YÜREK AVCISI Ölüm kusan tüfeğini kaptığı gibi palabıyık, Doğru karşı köyün kayalıklarına yollandı. Avcılıkta ondan iyisi yoktu Yayılmıştı namı dokuz köye Ayı, kurt, tilki, tavşan Ne görürse tek atışta devirirdi, Ve avlandıkça nasır bağlardı yüreği Vurduğum candır, Allah’ın yarattıklarındandır, Kimi annedir, kimi yavrudur, demeden Devirirdi güzelim bedenleri Sonra koşarak varırdı yanına yaralının Bir çift çaresiz bakıştan hiç etkilenmeden… Atardı sırtına koca gövdeyi, Tutardı köyün yolunu Kim bilir kaç yavruyu annesiz, Kaç anneyi yavrusuz bırakmıştı palabıyık! Palabıyık, palabıyık! Hangi illetten bulaştı yüreğine, bu kadar acımasızlık? Hangi gece kararttı merhamet kandilini. Şimdi de karşı köyün kayalıklarına dadandı palabıyık Ne ister ki bilmem sevimli güvercinlerden, Kayalıklara yaklaştığında saklandı çalılığın arkasına, Kovuklarda gölgelenen güvercinleri sinsice gözetledi. Sonra, koyu gölgelikteki kümeyi kestirdi gözüne Bastı tetiğe, kıyameti hatırlatan bir gürültü koptu kayalıklardan, Saçmalar birer ölüm zakkumu gibi fırladı namludan Bu sinsi tuzaktan kurtulmak kimin haddine! Güvercinlerden birkaçı nazenin kanatlarını daha kımıldatmadan Buldu narin bedenlerini yumru demircikler Yara almayan birçok güvercin havalanıp uzaklaştı kayalıklardan Kader bu ya, çifte yavrusu yumurtadan daha yeni çıkmış, Alaca güvercin de kanadından yara aldı, oracığa uzanıverdi. Ak güvercin baktı, biricik dostu kıvranıyor yerde Yüreği uçmaya, uçup da kurtulmaya elvermedi Yaralı dostunun yanında kalakaldı Vücudu sapasağlam, ama ah yüreği yaralı... Palabıyık koşarak geldi, bir bir topladı, vurduklarını Sıra alaca yaralıyla, ak sağlama gelmişti Önce alaca yaralıyı yerden aldı ve baktı ki Hayret ki hayret! Ak güvercin, yaralı da değil, Duruyor öylece ayakta, ne uçuyor, ne çırpınıyor, Öylece palabıyığa dikmiş gözlerini mahzunca… Neden uçup gitmiyordu, bir türlü anlayamadı. O an aklı başından gitti palabıyığın Allah’ım, hayatımda böyle bir şey görmedim, dedi Ve ak güvercini alıp götürmeye elvermedi yüreği Hayret yüreği kaskatıydı ama bu sefer biraz yumuşamış mıydı? Yoksa bileğinin maharetiyle vurmadığını almak mı istemiyordu? Ak güvercini kayalıklardan aşağı fırlattı, uçup gitsin diye Güvercin kanatlandı, havada bir iki tur attı, sonra Kendisini seyreden palanın koluna gelip kondu tekrar, Olamazdı bu, hiç olamazdı. Bir güvercin kendi isteğiyle ölüme gülemezdi! Ben varayım yanına o uçmasındı Ben fırlatayım uçup kurtulsun diye, o tekrar geri dönsündü Bu asla olamazdı! Diye geçirdi içinden bizim pala. Ak güvercin, palanın elindeki yaralı dostunu Başıyla, kanatlarıyla okşamaya, ona bağlılığını göstermeye başladı o an Palabıyık daha da şaşırdı olan bitene Bir şey yapamadı orada öylece kalakaldı dakikalarca Sonra oturdu olanları düşünmeye başladı Ve o sırada yakınından birtakım seslerin geldiğini fark etti. İyice dikkat etti, yavru güvercin sesiydi Alaca güvercini aldığı yerin yakınında Kayalığın kovuğundan geliyordu yavru sesleri Eğildi baktı iki yavrucuk yuvada cıvıldaşıp duruyordu, Çok şey söylemek isteyip de hiçbir şey söyleyemedikleri, O mazlum duruşlarından anlaşılıyordu. Palabıyık bir şeyler anladı sanıyorum, Taştan farksızdı belki yüreği; ama hep böyle kalacak değildi ya Taş da yeri geldiğinde erimez miydi, Eriyip bir merhamet anıtı kesilmez miydi: O an elindeki yaralı alacayı yavruların yanına bıraktı, Zavallı hemencecik uzattı başını görünce yavrularını Güvercince bir okşama, bir sevinç, bir cıvıldaşma… Palabıyık o an kendi ailesini, çocuklarını düşündü, Öksüzlüğün ve yetimliğin yüreklerde bıraktığı derin izi hatırladı, Dağılmış bir yuvanın hazin manzarasını hatırladı, Yok yere bir canlıya kıymanın faturasını hatırladı… Bereket ölümcül bir yara değildi alacanınki Pala, kendini kınamaya başladı: Sahi, ben ne yapıyorum! Yıllardır anneleri yavrusuz, yavruları annesiz bırakıyorum Hayvan da olsa, nice hayatın dengesini alt üst ediyorum. Hele ki bugüne kadar avladığım onca zavallı hayvanın ilenciyle Düşüp bir çukura geberip gitmemişim, Tövbe olsun bundan sonra, avcılığa elveda! Kaptığı gibi tüfeğini namlusundan Kayalıklara vura vura paramparça etti bu ölüm makinasını Ve belindeki mermi kuşağını da söküp aldı, Aşağıdaki derin ırmağın sularına fırlatıverdi. Sonra alacanın yaralı kanadını bir güzel sardı, Bıraktı yavrularının yanına. Hayatının dersini vermişti palaya, ak güvercin. Aldı eline pişmanlık gözyaşları eşliğinde Tatlı öpücükler kondurarak Ak güvercini de yaralı alacanın yanına bıraktı, Sonra oradan gerisin geri uzaklaştı Aradan birkaç gün geçmişti Palabıyık, kayalıklara geliyordu zaman zaman, Bu sefer tüfeksiz, hışımsız, kinsiz Ve avucunda ölüm kusan mermiler yerine yemler… Hem de yaralının yarasına bakıyordu Yaptığı büyük hatayı tamire uğraşıyordu Görenler şaşırıp kalıyordu Palanın son günlerdeki haline Bilmiyorlardı ki beyaz bir güvercinin Onu ta yüreğinden avladığını! Avcılık denen vahşice zevkin, Merhamet meltemiyle kökünü kuruttuğunu M.Said TÜRKOĞLU