İnsanların dini bildiklerini sananlardan bir kısmı "Her millet, herkes Allah'ı bilir. Onu, daha yeni ders almaya ihtiyacımız çok yok" diyorlar. Hâlbuki Allah'ı bilmek, bütün kâinata ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz'î ve küllî her şey Onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat'î iman etmek ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve Lâ ilâhe illallah kelime-i kudsiyesine, hakikatlerine iman etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa "Bir Allah var" deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnat etmek-hâşâ-hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci tanımak ve her şeyin yanında hâzır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah'a iman hakikati onda yoktur. Belki küfr-ü mutlaktaki mânevî Cehennemin dünyevî tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söyler. Evet, inkâr etmemek başkadır, iman etmek bütün bütün başkadır. Evet, kâinatta hiçbir zîşuur, kâinatın bütün eczası kadar şahitleri bulunan Hâlik-ı Zülcelâl'i inkâr edemez... Etse, bütün kâinat onu tekzip edeceği için susar, lakayt kalır. Fakat Ona iman etmek, Kur'ân-ı Azîmüşşânın ders verdiği gibi, O Hâlıkı, sıfatlarıyla, isimleriyle, umum kâinatın şahadetine istinaden kalben tasdik etmek ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tövbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. (Emirdağ Lâhikası, 348-349)
İmanın pek çok mertebeleri vardır. Nasıl ki bir ağacın çekirdekten ta mükemmel meyve veren bir ağaca kadar, ışığın mumu ışığından güneşe kadar pek çok mertebeleri varsa imanda da öyle sonsuz mertebeler vardır. Kur’ân-ı Kerimin ve peygamberimizin istemiş olduğu iman ise aklî ve ilmî delillere dayanan bir imandır. Bu imana “Tahkîki İman” ve “İman-ı Kâmil” denir. Böyle bir imana sahip olan kimseye de “İnsan-ı Kâmil” denilmektedir.
Yüce Allah’ın insanlardan istemiş olduğu iman hak ve hakikate dayanan ve “Lâ ilâhe İllallah” hakikatini ifade eden “Tevhid”e olan imandır. İnsanlar “Tevhit” hakikatini anladıkları ve imanda terakki ve tekâmül ederek “Tahkiki imanı” kazandıkları ölçüde birlik ve beraberliği kuvvetlenir ve aralarındaki ihtilaflar giderilir. “Tevhid-i imânî elbette tevhid-i kulûbü iktiza eder; vahdet-i itikat dahi vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder” (Mektubat, 2004, s. 444) diyen Bediüzzaman bu gerçeği çok veciz bir şekilde dile getirmiştir.
Allah’ı tanıyan ve bilen elbette ona itaat edecektir. İtaat yollarının en mükemmeli ve müstakimi ise Allah’ın sevdiği ve “Allah’ı seviyorsanız sevdiği zata benzemelisiniz. Eğer Allah’ın peygamberi olan Hz. Muhammed’e itaatiniz yoksa Allah’a olan sevginiz yalandır” (Âl-i İmran, 3:31) buyrulduğu gibi peygambere itaat ile bunu göstermeleri gerekir.
Allah’ı tanıyan onu sevmekle beraber ondan korkar ve çekinir. Çünkü her padişahın iki yönü ve adaletinin gereği iki ciheti vardır. Birincisi padişahın itaat edenlere olan ihsanı ve ikramı, diğeri ise isyan edenlere cezası ve azabı vardır. Bir padişah kendisine isyan edenlere ceza vermez veya veremez ise aciz durumda kalmış olur ve bir gün saltanatından olur.
İnsanların arasında idarecilik ve padişahlığın bulunması yüce Allah’ın Ulûhiyetinin delilidir. Eğer insanlar padişahları bilmezlerse Allah’ın kâinattaki idareciliğini ve ulûhiyetini bilemezler. İnsan bir padişah nasıl ülkesini idare ediyor ise yüce Allah da tüm kâinatı o şekilde idare ettiğini anlar.
Peygamberimiz (asv) bir gün sahabelerine şöyle buyurdu: “Sizden birinizin iki kölesi bulunsa, bunlardan biri sizin her emrinize itaat etse, diğeri size karşı çıksa ve emirlerinizi dinlemezlerse siz hangisini seversiniz?” Sahabeler dediler ki: “Elbette itaatkâr olanı severiz.” Peygamberimiz sav buyurdular: “İşte sizin Allah’a karşı durumunuz böyledir. Allah da elbette kendisine itaat edeni sever. İsyan edeni de cezalandırır.”
Bu hadis-i şerifte görüldüğü gibi Allah’ı tanımak onun zatını ve işlerini tanımaktan daha öte Allah’ın emirlerini ve bu emir ve yasakları insanlığa getiren peygamberlerini tanımak ve ona itaat etmek” olarak ifadesini bulmaktadır. Bir padişahın emrini tanımayan ve elçisini kabul etmeyen padişahı tanımadığını ve ona isyan ettiğini gösterdiği gibi Allah’ın elçisini tanımamak ve emirlerine itaat etmemek Allah’a isyan etmek ve Allah’ı tanımamak demektir.