Sihirli Ayna
Zamanın birinde bir, padişah varmış. Padişahın bir de aynası kalkınca o aynaya bakmadan yere ayağını basmazmış.padişahın bir de aynası varmış. Her sabah yatağından kalkınca o aynaya bakmadan yere ayağını basmazmış.
Günlerden bir gün yatağından kalkmış, aynaya bakmadan odasından çıkmış. Aynaya bakmadığı aklına gelerek hemen geri dönüp aynaya saldırmış, . ama bir de bakmış ki, ayna yerinde yok! Telaşlanmış, öteyi beriyi aramış bir türlü aynayı bulamamış. Başlamış düşünmeye. O gün eli ayağı tutmaz olmuş. Ne iş yapacağını bilememiş.
Kara kara düşünürken oğulları gelmiş, “Sultan babam, derdin nedir? Bugün hep düşünüyorsun,” demişler.
Padişah da, “Oğullarım, ben bugün aynamı kaybettim, onun için düşünüyorum,” demiş. Oğulları, “Sen düşünme. Bize izin ver, gidip onu bulalım,” diyerek babalarının üzüntüsünü gidermeye çalışmışlar.
Üç kardeş yola çıkmışlar. Giderlerken de babaları onlara bir yığın para vermiş.
Az gitmişler uz gitmişler üç yol ağzına gelmişler. Orta yer de bir dikili taş. Taşın üzerinde: “Bu yol bir han yoludur, biri hamam yoludur, biri de giden gelmez yoludur,” yazılı olduğunu görmüşler.
Büyük kardeş han yoluna, ortanca kardeş hamam yoluna, küçük kardeş de giden gelmez yoluna sapmaya karar vermişler.
“Birbirimizden ayrıldıktan sonra tekrar buraya hangimizin döndüğünü anlamamız için yüzüklerimizi şu taşın bir kenarına saklayalım. Kim önce dönerse yüzüğünü alsın. Sonra gelen de kim gelmiş kim gelmemiş anlasın,” diye sözleşerek, yüzüklerini bırakıp gitmişler.
Bunların her biri gitmekte olsun, küçük oğlan gide gide bir dağ başına varmış. Bakmışlar ki, bir devanası helva yapıyor. Oğlan deyi görüp çok korksa da, hemen koşup deyin boynuna sarılmış: “Ah anacağım,” diye deyin ellerini öpmeye başlamış.
Devanası da oğlana “Ah oğulcuğum, sen bana “anacağım” demeseydin şimdi seni paralardım demiş.
Oğlan da, “Sen bana “oğulcuğum” demeseydin ben de seni kılıcımla keserdim,” diyerek karşılık vermiş.
Devanası da, “Oğlum, nereden gelip nereye gidiyorsun? Bu raya gelmenin sebebi nedir?” diye sormuş.
Oğlan da, “Anacığım, ben filan padişahın oğluyum, Padişah babamın bir aynası vardı, kayboldu, onu arıyorum,” diye cevap vermiş.
Devanası, “Oğlum o aynayı devler çaldı. Filan yerde bir bağ vardır; aynayı çaları devler oradadır. Aynaya bekçilik ediyorlar. Hepsi yatarlar. Eğer gözleri açıksa uyuyor demektirler. Aynayı al. Ama bağın içi elmaslarla, yakutlarla donatılmış ağaçların sakın birisine dokunma emi. Sonra yakalanırsın” demiş.
Oğlan, “Peki anneciğim,” diyerek kalkıp yola çıkmış. Gide gide devanasının söylediği bağı bulmuş. Biraz yaklaşınca bakmış ki, birçok devler yatıyor; hepsinin gözleri külhan penceresi gibi yanıyor.. Oğlan bunları görünce, devanasının söylediklerini hatırlayıp uyuyorlar diye bağın içinde girmiş. Aynayı aramış bulmuş. Dışarı çıkarken, “Nasılsa alacağımı aldım.Şimdi bunlar uyuyor, beni nereden görecekler? Bari şu sallardan bir tane koparayım,” diye elini uzatınca devler uyanmış, oğlanın başına üşüşmüşler. Onu yakalayıp “Sen başından korkmadan buraya nasıl girdin?” diyerek salıvermemişler.
Oğlan korku içinde yalvarmaya başlamış. O vakit onlar, “Biz seni salıveririz ama sen bize Arap - Üzenginin kılıcını alıp getirmelisin,” demişler.
Oğlan, “Peki” deyip, devanasının yanına gelmiş, işi ona anlatmış. Oğlum ben sana demedim mi? Niçin onların eşyalarına el verdin? Şimdi ne yapacaksın?” demiş.
Oğlan, “Aman anacığım, . ne olursa senden olur. Bana yol göster,” diye yalvarmış.
Devanası, “Git filan yerde bir saray vardır. Onun bir kapısı açık, bir kapısı kapalıdır. O kapalı kapıyı aç, açık olanı da kapat, sonra içeriye gir. Sağılıda bir arslan vardır; önünde et durur, solundaki köpeğin önünde de ot bulunur. Otu arslana, eti de köpeğe vererek doğru yukarı çık. Arap - Üzengi odasında yatar, kılıcı duvarda asılıdır. Hemen onu oradan al, çıkıp buraya gel. Ama sakın kılıcı kınından çekme,” demiş.
Oğlan kalkıp gitmiş. Az gitmiş uz gitmiş, gide gide devanasının söylediği saraya varmış. Kapalı kapıyı açmış, açık kapıyı kapamış arsalana otu, köpeğe eti vermiş, yukarı çıkmış. Arap Üzenginin yattığı odaya girerek duvarda asılı duran kılıcı alıp saraydan dışarı çıkmış. Devanasının yanına gitmek için koşmaya başlar. Yarı yola gelince, kendi kendine, “Bu kadar yol geldim, bundan sonra beni kim tutacak? Bakalım şu kılıcın içinde ne var?” deyip kılıcı kınından sıyırmış.
O anda Arap - Üzengi oğlanın yakasından tutup, “Seni gidi seni! Benim sarayı gelip kılıcımı alırsan ha? Ben de şimdi sana gör bak neler edeceğim!” diyerek oğlanı alıp sarayına götürmüş.
Devanası daha önceden oğlana, “Eğer Arap-Üzengi seni tutacak olursa kırk gün sana türlü türlü marifetler gösterip, sonra da, öğrenmedin mi?” diyerek seni dövecektir. Eğer seni yakalayıp böyle yapacak olursa, dayak da yesen sakın, öğrendim”, demeyesin, diye tembih etmişti.
Arap-Üzengi oğlana türlü işler, türlü kılıklara girip çıkmak yollarını gösterir, sonra da, öğrendin mi?” diye sormuş. Ama her seferinde oğlan, “Öğrenmedim,” diye cevap vermiş.
Aradan kırk gün geçtikten sonra, Arap - Üzengi “Haydi ora dan, ben de seni bir adam sandım. Senin hiçbir öğreneceğin yok. Bana peri padişahının kızını getirirsen seni salıveririm,” demiş.
Oğlan canını kurtarmak için, “Peki,” deyip devanasının yanına gelir. Olanları devanasına anlatır.
Devanası da, “Ben sana demedim . mi? Niçin yaptın, şimdi ne edeceksin?” dedikten sonra oğlana şunları söyler: “Arap - Üzengi’nin istediği kız bir şehirde oturur, ama o şehirde hiç erkek yoktur, hem de oraya kimse giremez. 0 kız tılsımlıdır. Kızın oturduğu şehire bir erkek girecek olursa o vakit tılsımı bozulur. Ondan sonra da kim isterse o kızı alabilir. Bu yüzden de şehirdekilerin hepsi kızdır. Hem o devler, hem de Arap - Üzengi bu kıza aşıktır. Bunca yıldan beri onu almak isterler, ama tılsımı yüzünden hiçbiri oraya gidemez.
Senin ise oraya nasıl gideceğini ben de bilemiyorum. Arap - Üzengi’den hiçbir marifet öğrenmedin mi?” demiş. Oğlan, “Kuş kulağına girmesini öğrendim,” demiş. Devanası, “Hah, şimdi bir kuş olup, doğru o kızın olduğu şehre varırsın. Sarayın içinde bir havuz, üzerinde de taştan oymalı bir kafes vardır. Gidip o kafe sin üzerine konarsın.O vakit kızın tılsımı bozulur, sana yalvar maya başlar. Onu alıp Arap - Üzengi’ye götürürsün. Böylece sen de bu dertten kurtulmuş olursun;” der.
Oğlan hemen bir kuş olarak o şehre varır. Sarayın penceresi önüne konunca, kız bunu görerek, halayıklarına, “Aman bu ne güzel bir kuş! Pencereleri açın, belki içeri girer de onu tutarız,” der.
Halayıklar pencereleri açarlar, kuş içeri girip doğru havuzun üzerindeki kafese konar. Konduğu anda da kızın tılsımı bozulur. Kız, kuşun bir erkek olduğunu anlayarak. “Ey ademoğlu, şimdi ben de senin gibi oldum,” der. Oğlan silkinip insan kılığına girer. Kız artık tılsımının bozulmuş olduğunu her tarafa haberciler gönderip, isteyenin şehre girebileceğini duyurur. Babasına da bu oğlanla evlenmek istediği haberini ulaştırmaya kalkınca, . oğlan,
“Olmaz sultanım, benim babam bir padişahtır.
Kızı alıp yola çıkar. Arap - Üzenginin sarayına yaklaştıkları vakit, kız nereye götürüldüğünü anlayıp ağlamaya, bağırmaya başlar. Oğlan, “Sultanım, ben seni ölürüm bırakamam, ama başını kurtarmak için seni Arap - Üzengiye götürmek zorundayım,” demiş. Demeye kalmamış, saraya varmışlar. Arap . - Üzengi oğlanın kızı getirdiğini görmüş, “Gelme, gelme!” diye uzaktan seslenmiş. “Ben senden korktum. Benim bunca yıldan beri uğraşıp alamadığım şeyi sen aldın. Ben de kim bilir ne yaparsın? Kız da senin olsun, kılıç da. Yeter ki, yanıma gelme!” demiş.
Arap - Üzenginin bu sözlerini duyan oğlan kılıçla kızı alıp oradan geri dönmüş, aynanın olduğu bağa varmış. Devlet oğlanın kızla kılıcı getirdiğini görünce, onlar da, “Gelme, gelme! Biz senden korktuk. Sen hem Arap - Üzengi’nin kılıcını hem de bu kızı almışsın. Biz onların haklarından gelemedik. Kim bilir onlara ne yaptın? Biz senden korkarız. Kız da, kılıç da, ayna da, dallar da senin olsun!” diye bağırırlar.
Oğlan bütün bunları alıp devanasının yanına gelir. Biraz oturur, konuşurlar. Sonra da devanasının yanından ayrılıp kızla birlikte babasının olduğu şehre doğru kardeşlerinin geldiklerini görür. Üstleri başları kirli paslı, adam kılığından çıkmışlar. Neyse, birbirlerine kavuşup görüşürler.
Büyük oğlanlar, küçük kardeşlerinin aynayı bulduğunu, yanında da güzel kızın olduğunu görünce onu fena halde kıskanırlar. Biraz oturup dinlendikten sonra susadıklarına bahane ederek küçük kardeşlerini de yanlarına alırlar, su aramaya çıkarlar. Kızı da orada bırakırlar. Az ileride büyük bir kuyu görürler. Bu kuyunun üzeri demir bir kapakla örtülüymüş.
Küçük oğlana ,“Haydi, seni . aşağıya sarkıtalım da su kabını dolduruver. Kabı ipin ucuna bağla, biz yukarı çekelim. Sonra ipi sarkıtıp seni de çekeriz,” demişler.
Oğlanı belinden bir iple bağlayıp kuyuya sarkıtırlar. Oğlan inince kabı suyla doldurur, yukarı çekerler. Sonra da oğlanı kuyuda bırakıp, kuyunun kapağını örtmüşler.
Oğlan meğerse orayı atıyla gelmiş imiş. Oğlanın ağabeyleri atı orada bırakıp suyu alırlar, kızın yanına dönerler. Kız, oğlanın nerede olduğunu sorunca, onlar, ‘O biraz şuraları gezecek. Haydi biz yola çıkıp gidelim, o da arkamızdan gelir,” diyerek pılıyı pırtıyı toplar, kızı da alıp, yola koyulmuşlar. Onlar gidedursunlar, oğlan kuyuda bırakıldığını anlayarak çaresizlik içinde ağlamaya başlar. . 0 da orada ağlaya dursun, berikiler babalarının sarayına varmışlar. Padişah, ‘ küçük kardeşiniz?” diye sormuş.
Onlar da, “O bizden ayrıldı, bir daha bulamadık. Nereye gittiğini bilemiyoruz,” diye cevap vermişler.
Her neyse padişahın derdi günü oyna olduğu için oğlanı unu tur, aynanın sevinciyle gözü başka bir şey görmez. Kızı büyük oğlu ile evlendirir. Bunlar kırk gün kırk gece düğün yapmada olsunlar, oğlanın gözleri kuyunun içinde ağlamaktan kör olmuş. Hayvan da aç susuz, kuyunun kapağını kırıp, kuyunun içine doğru kişnemiş. Oğlan at orada olduğunu öğrenerek biraz kendine gelmiş, ferahlar, güçlenir, el yordamıyla kuyunun üstüne çıkmış.
Demeye kalmaz, iki kuş gelmiş, biri oğlanın sağ biri de sol omuzuna konmuş. Kuşlardan biri, “Benim yere düşen tüyümü şu oğlan bulup da gözüne sürse gözleri açılır.” Öbürü de, ‘Benim kanadımdan düşen tüyü bularak şu atın gözlerine sürerse, onun da gözleri açılır;” diye ötmüş.
Oğlan kuşdili bildiği için kuşları . öterek söylediği bu sözleri anlamış. Hemen elleriyle yerleri yoklamaya, tüyleri aramaya başlamış. Tüyün birini bulup kendi gözlerine, öbürünü de bulup atın gözlerine sürmüş. Hemen ikisinin de gözleri iyileşivermiş. Atina atladığı gibi doğru babasının oturduğu şehre varmış. Onu görenler padişaha haber vermişler.
Padişah oğlunu aratıp buldurup bağrına basmış. Nerelerde olduğunu sorunca da oğlan da başına gelenleri bir bir anlatmış. Bunun üzerine padişah büyük oğullarını o şehirden sürmüş, kızı da ona nikah edip, kırk gün kırk gecelik bir düğün kurmuş.
Onlar ermiş muradına, darısı dostlar başına...