dille kitaplaştıran kişi. Babası Lofça İdare Meclisi azasından İsmail Ağa'dır. İlk tahsilini Lofça’da yaptı. Yaradılıştan zeki ve kabiliyetli olduğu gibi, pek de çalışkandı. Dedesinin yardımı ile 1839 yılında İstanbul’a geldi. Medrese tahsiline başladı. Bu arada, matematik, astronomi, tarih ve coğrafya gibi ilimlerle de uğraşarak kültürünü artırdı. O zaman çok meşhur olan Murad Molla tekkesine tatil günleri giderek Farisi öğrendi ve Mevlana’nın Mesnevi’sini bitirdi. Divançe’sinde bulunan şiirlerin çoğunu bu tekkeye devam ettiği sırada yazdı. 1844’te 22 yaşındayken Çanat payesi ile Rumeli kaleminde kadı oldu. 1845 yılında müderris olarak İstanbul camilerinde ders vermek hakkını elde etti. 13 Ağustos 1850’de Meclis-i Maarif azalığı ile birlikte Dar-ül-Muallimin (Öğretmen okulu) müdürlüğüne getirildi. Bu mektebi kısa zamanda ıslah ederek, mektebe giriş ve imtihan usullerini yönetmeliklerle tesbit etti. Encümen-i Daniş’e (Osmanlı Akademisi) 1851’de asli üye seçildi. "Tarih-i Cevdet" adıyla şöhret bulan kıymetli eserinin üç cildini 1854 yılında bitirip Sultan Abdülmecit'e sundu. Eseri çok beğenen Sultan, rütbesini yükseltti. Bir sene sonra da devletin resmi tarihçisi oldu. Osmanlı Devletinin kanunlarını yapacak olan Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye'ye 1861 yılında üye tayin edildi. 1866 yılında ilmiye sınıfından vezirliğe geçti. Halep vilayetine vali tayin edildi. Bir müddet orada kaldıktan sonra yeni kurulan Divan-ı Ahkam-ı Adliye'ye başkan tayin edildi. Bu vazifede çok faydalı işler gördü; memleketin adliye ve hukuk sistemini devrin ihtiyaçlarına göre düzenlemeye çalıştı. Ali Paşa, Fransız medeni kanununun tercüme edilerek Osmanlı Devletinde tatbik edilmesi gerektiğini ileri sürüyordu. Buna karşı Ahmed Cevdet Paşa ve aynı düşüncede olanlar, İslam Hukukunun zengin ve tatbik edilmiş en kuvvetli dalı olan Hanefi fıkhının sistematik hale getirilerek kanunlaştırılması fikrini müdafaa ediyorlardı. Bu ikinci yani, Ahmed Cevdet Paşa ve arkadaşlarının fikirlerinin tatbiki için 'Mecelle Cemiyeti' adıyla ilmi bir heyet toplandı. Memleketin en kıymetli hukuk alimlerinin iştirak ettiği bu meclis, Kur’an-ı kerimin hükümlerini kanun şekline sokup, bütün milletlerin kıymet verdiği Mecelle adındaki kitabı hazırlayarak, büyük hizmet etti. Cevdet Paşa, 1879 yılında Maarif Nazırlığına tayin edildi. Sonra da, çeşitli valiliklerde, Adliye, Maarif, Dahiliye, Ticaret nazırlıklarında bulundu. Padişah’ın hususi encümenlerine iştirak etti. 26 Mart 1895’te vefat etti. Naaşı, Fatih Camii bahçesine defnedildi. Ahmet Cevdet Paşa, ilk Türk kadın romancı olarak tanınan Fatma Aliye Hanım'ın babasıdır. SİYASİ ALANDA AHMET CEVDET PAŞA Deyim yerindeyse unvan değişikliği ile Cevdet Paşa’nın iştigal alanı da farklılaşıyor. Nitekim önce Maraş, Urfa, Zor sancakları ve Adana eyaletinin birleştirilmesiyle Halep Valililiğine tayin edildi. İki yıl süren bu görevden sonra Ahmet Cevdet Paşa’ya Divan-ı Ahkam-ı Adliye başkanlığı verildi. Divanın nezarete çevrilmesi üzerine Adliye Nazırı oldu. Bu dönemde nizamî mahkemeler teşkilatını kurarak bununla ilgili kanun ve nizamnameleri hazırladı. Engin bilgisi, ikna gücü, dirayeti ve vakarı ile temayüz etmesinin tabii neticesinde Devlet-i Aliyye’de birçok önemli vazifelerde bulundu. Cevdet Paşa’nın dikkat çeken yönlerinden biri de sahibi olduğu makamın hakkını vermesidir. Makamın mahkumu değil, hâkimi olmuştur. Engin görüşü ve sağlıklı bakış açısıyla kendisine güvenenleri mahcup etmemiştir. Paşa’nın Adalet Bakanlığı, Osmanlı müesseselerine yeniden Avrupaî bir şekil verme temayülünün filizlendiği zamana rastlamıştı. Bu temayül adlî hayatımızı da tesiri altına almıştı. Bu tesir öyle bir safhaya ulaştı ki asırlardan beri teşekkül etmiş olan ve örfümüzle yoğrulup dini olduğu kadar milli bir karakter de taşıyan hukukumuz için batıdan kanun alma arzuları ortaya atıldı. Bu dönemde Cevdet Paşa’ya şöhret kazandıran gelişmelerden biri de kendi tarafından ortaya atıldı. Hanefî fıkhına dayalı bir kanun kitabının hazırlanması gerektiği düşüncesi fikrini ileri sürdü. Bu teklif Avrupa’dan tercüme edilmek istenen ithal kanuna mâni olmak maksadına matuftu. Öyle de oldu. Gerekli merciiler tarafından Bab-ı Ali’de teşkil edilen ‘Mecelle-i Ahkam-ı Adliye Cemiyeti’nin reisliğine getirildi. AHMET CEVDET PAŞA'NIN TARİH ANLAYIŞI Son devrin en büyük tarihçilerinden Ahmet Cevdet Paşa'nın tarih anlayışını açıklamadan önce seleflerinden nasıl bir tarih anlayışı mirası devraldığına kısaca değinmek faydalı olacaktır. Bu eserler günümüz tarih anlayışından farklı çoğu zaman hikayeci tarihçilik anlayışı ile yazılmış eserlerdir.Tarih başlığı altında toplanan bu eserler, çok defa hikayeler, konuşmalar, vekayinameler, takvimler, salnameler hal tercümeleri, şecereler, ve sülale tarihlerinden ibaretti. Tarih kitapları coğrafya, kozmağrafya ve hatta yıldız bilimiyle içiçedir.Biçim kaygısı ağır basar, seciler aranır, metne uzun şiir parçaları eklenir. Tarihçi devrinin ve hükümdarının zevkine göre hikayelerini güzelleştirir. Bununla beraber 18. asra kadar tarihe lâyık olduğu yeri veren yalnız islam dünyasıdır denilebilir. Onlara atfedilen en büyük kusur, eserlerini hazırlarken tenkit fikrine yer vermemiş olmalarıdır. Ama şurası bilinmelidir ki bu tarihçiler bulduklarını, işittiklerini toplayan ve hiçbir surette değiştirmeden olduğu gibi eserlerine alan birer istihbar ve malûmat koleksiyoncusudurlar. Topladıkları malûmat ve rivayetlerin mukayese ve değerlendirmesini, ve neticede bunlardan bir hüküm çıkarılmasını tamamiyle okuyuculara bırakırlar. Kısaca Arap, Fars ve Türk müverrihlerine birer münekkit nazarıyla değil, rivayetlerin ve olayların sadık birer nâkili olarak bakmamız gerekmektedir Ahmet Cevdet Paşa'nın tarih anlayışını ortaya koyarken Paşa'yı etkileyen, gerek tarih anlayışı ve gerekse de devlet işlerinde Paşa'nın örnek aldığı tarihi bir şahsiyet olan İbni Haldun'a da kısaca yer vermek gerekecektir.14. asırda (1332-1406) yaşayan İbni Haldun ile 19. asırda (1822- 1895) yaşayan Cevdet Paşa ikisi de devlet adamıdır, ikisi de tarihçidir. İbni Haldun bir Buhran çağında yaşamış, pek çok devletçiğin kurulup yıkıldığına şahit olmuştur.Bir devlet adamı olarak istikrarsızlığın sebeplerini arar ve onu ortadan kaldırmaya çabalar; yani çağını anlamak için eğilir tarihe. Kendi çağını anlarken bütün çağları da anlamaya çalışır. Bu sıfatlara yakın bir tarihçidir Ahmet Cevdet Paşa. O da Osmanlı Devleti'nin buhranlı bir döneminde yaşar. O da büyük bir devlet adamıdır. O da çağını anlamak ve kabilse Devlet-i Aliyye'yi zevalden kurtarmak ister. İbni Haldun'a göre, tarihin görevi maziyi andınlatmak yani nesilden nesile aktarılan işleri incelemektir. Bu noktada Cevdet Paşa'da faydacı bir tarih anlayışına sahiptir.Tarih-i Cevdet'in ilk sayfasında, bazı insanların maziden aldığı öğretici, hayırlı, düzenli ve gerekli bilgiler ile hayırlı işler yaptığını belirterek,gelecek nesilleri iyi davranışlarda bulunmak yönünde uyarmak, yaşanılan iyiliklerden faydalanmalarını sağlamak ve geleneklere dayanak olmanın tarihin görevleri arasında olduğunu belirtmiştir. Paşa'nın tarih yazarken en büyük gayesi "Devlet nasıl kurtarılacaktır" sorusuna cevap bulmaktır. Cevdet Paşa "Tezakir" adlı eserinde bilim olarak tarhinin şu görevi üstlenmesi gerektiğini kaydetmiştir. Tarih herkese, özellikle de devlet adamlarına geçmişteki gizli ve saklı olayları öğretip duyurmakla görevli olduğu gibi, halkın bütün dünyaya ait menfaatlere dönük olarak, okuyup değerlendireceği ve yönetici devlet adamlarınca da el üstünde tutulan menfaatleri çok bir fendir. Cevdet Paşa genel faydacı yaklaşımını, devlet örneğiyle desteklemiştir. Ona göre devlet düzeninin korunması, devletin eski usullerinin tarih aracılığıyla tesbit edilip saklanması ve yeri geldiğinde günün şartlarına uygun bir şekilde yeniden ele alınarak devlette kullanılması faydalıdır.Bu nedenle tarih eğitim ve öğretimi çok gereklidir. Buradan da anlaşılacağı üzere Paşa, tarihin amacını, geleceği belirleme ve gelecekte mümkün olduğunca az hata yapmanın yardımcı unsurlarından biri olarak görmüştür. Tezâkir-i Cevdet'e baktığımız zaman bir vakanüvisden çok şuurlu bir devlet adamını görürüz. Cevdet Paşa tarihi toplumun hizmetine sunarken sosyolojik bazı kaidelerden hareket etme zorunluluğu hissetmiş ve bunu eserlerine de yansıtmıştır. M.H.Yınanç, "Osmanlı Tarihçileri" adlı makalesinde, Cevdet Paşa için tarih, hali aydınlatan mazidir. Yani o sadece tarihi vakalarla ilgilenmez, içtimai hadiselerin esbab ve avamilini de araştırır, dedikten sonra "zikrettiği vakaların sebeplerini daha evvelki vakaları bağlamak ve husule getirdiği neticeleri saymak ve aynı zamanda o devirdeki heyet-i içtimaiyemizin hayat ve zihniyetini canlandırmak hususunda Cevdet Paşa muassır olan garbın büyük müverrihleriyle hemayardır" demektedir Cevdet Paşa'nın büyük bir tarihçi olmasında ve çağdaşlarına göre üstünlüğü bulunmasında şüphesiz onun tarih anlayışındaki farklılığından gelmektedir. Paşa şark vakanüvistliğine çağının garb tarih anlayışını getirmiştir. Ama bu onun Batı tarihçilerinden direk istifade ettiği anlamına gelmemelidir. Onun çok iyi bir medere eğitimi aldığını biliyoruz. Sağlam bir şark medeniyeti kültürüne sahip. Cevdet Paşa İslam ve Osmanlıdır. Çağdaşı olan tanziman müelliflerine üstünlüğü belki de bir parça bu vasfından, yani Avrupalılaşmamış olmasından, ileri gelmektedir. Paşa Encümen-i Daniş tarafından bir Osmanlı tarihi yazmakla görevlendirildiği zaman medreseden intikal eden sağlam bir şark kültürüne sahipti. Bu noktadan onun Batı tarih sistemleriyle yakın bir münasebeti olduğu düşünülemez. Zaten onun fikir yapısı yaptığı çalışmalarda bunu reddetmektedir. Ayrıca Tarihinin kaynakları arasında da Batı tarihçilerine rastlanmaz Zaten Cevdet Paşa kendi sözleriyle de bunu yalanlamaktadır. Kendisi tarihi bir toplumbilimci nazarıyla ele almış ve bu şekil üzerine yazmıştır. Kendi tabiriyle "nev'i beşerin içtimaî mülabesesiyle arız olan ahval", yani toplumsal olaylarla meydana gelen hadiseler değerlendirilirken, elbette o toplumun gözüyle bakıp değerlendirme yapmak gerekmektedir. Bu ise Cevdet Paşa'da mevcuttur. Cevdet Paşa kendisinden önceki tarihçileri iyi tanımakta ve onlardan farklı bir tarih yazabileceğinin bilincindedir. Zatin vakanüvis olduğu zaman gerekli olan bilgi, zeka. ve muhakemeye sahiptir. Yani gerekli olan techizatla mücehhezdir. Nasıl bir işe koyulduğunu ise şöyle anlatıyor. "Bin tarihine kadar şehnameci ve daha sonra vakanüvis adı verilen eshab-ı maariften bir kişi, olayları zabtetmekle vazifelendirilmiştir. Bu sayede bu asra kadar Devlet-i Aliyye'de meydana gelen gündelik olaylar unutulmadan kaydedilmiştir" Cevdet Paşa hazır bulduğu bu malzemenin dikkatle kullanılacak bir malzeme olduğunu bilmektedir. Vakanüvislerin şahsi hükümlerinin büyük bir dikkatle kullanılması gerektiğinin farkındadır.Selefleri hakkında şöyle demektedir. "Bizden önceki vakanüvisler, yazdıkları asrın olaylarını muhakeme ederken, asra göre kullanılan lisan her ne ise görüşlerini ona uydurarak kaleme almışlardır. Bu yüzden çok defa bir yerde beyan ettikleri mütalaa, diğer yerde yazdıklarına ters düşmekte ve olayların aslını anlamak şöyle dursun, vakanüvislerin gerçekte şahsi kanaatlerinin ne olduğu dahi gerçekte bilinmemektedir. Binaenaleyh olayların muhakemesinde, onların hükmüne itimad etmeyip olayların akışını dikkate almak lazım gelir. Paşa'nın seleflerine yönelttiği tenkit yalnız muhteva bakımından değil, şekil bakımındandır da. Bu hususta "vakanüvislerin kaleme aldıkları tarihler, tumturaklı bir dil ve eda-yı arz-ı hulus'da yazıla gelmiş olduğundan bunları gerçek bir tarih şekline koymak hayli değişikliği gerektirir" demektedir. Cevdet Paşa'nın amacı gündelik olayları rastgele sıralamak değil, "faide-i tarihiye"dir. Bunun için üslub göstermeyecek ve söz inşasından kaçınacaktır. Onun için tarih toplumu teyakkuza geçiren bir bilim olmalıdır. Bu konuda kendisi " Tarihten murad, olayların doğruluk ve yalnızlığını ve gerçek sebeplerini öğrenmek ve bunlardan ders almaktır" demektedir. Yani teyakkuz ve intibah'ı kastetmektedir. Cevdet Paşa'nın faydacı bir tarih anlayışı yanında, tarihi, içtimai hadiselerle değerlendiren, meydana gelen bir olayın tek başına değil ona sebep olan toplumsal ve siyasal bir bütünlük içerisinde değerlendiren bir anlayışa sahip olduğunu belirttik.Buna ilave olarak onu diğer müverrihlerden ayıran bir yönü ise olaylara objektif bakabilmesi ve yetiştiği eğitim biçimini en güzel bir şekilde yorumlayabilmesidir. Onun bizden bir tarihçi olduğu, yani batı tarih anlayışını direk batıdan almadığının bir başka izahı da aşağıdaki şu sözleridir. Paşa burada kendi kültürünün ifadesini en güzel bir şekilde dile getirirken kuru kuruya kadere teslimiyetçi bir anlayış değil olayların belli sebepler dahilinde benzer sonuçlar verdiğini güzel bir şekilde dile getirmiştir: "Şüphesiz tarihin akışı Allah'ın iradesine bağlıdır. İrade-yi ilahiye esrarına nüfuz etmek kâbil olmayan bir ilk sebep, bir illet-i uladır. Ama tarihî hadiseler belli bir nizam ve teselsül, yani muayyenet içerisinde gelişir, Âdet-i ilahiye, bütün olayları tabiî sebeplere rapt ve isnad etmek üzere caridir. Bu sebepleri ortaya çıkarmak da "fenn-i tarihin" vazifesidir ve mucip sebepler gösterilmeden, sadece olayların hikayesinden hakikat-ı hâl anlaşılamaz". Buradan da anlaşılıyor ki Cevdet Paşa'nın müşahhas tarih ile tarih felsefesi içiçedir. Tarihe bakarken onun asıl gayesi fayda sağlamaktır. Kendi tabiriyle "faide-yi tarih"tir, Tarihçiliğin düzgün ve faydalı bir şekilde yapılmasını vatan ve millet sevgisiyle paralel tutan Paşa, tarihin sebepleri ve neticelerini kaydetmek ve sağlam bir şekilde aktarmanın, gelecek nesiller için bir yadigar olduğunu kaydetmektedir.