Fareli Köyün Kedisi Bir zamanlar bir yerde safça bir delikanlı Gurbet gurbet gezerken karnı aç, heyecanlı; Bir çiftlikte iş bulur yanaşmalık edecek, Biraz tarla sürecek, biraz hayvan güdecek. Bir anlaşma yapılır bir sene çalışacak, Yıl sonunda ağayla hesaba oturacak. Canla başla çalışır, sevdirir kendisini; Elleri nasırlanır, gün bozar derisini. Derken yıl tamamlanıp gelince hesap günü Ağa güçlükle açar kesenin düğümünü. Ona bir altın verip der: "ister dön köyüne, İstersen kal devam et burda beleş öğüne." Çocuk: "ben gideyim," der "köyüme kavuşayım; Ne haldedir ailem anam babam bakayım." Az sonra yolu geçer bir derenin üstünden; Düşüncelere dalar köprüden geçecekken. "Anam tembih etmişti: el uzatma harama Bu kazandığım para helal midir acaba? En iyisi ben bunu dereye atayım da, Anlarım ki helaldir eğer suya batmazsa..." Tabi para kaybolur, o da çiftliğe döner: "Bir yıl daha kalayım kabul edersen eğer." O yıl da aynı geçer, sonunda üçüncünün Ağa der ki: "üç altın yapar sana bir düğün." Çocuk biraz da mahcup, olanları anlatır; Ağa bu hikâyeye şaşırır baka kalır. "Öyleyse" der "yapalım başka türlü bu sefer; Bakalım ne olacak, ne gösterecek kader." "Hani hep beslediğin şu kara kedi var ya; Hadi ücretin olsun, hem de helaldir sana." Köprüye ulaşınca gene vesvese tutar, Zavallı kediciği kaldırır suya atar. Suyu pek sevmese de kedi de yüzme bilir, Çıkar hemen kıyıya şöyle bir silkelenir. İçi rahat etmiştir: "artık kalmadı zarar." Peşinde kedi ile yola koyulur tekrar. Dere tepe aşarlar bir köye ulaşırlar: "Vakit de akşam oldu elbet bize bakarlar." "Hoş geldin" der köylüler, "buyur konuğumuz ol;" "Sana yeter yerimiz, yiyeceğimiz de bol." "Lâkin o arkan sıra yürüyen şey de nedir? Daha önce görmedik zararlı bir şey midir?" "Korkmayın," der genç adam, "arkadaşım o benim;" "Kimseye zarar vermez, yediği de bir dilim." Muhtar evi açılır yere sofra serilir; "Buyurun" diyerekten konuk davet edilir. Gösterilen mindere oturunca misafir İki yanına iki adam gelir dikilir, Ellerinde upuzun kocaman birer sopa! "Bunlar da ne?" diyerek konuğu alır tasa. "Korkma!" der ev sahibi "onlar senin koruman." "Kime karşı?" demeden devam eder konuşan: "Şimdi yemek gelince iki şeytan çıkacak, Yiyeceği sofradan kaparak kaçıracak; Bu adamlar sopayla onları kovarlarsa, Yemeği yiyeceksin sen de sonra rahatça." Gerçekten de sofraya konunca önce ekmek İki köşeden iki fare çıkar hemencek. Daha sopa kalkmadan vurmak için havaya Kara kedi ok gibi atlar girer araya. Her birine bir pençe yeter de artar bile Sonra da yer bitirir hepsini afiyetle. Köylüler sus pus olmuş hayretlerle bakıyor, Hem merak hem de korku yürekleri yakıyor. Misafir yemeklere uzatırken elini Fark eder ki herkesin sanki tutulmuş dili. "O şey ... o şey ne yaptı, nasıl yaptı?" der biri Sonunda toparlayıp bütün cesaretini. O zaman hatırlar ki bunlar görmemiş kedi. "Ne yapacak, gördünüz yakaladı ve yedi. Bu onun sanatıdır, gayet ustadır hem de. Hadi artık başlayın hayli açıktım ben de." Artık her gün bir evde misafir oluyorlar, O şey’in sayesinde bir güzel doyuyorlar. Ama çabuk sıkılır, ağır gelir gönlüne, Ayrılıp gitmek ister ocağına, köyüne. "Olamaz, gitmenize izin veremeyiz biz; Rahat yemek yer olduk, bundan vazgeçemeyiz. Ama o şeyi bırak, sana para veririz; Ancak öyle gidersin, hakkı neyse öderiz." Çaresiz kabul eder madem oldu olacak, Hem zaten ne de olsa paranın yüzü sıcak. Her kes kendi gücünce üç beş kuruş bırakır, Sonunda bir keseye doldurulur her mangır. Helalleşir ayrılır tutar köyün yolunu. Ama daha bitmedi o şey'in her oyunu. Üçer beşer avlarken farelerini köyün Bir hayli semizleşir tam olunca her öğün. Sonunda fare biter bırakmadan hiçbir iz. Aç kalırsa bir kedi neler yapar dersiniz? Civcivlerle başlayıp kendince avcılığa, Tavuklara da gelir av olmak için sıra. Yedikçe de büyüyor sonu kötü bu işin; Acaba sıra kimde hele dur da bir düşün. Kümeslerin nüfusu azalıyorken hızla, Gün geçtikçe büyüyor gönüllerdeki tasa. Kurtulmaları lâzım o şey’in belasından. En sonunda bir çare bulurlar kısasından. Üçer beşer ayrılıp terk ederler evleri, Çıkarak karşı dağa seyredecekler geri. Seçkin birkaç gönüllü bilerek sona kalır; Köyden çıkmadan önce biraz ateş bırakır. Çok geçmeden yükselir evlerinden dumanlar, Gözyaşına karışır feryatlar ve figanlar. Lakin katlanmak gerek kurtulmanın yolu bu; Kendi canavarını beslemek olur muydu? Kaç gün sürdü bilinmez biter ateşe katık. Sonunda karar çıkar: gidip bakmalı artık. Gene birkaç gönüllü yaklaşırlar sinerek, O şey’in ölüsünü görmek ümit ederek. Uzun sürmez arama, çıkmış bir taş duvara, Etrafına bakıyor dönerek ara sıra; Patisiyle yüzünü silip temizliyordu, Elini hep ağzına yüzüne sürüyordu. Koşarak kaçıştılar ulaştılar o dağa; Bekleşiyordu herkes neticeyi merakla. Elin hareketini taklit ederek derler: "O şey dedi ki bize: sizi sizi gidiler! Sıranız gelsin diye acele etmeyin siz, Nasılsa yiyeceğim hepinizi biliniz! Bir günde birinizi, bir gün öbürünüzü; Ama hepsi sırayla, bekleyin gününüzü! ..."