Benim çocukluğumda ramazanda davul çalınması, ramazan'ın, olmazsa olmazlarındandı. Saat çok değerli bir eşyaydı ve evlerin çoğunda da bulunmazdı. Sahura, davulun sesi ile kalkardık. Çalınan davulun tokmak vurulan yeri deriden olurdu. Hani derler ya "davulun sesi uzaktan kulağa hoş gelir" diye, işte o davulun sesi kulağa gerçekten hoş geliyordu. Davulcunun arada birde maniler okuması, ayrı bir güzellik katardı davul çalınmasına.
Biraz önce sokağımızdan davulcu geçti, aman Allah'ım, o ses ne öyle? Yer yerinden oynuyor kulakları tırmalatan davul sesiyle. Ona davulda denilmez aslında, tokmak vurulan yeri mika gibi birşey. Ya resmen arabaların alarmları çalıştı. Birde bu davulcu sanki marifet yapmış gibi, bahşiş diye kapıma dayanacak defalarca..
Benim çocukluğumda olan birçok şey tarihe karıştı. 50 yaş üzeri olanlar hatırlar mutlaka, tel dolapları vardı. Annem, yemeklerimizin bozulmaması için, etrafı sinek teli ile kapalı bir tahta dolaba koyardı yemeklerimizi ve bahçede bir ağaca asardı. Çamaşır yıkama, haftada bir olurdu. Kadınların en çileli günüydü hafta sonları. Çamaşır suyunun ısınması için bahçede odun ateşi yanar, orada ısıtılan suyla çamaşırlar yıkanır, iri parçalar halinde çamaşır sodaları kullanılırdı. Kül ile çamaşır yıkayanlar vardı. Hani bir atasözü vardır, "komşu komşunun külüne muhtaçtır" diye. İşte o atasözü, çamaşır külünden gelmektedir.
Yemeklerimiz pompalı gaz ocağında pişerdi. Babam, Şimdi antikacı dükkanlarında bulunan o gaz ocaklarından eve aldığı zaman annem çok sevinmişti. Ütü yapmakta bir dertti. Annem, siyah renkli okul önlüklerimizi ve beyaz yakalarımızı haftada bir, kömür ütüsü ile ütülerdi.
Tel dolabı, gaz ocağı, kömür ütüsü gidi, daha tarihe karışan çok şey var. Şimdiki gibi her kişinin birkaç telefonu değil, her mahallede bile bir telefon zor bulunurdu. O da genellikle, okul, fabrika, karakol, muhtarlık gibi yerlerde, birde çok zenginlerin evinde.. Acil durumlarda yakınlarımıza telgraf çekerdik, onunda çeşitleri vardı ve ona göre ücreti değişirdi. Elt, Yıldırı, Acele, diye sınıflandırılırdı.
Camilerde şimdiki gibi ses sistemi yoktu. Müezzinler, karda kışta, fırtınada minareye çıkar, ezanı oradan okurdu.
Motorlu taşıt sayısı çok az olduğundan, eşya taşımacılığında çoğunlukla at arabaları kullanılır, tren istasyonları, otogarlar
vb yerlerde taksi durakları gibi, fayton durakları vardı.
Şimdi bunları hepsi tarih olduda, estetiğindende eser kalmamış olan ramazan davulu bütün haşmeti ile yoluna devam ediyor. Bunun nedeni, bu işte bir rant dönmesidir. Ramazan davulunu canı isteyen herkes çalamıyor. İhaleleri var, büyük kavgalar dönüyor, yaralamalar hatta öldürmeler bile oluyor.
Umarım bir gün bu ilkelliğe son varilir.