Osman Sarı Biyografisi,Osman Sarı Hayatı Osman Sarı Biyografisi,Osman Sarı Hayatı 1946 yılında Kahramanmaraş’ın Sarımollalı köyünde dünyaya geldi. İlköğretimini bu köyde, orta öğretimini K.Maraş’ta tamamladı (1968). Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1973 yılında mezun oldu. Çalışma Bakanlığı’nda İş Müfettişi olarak çalıştı. 1979 yılından beri (İTÜ) Sakarya Üniversitesi’nde öğretim elemanı olarak çalışmaktadır. Halen Sakarya Üniversitesi, İİBF, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü, İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Ana Bilim Dalında Yardımcı Doçent olarak çalışma hayatına yönelik hukuk dersleri vermektedir. Evli ve üç çocuk sahibi olan Osman Sarı’nın şiir ve yazıları Gonca, Çıkış, Defne, Edebiyat, Diriliş, Mavera, İlim ve Sanat Dergilerinde yayınlandı. Yayınlanmış Eserleri: 1.) Bir Savaşçıdır Kalbim. 2.) Aydınlar İhaneti. 3.) Önden Giden Atlılar. 4.) Türkiye’de İşyeri ve Sendika Denetimi. Önden Giden Atlılar Issız sıcak çölleri Karşı karlı dağları Çoktan aşıp gittiler Kayboldular uzakta Önden giden atlılar Ben burada kaldım böyle İşleri aceledir Çok uzundur yolları Bense geride kaldım Yetişemedim size Önden giden atlılar Gittiler hep gittiler Aştılar kızgın çölü Toprak tükendi bir gün Denize ulaştılar Çektiler dizginleri Kendileri dursa da Atlar duramadılar Çaresiz kalıp birden At sürdüler denize Önden giden atlılar Önlerinde okyanus Kızgın bir çöl arkada Asıl içlerindedir Zaptedilmez bir deniz Önden giden atlılar Teknik değişti diye Bıraktılar atları Atlarsa bu kıyıda Sanki sevgili gibi Onları beklediler Günlerce beklediler Yeri yırtar ayaklar Göğe fırlar başları Nerden çıktı bu deniz Bizi ayıracaklar Önden giden atlardan Sevgiliden daha zor Ayrılmak bu atlardan Buğulanmış gözlerle Geri dönüp onları Gemilere aldılar Önden giden atlılar Üç gün duramadılar Yaptıkları gemide Karşı kıyıda yeni Güzel atlar buldular Yaktılar gemileri Önden giden atlılar Vardılar Kurtuba’ya İnmediler atından Gülle karşılandılar Ne güzel atlar bunlar Bunca yol çiğnediler Çiçek çiğnemediler Önden giden atlılar Önden giden bu atlar Seni gördüler kalbim Sahabe atlar bunlar Dünyanın beklediği Önden giden atlılar Önden giden atlılar Haber Versem Toprağa I. Bütün varım toplasam sonra varsam toprağa Hepsin üstüne atsam ve savursam toprağa Ere geç basar bağrına sevgili gibi beni Ne denli meydan okur gibi dursam toprağa Elbet bilir uğruna niçin öldüğümüzü Ve bir bir söyler bana bir gün sorsam toprağa Anlatsam üzerinde ne olup bittiğini Çıkar toprak olmaktan haber versem toprağa Kimse karşı koymaz alır götürür bir bir Çeker beni ne denli göğüs gersem toprağa Uğraşıp biriktirip döksem alın terimi Bir özgürlük evreni varıp kursam toprağa II. Bütün varım toplasam sonra varsam toprağa Senin çağınla olsam senle girsem toprağa Senin doğduğunu ve geldiğini senin Atılır yerden yere haber versem toprağa Bulsam ve saptasam bir bir ayak izlerin Öpsem öpsem ve sonra alnım vursam toprağa Kutlu ayaklarındır değdi diye sevgili Yalnız senin adına bir kapansam toprağa İncinmesin diye sen taşlara dikenlere Diz çöküpte önünde ve yakarsam toprağa Hüzün Şiiri Çöl çöl olmuş kalbimiz bir hal olmuş bize Şam nerede bu akşam bir hal olmuş bize Yağmalanmış kalbimin ülkesi Kudüs Filistin ve Endülüs bir hal olmuş bize Buhara nerede ey baharı unutmuş kalbim ... nerede bu akşam bir hal olmuş bize Sürülmüş sahipleri canım İstanbul’un Tükenmiş gurbetlerde bir hal olmuş bize Kurumuş ta içerden İstanbul çeşmeleri Kalmamış bir damla su bir hal olmuş bize Bizlere sunulmuş gerçi şarabı kevser Nerdedir içenleri bir hal olmuş bize Sen niçin susmaktasın ey şiiri şairin Bu zulüm boğmuş bizi bir hal olmuş bize Önümüzde uçuşan sayfaları tarihin Savrulmuş dört bir yana bir hal olmuş bize Geride paramparça bir şiir coğrafyası yıkılmış viran olmuş bir hal olmuş bize Çıkmaz olmuş nerdedir kahraman dergilerin Kahraman sayfaları bir hal olmuş bize Öpsek yeridir hüzünlü gözlerinden Narin minarelerin bir hal olmuş bize Kan gölleri içinde şimdi Filistin gülleri Kapanmış Kudüs yolları bir hal olmuş bize Derin uykular tutmuş bizi ey Dağlar gürleyin bir hal olmuş bize Ey bizi bekleyip bekleyip hüzünlenen çağ Bir hal olmuş bize bir hal olmuş bize Kurşun Gazeli Savaşa girdin kalbim bin yara aldı beni Ne denli acı varsa aradı buldu beni Seni bir bomba gibi taşımak bu göğüste Bir Ebubekir kıldı bir Ömer kıldı beni Kurmak bize düştü bu kalbi sökülmüş çağı Buyruk en ağır yükün altına saldı beni Atıldık kurşun gibi kentin alanlarına Bir kaç put ve taş gördü birden irkildi beni Parça parça bir yürek delik deşik bir bağır Bir beş değil sevgili bin kurşun deldi beni Bir de bakışlarındır kurşun gözlerin senin Kılı kıpırdamadı el gördü geldi beni Yine seni özlemek birikti bir dağ gibi Ve yürüdü üstüme altına aldı beni Bir katılık döşenmiş upuzun bulvarlara Adım atar atmaz bir donma aldı beni Böyle çıktım alana ve yürüdüm yürüdüm Ne görebildi kimse ne anlayabildi beni Ve put alanlarından geçtim İbrahim gibi Bir savaş bildi beni bir eylem bildi beni Ölüm Beklemiş beklemiş birden gelmiş ölüm Sanki bin yıl beklemiş beni bulmuş ölüm Kuşatmış her yandan bütün yolları tutmuş Herkesi bir av gibi önüne katmış ölüm Siz niçin böyle dimdik ayaktasınız dağlar Sanki sizi görmemiş sizi unutmuş ölüm Ey bir türlü doymayan gözleri zulmün Seni de vurmak için pusuya yatmış ölüm Ey zulüm denizleri köpürüp taşan Her yanı tutmuş ölüm her yanı tutmuş ölüm Nerede bir can varsa ağını atmış ölüm Kendi hiç uyumamış bizi uyutmuş ölüm Beklemiş beklemiş birden gelmiş ölüm Sanki bin yıl beklemiş beni bulmuş ölüm Taş Gazeli I. Taş taş değil bağrındır taş senin Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin Bir katılıktır dinamit söker mi yürekleri Başın bir kez bu kalbe çarpmasın ey taş senin Kazmayı kayalara değil kalplere vur ey Ferhat niçindir kırdığın bunca taş senin Anne seninle bağrın döğer gider mi acı Hanidir Ferhad’dan aldığın ders taş senin Sen de mi taşla bir oldun ey sevgili İşitmez oldun beni kalbin taşdan taş senin Ölüm sendendir bana nedir taşlamak beni Bana güldür çiçektir attığın her taş senin Gözünü dikme taşa işte parça parçadır Şimşektir bir bakışın dayanır mı taş senin Deprem değildir dağı ve beni sarsan Bir bakışın komaz taş üstünde taş senin Niçin çıktın dağlara evren çöl oldu leyla Topuğun öpmek için toz oldu dağ taş senin II. Taş taş değil bağrındır taş senin Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin Ülkendir taş ve beton bu yanlışkent Her gün bir yanın biraz daha taş senin Taş alanlarıdır taş insanları taşır bir Nereye gelsen ey aşk karşında bu taş senin Uygarlık taşla taşımak çağlar üzre Kolların bu denli güçlü müdür senin Bir taş devridir ama bağışla beni Niçin bunca geldim üstüne ey taş senin Bir İbrahim bıçağı ikiye biçer taşı Sevgili nasıl kırdı kutlu dişin taş senin Ölüm bir kasırgadır çevirir seni beni Nedir kucağında kocaman taş senin III. Bir bir yürürlükten kaldırılıp çürümüş devrimleri En gürbüz bir devrimi dikmek yerine taş senin Nereye koysam seni söyle ey yüreğim Bir gün beni ele verir bu güçlü atış senin... Not: İnternetten alıntıdır. |