Firaset Nedir Firaset Nedir Firâset, Allâh Teâlâ'nın sevdiği kullarının kalblerine lutfettiği bir nûrdur. Yâni akıllılık, üstün zekâ, sezmek, bilmek ve anlamak gibi hâllerin mânevî bir idrâk kâbiliyeti olarak kalbde vukû bulmasıdır. Kalbe doğan samîmî hisler ve nâil olunan ilhâmlar sâyesinde, hâdiselerin içyüzünü, zihinlerden ve kalblerden geçenleri doğru tahmin ve teşhîs etmektir. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ فَأِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللهِ "Müminin firâsetinden sakınınız; zîrâ o, Allâh'ın nûru ile bakar." (Tirmizî, Tefsîr, 15) buyurmuştur. Şüphesiz ki bu firâsete, nefsinin gurûrundan sıyrılıp Allâh'ın nûruyla bakanlar nâil olabilirler. İslâm târihinde bu hâlin pekçok misâli vardır: Hazret-i Enes -radıyallâhu anh-, kendi rivâyetine göre; birgün Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-'a giderken yolda bir kadın görür. Kadının güzelliği aklına takılır. Bu düşünce ile Hazret-i Osman'ın yanına girer. Onu gören Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-: "- Ey Enes! Gözlerinde zinâ izleri olduğu hâlde buraya giriyorsun." der. Bu söz karşısında şaşıran Enes -radıyallâhu anh-, hayret içinde: "- Allâh'ın Rasûlü'nden sonra da mı vahiy geliyor?" diye sorunca, Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-: "- Hayır, bu bir basîret ve doğru bir firâsettir."1 buyurur. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-'ın pek çok husustaki re'yinin daha sonra gelen âyetlere muvâfık düştüğü de meşhurdur. Nitekim Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: "Sizden önce yaşamış ümmetler içinde kendilerine ilhâm olunan kimseler vardı. Şâyet ümmetim içinde de onlardan biri varsa, hiç şüphesiz o Ömer'dir." (Buhârî, Ashâbü'n-Nebî, 6) buyurmuşlardır. Ebû Abbas bin Mehdî şöyle anlatıyor: "Sahrâda yolculuk yaparken, yanında su kırbası bulunmayan, başı açık ve yalın ayak bir kişinin önüm sıra gittiğini gördüm. Kendi kendime, acaba bu adam namazını nasıl kılar, galiba adamda abdest ve namaz diye bir şey yok, diye düşündüm. Derken adam bana döndü ve: "Biliniz ki Allâh, içinizde olanları biliyor, bu sebeple ondan sakının." (el-Bakara, 235) mealindeki âyeti okudu. Bu esnâda kendimden geçerek yere yığılıverdim. Kendime gelince, o zâta bu nazarla baktığım için Allâh'tan af diledim ve yoluma devâm ettim. Yolda yürürken o zât yine gözüme ilişti. Onu görünce içim bir heybet hissi ile doldu. Olduğum yerde durakaldım. Adam bana döndü ve: "O, kullarının tevbesini kabul eder, günahlarını bağışlar ve yaptıklarını bilir." (eş-Şûrâ, 25) mealindeki âyeti okudu ve gözden kayboldu. Bir daha kendisini göremedim." Zünnûn-ı Mısrî -kuddise sirruh- da şöyle anlatıyor: "Birgün, üzerinde eski ve yamalı elbise bulunan bir genç gördüm. Nefsim ondan nefret ediyorsa da kalbim onun velî olduğuna şâhidlik ediyordu. Nefsimle kalbim arasında kalıp, düşünmeye başladığım sırada genç, sırrıma vâkıf oldu ve bana bakarak: "- Ey Zünnûn! Bana, elbisemin eskiliğini görmek için bakma! İnci, sadefin içinde olur." dedi ve oradan savuşup gitti. Evliyâullâhtan Abdülhâlık Gucdevânî Hazretleri'nin sohbetine ilk kez gelen ve Hristiyanlığını gizlemekte olan bir genç: "- "Müminin firâsetinden korkunuz! Çünkü o, Allâh'ın nûruyla bakar!" hadîsinin sırrı nedir?" diye sordu. Abdülhâlık Gucdevânî Hazretleri cevâben: "- Belindeki zünnârı çıkar! (Hristiyanların taktığı o küfür alâmetini çöz!) Ve İslâm ol!.." dedi. Bu açık firâset karşısında genç, Hazret-i Pîr'in önünde kelime-i şehâdet getirdi; müslüman oldu. Yine rivâyet edilir ki, Cüneyd-i Bağdâdî -kuddise sirruh- da, müslüman kılığındaki bir gencin yahudi olduğunu ve yakında İslâm ile şerefleneceğini ilk bakışta firâsetiyle tesbit etmiştir. Hülâsa firâset, kalbdeki îmân ve takvâ derecesine göre artıp eksilebilen ilâhî bir mevhibedir. |