Engellilerin Namazı
İslâm kolaylık dini olduğu için hasta ve engellilere ibadetler konusunda güçlerinin yeteceği ölçüde kolaylıklar getirilmiştir. Bunları üç grupta toplayabiliriz:
1) Engellilerin namazdan tam olarak muaf tutuldukları durumlar:
Bayanlar, âdet günlerinde ve doğumdan sonra 40 gün kadar sürebilen loğusalık günlerinde namaz kılmaktan muaf tutulmuştur. Ancak belirtilen günlere rastlayan Ramazan orucunu daha sonra kaza etmeleri gerekir. Hz. Peygamber ve sahâbe döneminde uygulama bu şekilde olmuştur. Hz. Âişe’den, şöyle demiştir: “Nebî (s.a.s) kadınların âdetli günlerinde kılmadıkları namazları kaza etmelerini emretmez, yalnız tutamadıkları farz orucu kaza etmelerini emrederdi.”( )
Beş vakit namaz süresince ve daha fazla devam eden akıl hastalığı veya bayılma yahut koma halinde de namaz borcu düşer. Ancak bu durumlar beş vakit ve daha az bir süre devam ederse bakılır. Hasta normal bilincine kavuşunca abdest alıp, iftitah tekbiri alacak kadar bir zaman kalmışsa o vaktin namazını kaza etmesi gerekir.( )
2) Namazları imâ yoluyla kılma kolaylığı:
Hasta, bedensel veya zihinsel özürlü olan kişi gücüne göre namaz kılmakla yükümlü olur. Namazın rükû ve secde gibi rükünlerini yerine getirmek farz olduğu için, özürsüz olarak bir farzı terk etmek namazın sıhhatine engel olur.( ) Kur'ân’da, “Allah’a itaat ederek ayakta durun”( ) buyurulur.
Bir rahatsızlığı yüzünden ayakta namaz kılmakta zorlanan İmran İbn Husayn (r.a)’ın sorusu üzerine Allah’ın Rasûlü şöyle buyurmuştur: “Namazı ayakta kıl, eğer buna gücün yetmezse oturarak, yine gücün yetmezse yaslanarak kıl.” Nesâî’nin rivâyetinde şu ilâve vardır: “Eğer gücün yetmezse sırt üstü kıl. Allah kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez.”( )
Bu duruma göre, hasta ayakta namaz kılmaya güç yetiremez veya ayağa kalkınca hastalığının artmasından veya uzamasından yahut da şiddetli ağrı duymasından korkarsa, namazı oturduğu yerde kılar, gücü yeterse rükû ve secdeye varır. Çünkü zorluk kolaylığı celbeder, zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur.
Bir hasta, bir yere dayanarak ayakta namaz kılabildiği sürece, farz namazları oturarak kılamaz.
Yine bir süre ayakta kılmaya gücü yeten kimse o kadar ayakta durur, sonra oturarak namazını tamamlar. Hatta yalnız iftitah tekbirini ayakta alabilen kimse, bu tekbiri ayakta alır, sonra oturup namazını kılar, başka türlü yapamaz.
Rahatsızlığı yüzünden secdeye tam olarak eğilemeyen kimsenin, secde yerini sandalye veya yastık gibi bir şeyle yükseltmesi gerekmez. Rükû ve secdeleri gücünün yettiği kadar eğilerek ima ile yapar. İmâ; namazda başı önüne doğru eğmek sûretiyle yapılan işarettir.
Câbir (r.a)’in şöyle dediği nakledilmiştir: “Hz.Peygamber (s.a.s) bir hasta ziyaretine gitmişti. Hastanın yastık üzerine konulan bir tahtaya secde ettiğini gördü. Allah elçisi derhal bunları kaldırtarak şöyle buyurdu: “Eğer gücün yeterse, namazı yer üzerinde kıl. Buna gücün yetmezse, ima ile namaz kıl ve secdeni rükûundan daha çok eğilerek yap.”( )
Oturmaya da gücü yetmeyen kişi, namazını sırtüstü yatarak kılar. Ayaklarını kıbleye karşı uzatır, rükû ve secdesini imâ ile yapar.
Yanı üzerine yatmakta olan bir hastanın yüzü kıbleye yönelik olduğu halde ima ile namaz kılması caizdir. Ancak sırtüstü yatarak ima ile namaz kılmak, yanı üzerine yatıp kılmaktan daha uygundur. Çünkü bu durumda, hastanın yüz kısmının kıbleye yönelmesi daha kolaydır.
Başı ile de ima yapamayacak kadar rahatsız olan kişi, namazı iyileşme zamanına erteler. Göz, kaş veya kalple yapılacak ima geçerli olmaz. Çünkü, namazın bir rüknü, ancak başın hareketiyle yerine getirilebilir. Diğerleriyle bu mümkün olmaz. Bu, Ebû Hanîfe’nin görüşüdür. Ebû Yusuf’a göre, bu durumda kalbi ile imada bulunamazsa da, göz ve kaşları ile imada bulunur. İmam Züfer ile İmam Şâfiî’ye göre, kalbi ile de imada bulunarak namazını kılar.
Başka bir rivâyete göre böyle bir hastanın güç yetirememesi bir gün ve bir geceden fazla sürerse, bu süreye ait namazları aklı başında olsa bile düşer. Bunları kaza etmesi gerekmez. Çünkü namaz kılmaya gücü yetmemiş olur.
Baygın veya komada olan, ya da aklı giden kişi, tam bir gün ve bir gece geçmeden kendine gelse, bu süreye ait namazları kaza eder. Bu durum bir gün ve bir geceden uzun sürerse namazları düşer. Bu konuda Ebû Hanîfe 24 saati ölçü alırken, İmam Muhammed, kaçırılan namaz sayısını ölçü almıştır. Bu yüzden İmam Muhammed’e göre, kaçırılan namazlar beşten fazla ise düşer, az ise düşmez. Bu görüş daha uygun görülmektedir.
Buna göre, ayakta durmaya gücü yetmeyen veya ayakta durması hastalığının uzamasına veya artmasına sebep olacağı anlaşılan kimse, oturarak namazını kılar, oturmaya da gücü yetmezse, duruma göre yanı üzerine veya arkası üstüne yatarak ima ile namazını kılar. İma namazda rükû ve secdeye işaret olmak üzere başı eğmektir. Bu, ayakta yapılabileceği gibi oturarak, yanı veya sırtı üstü yatarak da yapılabilir. Yan yatışta yüz kıbleye gelecek şekilde yatılır, sırt üstü yatmada ise ayaklar kıbleye gelecek şekilde yatılır ve yüzün kıbleye yönelmesi için başın altına bir yastık konulur.
3) Engellilerin beş vakit namazın ve Cuma namazının cemâatle kılmaktan muaf tutulması:
Hanefî ve Mâlikîler’e göre,( ) cuma namazı dışındaki farz namazları cemaatle kılmak, gücü yeten akıllı erkekler için müekked sünnettir. Bu yüzden kadınlara, çocuklara, akıl hastalarına, kölelere, kötürümlere, hastalara, çok yaşlı kimselere cemaatle namaz kılmak için mescide gitmek gerekmez. Cemaatle namazın sünnet oluşu, “cemaatle namazın tek başına kılınandan yirmi yedi derece daha faziletli olduğunu” bildiren hadisin açık anlamına dayanır.
Şâfiîler’e göre, özrü bununmayan kimselerin farz namazlar için cemaate devam etmesi hür ve bir yerde ikâmet edenler için farz-ı kifaye, Hanbelîler’e göre ise farz-ı ayndır.( ) Ancak bedensel ve zihinsel elgelliler bu kapsamın dışındadır. Onlar cemaate devam etme konusunda da güçleri ile sınırlı olarak sorumlu olurlar. Gücü yetmeyen yerde sorumluluk da kalkar.
Sahâbeden Abdurrahman İbn Ka’b İbn Mâlik (r.a), babası gözlerini kaybedince, ona rehberlik yaptığını ve Cuma günü olunca da namaza götürdüğünü bildirir. [59] Ebû Hüreyre (r.a)’ten rivâyete göre, Nebî (s.a.s)’e görme engelli bir adam gelip, kendisini mescide götürüp getirecek bir rehberi (kâid) olmadığını söyleyerek, evinde namaz kılmak için ruhsat istedi. Allah’ın elçisi önce kendisine bu konuda ruhsat verdi. Adam dönüp giderken yeniden çağırdı ve “namaz için okunan ezanı işitiyor musun?” diye sordu. Adam “Evet” dedi. Bunun üzerine, Hz. Peygamber: “O halde davete icâbet et” buyurdu.( )
Abdullah İbn Ümmi Mektûm (r.a) de, yaşlı ve görme engelli olduğunu ve evinin uzakta olup, kendisi için bir rehber de bulunmadığını söyleyerek, mescide gelmemek için izin istemiş, ezan sesini duyduğunu bildirmesi üzerine, Allah’ın elçisi, “Senin için bir ruhsat bulamıyorum” diye cevap vermiştir.( )
Diğer yandan Allah elçisinin yine görme engelli olan Itban İbn Mâlik (r.a)’e evini mescid edinmesi için izin verdiği nakledilir. Itban görme engelli olduğu halde yakınlarına imamlık yapıyordu.
Rasûlüllah (s.a.s.)’e gelerek şöyle dedi: “Ben görme güçlüğü çeken birisiyim. Kimi zaman karanlık, yağmur ve sel oluyor. Evime gelerek bir yerde namaz kılsanız da, ben orasını namaz kılma yeri (musallâ) edinsem. Bunun üzerine Allah’ın elçisi geldi ve yer olarak neresini sevdiğini sordu. Itban evin bir yerini gösterdi ve Rasûlüllah (s.a.s) orada namaz kıldı.”( )
Yukarıdaki delillere dayanarak şu sonuçlara ulaşılmıştır: Namaz ibadetinin ne anlama geldiğini ayırt edemeyecek kadar zihinsel engelli olanlar beş vakit namazla Cuma namazından muaftırlar. Başını hareket ettiremeyecek kadar felçli ve kötürüm olanlar, çoğunluğa göre imâ ile namaz kılarlar, Hanefîlere göre ise bu durumda olanlar namazı geri bırakır. Bu durumda olanların cemaate devam zorunluluğunun bulunmadığında da açıklık vardır.
Diğer yandan, hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimselere, beş vakit namaz için cemaate katılmak gerekmediği gibi, Cuma namazı da farz olmaz. Yürümekten âciz durumda bulunan çok yaşlı kimseler de bu hükümdedir. Bunun yerine öğle namazını kılmaları gerekir. Ancak bu kimseler, imkân bularak cemaatle cuma namazına katılırlarsa yeterli olur.( )
Ebû Yûsuf’a, İmam Muhammed’e ve Hanbelîler’e göre kendisini Cuma namazına götürecek biri bulunan görme engelliye Cuma namazı farzdır. Çoğunluğa göre ise farz olmaz. Kendisini Cuma namazına götürecek birisi bulunmayan görme engelliye ise, Cuma namazının farz olmadığı konusunda görüş birliği vardır. Ayakları felç olmuş veya kesilmiş kimselerle yatalak hastalara da Cuma namazı farz değildir.( )
4) Namazda kırâata getirilen kolaylık:
Akıl gücü yerinde olan ergen kişi İslâm’ın emir ve yasaklarına uymakla yükümlüdür. Ancak zihinsel özrü yüzünden bellek zayıflığı bulunan kişiler gücünün yettiği ölçüde sorumlu olur. Çünkü Allah hiç kimseyi gücünün yeteceğinden fazlası ile yükümlü tutmaz.( )
Abdullah İbn Ebî Evfâ (ö.87/705)’dan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber’e gelen bir adam, Kur'ân’dan hiçbir şeyi ezberinde tutamadığını, kendisine namazda yeterli olacak bir şeyi öğretmesini istemişti.
Allah’ın elçisi şöyle buyurmuştur: “Şu duayı okuyabilirsin: Sübhânallahi ve’l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illâllahü vallâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm.” (Anlamı: Allah her türlü eksiklikten uzaktır. Hamd, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’a aittir. Allah büyüktür. Bütün güç ve kuvvet, ancak yüce ve büyük olan Allah’ındır.) Adam dedi: Bunlar Allah içindir. Kendim için ne diyebilirim? “De ki: Allahümme’rhamnî ve’rzuknî ve âfinî ve’hdinî” (Anlamı: Allah’ım! Bana acı, rızık ver, beni affet ve beni doğru yol ilet.) Adam kalkıp gidince de şöyle buyurdu: “Bu adam söylediklerimi yaparsa, elini hayırla doldurmuş olur.”( )
Fâtiha’yı veya Kur'ân’dan bir âyeti ezberleyemeyen veya buna gücü yetmeyen namazda kıraat olarak yukarıdaki dua ile yetinebilir. Ezberleyinceye kadar bu durum devam eder. Tek âyet öğrenmek ve ezberlemek her yükümlü müslüman için aynî farzdır. Fâtiha’yı ve bir sûreyi veya bunların yerine geçecek üç kısa âyeti ezberlemek ise her müslüman için vâcip hükmündedir. Bu olunca artık yukarıdaki dua ile yetinilmez.
Alıntı
Kaynaklar
Buhârî, Hayz, 19, 20; Müslim, Hayz, 15, 69; Tirmizî, Tahâre, 93, 97.
İbn Âbidîn, age, I, 330, 688.
Zeylâî, Tebyînü’l-Hakâik, I, 104; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, I, 192, 304, 378; Şirâzî, Mühezzeb, I, 70; Zühaylî, age, I, 635 vd; Bilmen, age, 122 vd.
Bakara, 2/238.
Buhârî, Taksir, 19; Ebû Dâvûd, Salât, 175; Tirmizî, Salât, 157; İbn Mâce, İkame, 139; krş. Bakara, 2/286.
Zeylâî, Nasbu’r-Râye, II, 75 vd.
İbnu’l-Humâm, age, I, 243; İbn Âbidîn, age, I, 515; Meydânî Lübâb, I, 80; Zeylâî, Tebyînü’l-Hakâik, I, 132; İbn Rüşd, age, I, 136. \
İbn Kudâme, Muğnî, II, 176 vd, Zühaylî, age, II, 150
İbn Mâce, İkâme, 78, H. No: 1082.
Müslim, Mesâcid, 255. Müslim bu hadisi “Nidâyı işiten kimsenin mescide gitmesi gerekir” başlığı altında nakletmiştir.bk. Nesâî, İmâme, 50.
Ebû Dâvud, Salât, 46, H. No: 551; İbn Mâce, Mesâcid, 17, H. No: 792. İbn Mâce, bu hadisi, “Cemâatten geri kalma konusunda önemli uyarı” başlığı altında vermiştir.
İmâme, 10, H. No: 786.
Serahsî, Mebsût, II, 22, 23; İbnu’l-Hümam, Fethu’l-Kadîr, I, 417
Kâsânî, Bedâyi’, I, 256 vd.; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, I, 714; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, I, 151; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, I, 762 vd.
Bakara, 2/ 286.
Ebû Dâvû, Salât, 135; Nesâî, İftitah, 32, H. No: 925; A. İbn Hanbel, IV, 253, 356; Tehânevî, İ’lâü’s-Sünen, II, 229, 230. İbn Hibban, Dârekutnî ve Hâkim bu hadis için “sahîh” demişlerdir.
İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, I, 561; Tehânevî, İ’lâü’s-Sünen, II, 229.