Ettiği Teşekkür: 19
114 Mesajına 162 Kere Teşekkür Edlidi
:
ATATÜRK ve TÜRK DİLİ
ATATÜRK ve TÜRK DİLİ
Lâtince, Fransızca vb. gibi dünya dillerindeki her kelimenin etimolojileri yapılmış. Teori ile bir dönüş yolu açılıyor ama uygulama son derece yanlış. Ve o sıralarda Atatürk hastalanıyor. Güneş-Dil Teorisi’nin dil davasındaki müspet yönü tasfiyecilik ve özleştirmecilikteki aşırılığı durdurmasıdır. Fakat bu durumun yanında Sümerce, Hititçe, Arapça, Farsça, Lâtince, Fransızca ... vb. gibi eski ve yeni dillere ait kelimelerin Türkçe asıllı olduğunun iddia edilmesi, yurt içinde ve dışında tepkiler uyandırdı. Bu yüzden de teorinin manevî değeri ve itibarı sarsıldı. Bütün bunlara rağmen Güneş-Dil Teorisi hedefine ulaşmıştır. Bu teorinin gayesi, devrindeki tasfiyeciliği durdurmaktı. Bu durum hasıl olmuştur. Fakat bir taraftan da bu teorinin ortaya atılması, bir ilim meselesi olan dil konusuna bilgisiz ve yetkisiz kimselerin karışmasına ve söz sahibi olmasına sebep olmuţtur. Atatürk, bu üçüncü devrede, konuşma ve yazılarında, yeni kelimelerden kamutay, saylav, ulus, ulusal, siyasa, siyasal, tecim, ajun, genelik ... vb. gibileri yerine yaţayan Türkçedeki Millet Meclisi, millet vekili, millet, milli, siyaset, siyasi, ticaret, dünya, refah vb. gibi kelimeleri kullanarak tercihini belirtmiştir. Yani dilde aşırı ırkçı ve tasfiyeci olanların gürünüşünü terk ve reddetmiştir. 1937 yılının Eylülünden sonra da vefatına kadar Güneţ-Dil Teorisi’nden bahsetmemiţtir. Tasfiyeciliğin ve özleştirmeciliğin kesin olarak red ve terk edildiği bu üçüncü devrenin sonunda Atatürk, dil bayramını şu mesajla kutluyordu. “Dil Bayramı münasebetiyle bana karşı gösterilen temiz duygulardan çok mütehassis oldum, teşekkür eder, verimli çalışmalarınızda sürekli başarılar dilerim.” Görüyorsunuz ki Atatürk doğru yolu, orta yolu bulmuş, Türkçe kelimeler kullanıyor ama gerekiyorsa orada teţekkür ve münasebet kelimesini kullanmaktan da çekinmiyor. Kısacası 1932-1934 yılları arasında aşırı bir tasfiyecilik ve özleţtiricilik hareketi yapılmıştır. Bunun yanında belirli derleme ve tarama çalışmaları da yapılmıştır. Tasfiyeciliğin ve özleştiriciliğin temel noktasının yanlış olduğu görülerek konu ilmî bir çalışma sistemi içerisine sokulmak istenmiţtir. Ancak iki ţey bize mani olmuţtur. Birincisi Atatürk’ün 1936’dan hemen sonra hastalanmasý ve akabinde vefat etmesi. İkincisi Türkiye Cumhuriyeti’nin o zaman Türk filologlarından yoksun oluşu. R. Rahmeti Arat, Ahmet Caferoğlu, Abdülkadir İnan vb. gibi iki üç tane dil bilgini hocamız var. Onların ve birlikte çalıştıkları kişilerin o zamanki bilgileri de derlenen kelimelerin başka dilden olduğunu anlamaya yetmiyor. Mantı’nın, tayfun’un Çince olduğunu, kent kelimesinin bir Orta Çağ İran dili olan Sogdça olduğunu kimse bilmiyor. Doğu Türk lehçelerinden kelimeleri derliyorlar. Ţehir kelimesini Farsça ţahr kelimesinden geldiği için atıyoruz yerine öztürkçe diyerek baţka bir Farsça kelime olan kent kelimesini getiriyoruz. Baţţehir kelimesi baţkent hâlini alınca öztürkçecilik yaptığımızı zannediyoruz. Dolayısıyla o zamanki eksiğimiz Türk filolojisiyle uğraşan kişilerin olmayışı. Biliyorsunuz batı tipinde ilk Türk grameri Ana Hatlarile Türk Grameri başlığıyla 1949 yılında hocamız Tahsin Banguoğlu tarafından yazıldı. Ben, size Profesör Tahsin Banguoğlu’nun Türk dili profesörü olmasını anlatayım. Cumhuriyetin dil ve kültür ile ilgili meseleleri konusunda bu devrede yaşayan kişilerle bire bir çok görüştüm. Ayda bir defa Tahsin Banguoğlu hocamızın evine giderdik. Banguoğlu bir gün “Size bir hatıramı anlatayım arkadaşlar” dedi. “Siz göç yolları haritasının nereden geldiğini biliyor musunuz?” diye sordu. “Ben Ankara’da Gazi Terbiye’de genç bir öğretmendim” dedi. Bir gün sirenler çaldı. Ne oluyor diye sorduk. “Atatürk geldi” dediler. Atatürk aşağıdaki sınıflardan birine girmiş. Sınıfta Muhittin Baha Pars adlı tarih hocası ders yapıyor... Öğrenciler Atatürk’ü görünce eski yazı kitapları saklamışlar. Atatürk arkada bir sıraya oturmuş, “Ne yapıyordunuz Muallim Bey?” diye sormuş. Muallim: “Paşam Orta Asya’da Türkleri inceliyorduk” demiţ. Herkes biliyor ya Atatürk Orta Asya ile ilgileniyor. Atatürk: “Muallim Bey derse devam edin” demiţ. Muallim Bey diyor ki: “Türkler Orta Asya’da yaţayan göçebe bir kavimdir”. Atatürk “dur” demiţ “Muallim Bey, ifadenizi tashih ediniz”. Muallim Bey neyi tashih etsin. Kitap bu cümleyle baţlýyor. Kem küm etmiş. Bunun üzerine Atatürk tahtaya gelmiş duvarda asılı olan Orta Asya haritasında Gobi çölünü kırmızı bir tebeşirle daire içine almış. “Çok eskiden burada bir iç deniz vardı ve Türkler bunun etrafında müreffeh bir şekilde yaşarlardı. Ancak bu iç deniz kuruyup çölleşince Türkler göçtüler. Bir ok Bering Boğazı’ndan Amerika’ya, bir ok Kore’ye, bir ok Japonya’ya, Hindî Çini’ne, Hindistan’a, İran coğrafyasına, Arap coğrafyasına, Anadolu’ya. İşte Emin Oktay’ın tarih kitabında okuduğumuz göç yolları haritasının aslı bu.” Hemen haritayı büküp, Atatürk’ün el yazısı var diye hatıra olarak kaldırmışlar. Belki hâlen daha saklıyorlar.” İkinci saat Tahsin Banguoğlu’nun edebiyat dersi. Atatürk sınıfa girmiş, geçmiş arkaya oturmuş. Maiyetindekiler de kenarda sıralanmışlar. Atatürk: “Muallim Bey derse devam ediniz” demiş. Banguoğlu, “Ben Tevfik Fikret’in Sis şiirini inceliyordum” diyor. Sis’te Osmanlı İmparatorluğu’nun nasıl çöktüğünü, yeni bir devletin nasıl kurulması gerektiğinin yorumunu yaptım. Hiç ses çıkarmadan dinledi ve gitti kapıda bekledi, diyor. Ben de önümü ilikle- yerek yanına gittim. Atatürk: “Muallim Bey size bir soru sormak istiyorum. Tek başıma kalsam, şâh-ı devrâna kul olmam. Vîrân olası hânede, evlâd u ‘ıyâl var. Beytini akşam sofrada konuştuk. Namık Kemal’e ait diyorlar. Doğru mu? Banguoğlu: “Hayır efendim” demiş. “Bu Dertli adlı bir halk şairinindir.” Atatürk maiyetine dönerek: “Ben size demedim mi? Namık Kemal ihtilâlci adamdır, devrimci adamdır. Böyle kadına, çocuğa bağlanacak adam mı?” demiş. Atatürk sormuş: “Muallim Bey! Siz bu Dertli’nin ve diğerlerinin şiirlerini nereden buluyorsunuz?”. Banguoğlu cevap vermiş: Efendim, onlar cönk denilen üstten açılan kitaplarda yazılır”. Atatürk Banguoğlu’na dönerek “Muallim Bey lütfen o cönkleri okuyunuz ve Türk çocuklarına güzel şiirleri öğretiniz” buyurmuş. Banguoğlu diyor ki: Yıldızım o akşam parladı. Atatürk sofrada demiş ki: Bugün Gazi Terbiye’ye gittim. Bir tarih hocası içimi kararttı ama bir edebiyat hocası beni mutlu etti. Bu edebiyat hocasının elinden tutunuz. Emir telâkki etmişler. Banguoğlu hocamızı yurt dışına Türk dili incelemesi yapsın diye göndermişler. Böylece Saadet Çağatay, Tahsin Banguoğlu, Ahmet Temir, Hasan Eren gibi hocalarımız yetişerek Türk filolojisi konusundaki eksiklerimizi ikmal etme durumuna gelmişiz. Şimdi bakın. Atatürk Türk tarihinin içerisinde, Türk dilinin içerisinde. Bütün varlığını bu gibi kültür konularına vermiş, ayrıca vasiyeti ile de para desteği sağlamış. “Ben her şeyimi milletimden aldım. Tekrar milletime iade ediyorum. Ne kadar param varsa Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumuna bırakıyorum” demiş. Bundan başka bu kurumlara ne yapabilirdi? Ama 1938’den sonra olanlar? Bu Atatürk’ün çizmiş olduğu yoldan sapmadır. Çünkü bir kelimeyi gelip buraya yazdırdığınız zaman beş lira para alıyorsunuz. Tasfiyecilik kesilmeyerek devam etmiţ. Atatürk’ün çizdiği yoldan nasıl ayrılındı? Atatürk ‘Göktürklerden kalan anıt ve yazıtlar yayınlansın’ buyurmuş. Hüseyin Namık Orkun, Köl Tigin, Bilge Kağan, Tonyukuk ve diğer büyük yazıtları ihtiva eden birinci cildi Eski Türk Yazıtları başlığıyla 1936’da Türk Dil Kurumu yayınlarından çıkarmış. Sonra eser üç cilt daha yayımlanarak 1000 sayfalık bir külliyat hâlini almış. Atatürk ‘Eski Uygur belgeleri yayınlansın’ buyurmuş. Kalyanamkara ve Papamkara, Çaţtani Bey Hikayesi, Uygurca Üç Hikaye vb. gibi batıda ne yayımlandı ise tercüme edilmeye başlanmış. Atatürk ‘Eski sözlüklerimiz yayımlansın’ buyurmuş. Besim Atalay Bey Divanü lügati’t-Türk’ü çevirmeye başlamış, ‘Kutadgu Bilig incelensin’ buyurmuş. Reşit Rahmeti Arat metni hazırlamış, Kutadgu Bilig yayımlanmış. O zamanlar bununla da kalmamışlar. Bize en uzak Türkler kimler, Yakutlar, Çuvaşlar. Atatürk ‘Otto Böhtlingk’in Yakut Dili Sözlüğü’nü çevirin’ buyurmuş.. Ahmet Caferoğlu 18 ayda sözlüğün bir kısmını çevirmiş. Atatürk ‘Çuvaş Sözlüğü’nü çevirin’ buyurmuş. Atatürk Türk dünyasını bir bütün olarak almış. Çuvaş Sözlüğü, Kırgız Sözlüğü o zamanlar çevrilmiţ. Onun çizmiţ olduđu bu yol nereden geliyor? Arkadaşlar! Atatürk’ün bir konuşmasını hiç unutmayalım. Bir gün yapmış olduğu şu konuşma, bu sıralarda çok söyleniyor: “Arkadaţlar Sovyetler Birliđi bizim dostumuzdur, komţumuzdur. Ama onun içerisinde mazlum birçok millet vardýr. Bu milletlerin bazıları da Türk halklarıdır. Sovyetler Birliği günün birinde çökecektir. Oradaki Türk halklarının bazıları da bağımsızlıklarına kavuşacaklardır. Biz onlar bağımsızlığına kavuşacaklar diye, o günü beklemeyelim. Hazırlıklarımızı şimdiden yapalım. Ve o kardeşlerimize yardım edelim.” Bunu 1930’lu yılların ortalarında söyleyen Atatürk, bu yüzden Yakut Sözlüğü’nü, Çuvaş Sözlüğü’nü, Eski Türk Yazıtları’nı Türklüğün temel belgelerini, Anadolu Türkçesi’nin dışında olan belgelerin de yayımlanmasını, işlenmesini istemiş. İşte Banguoğlu hocamız diyor ki, Atatürk’ün vefatından sonra onun yolundan yavaş yavaş sapıldı. Tercümeler durdu, telifler durdu, sözlüklerin ikinci ve üçüncü cildi durdu ve yavaş yavaş da bunları yapanlar Türk Dil Kurumundan tasfiye edildi. Karşımıza 1950’li yıllar geliyor. 1950 ve 1960 arasında Türk Dil Kurumunda ciddî ve tutarlı çalışmalar yapıldı. Bunu inkâr etmek mümkün değil. Ben bu kurumun tarihini çok iyi bilen bir iki kişiden birisiyim. Birisi de Hasan Eren hocamız. Ben 1932’den beri buradaki bütün zabıtları tek tek çıkardım ve yukarıdaki odamda okudum. Ne olmuş, nasıl gelişmiş? Çok güzel çalışmalar yapılmış. Ama 1960’la 1980 arasında, burada iyi çalışmalar olduğunu söylemek mümkün değil. Bir defa 1960’la 1980 arasında her 4-5 yılda bir Türk imlâsına müdahale edilmiş. Her 4-5 yılda bir imlâyı değiştirmişler. İkincisi kelime kadromuza müdahale etmişler. Ben şimdi size rakamları vereyim. Ahmet Vefik Paşa gibi bir Türkçü kendi sözlüğüne Lehçe-i Osmânî ismini verirken 1900 yılında Şemseddin Sâmî Kamus-ı Türkî adını vermiştir. Şemseddin Sâmî’nin Kamus-ı Türkî’sinde 26.000 kadar kelime kökü vardır. 1980’de Türk Dil Kurumunun yayımladığı Türkçe Sözlük’ün yedinci basımında da 26.000 kelime vardır. Peki değerli konuklar! 80 yıldan beri bu dile hiç kelime girmedi mi de bir tane bile kelime artmadı. Türkçeyi yüzde 80 Türkçeleştirdik diye övünen kişiler aslında dili yüzde 80 fakirleştirmişlerdir. Kullanılan kelimeleri bu Arapça, bu Farsça, bu Fransızca, bu İngilizce, bu Grekçe diyerek dilde kullanılan kelimeleri atmışlar. Bin yıldan beri kullandığın kelimeler gitmiş yerine halkın bilmediği anlamadığı uydurmaları gelmiş. Bakın arkadaşlar, ben Cumhuriyet çocuğuyum, ben üniversitede yıllarca Osmanlı Türkçesi okuttum, bütün Türk yazılarını okurum. Ama benim kafamı kesseniz, ben artık müselles demem. Benim dilimde üçgen var. Dolayısıyla sözlüklerde eski kelimeler olacak, olmayacak değil. Kelime tasfiyesi olur mu? Sözlükler dil öğrenme kitabı mıdır? Sözlükler bir dilin hazinesidir. Siz hazineyi boşaltıyorsunuz. Sözlükler başvuru kitaplarıdır. Bilmediğiniz kelimelere bakarsınız. Bakın Sayın Bakanımın annesi (Devlet Bakanı Sayın Yılmaz Karakoyunlu’nun öğretmen olan annesi) oğlu kendisine bilmediği bir kelimenin anlamını sorunca ‘Sözlüğe bak oğlum’ diyormuş. Siz sözlüğün hacmini küçültürseniz, azaltırsanız, kelime kadrosunu dışlarsanız Türk halkı nasıl düşünecek? Başka bir örnek vereyim. 1979 yılında Mustafayev ve Şerbinin Türkçe-Rusça Sözlük yayımladılar. Kelime kadrosu kaç biliyor musunuz: 47.300. Yani Türkiye’de yayımlanan Türkçe Sözlük 26.000 kelime, Rusya’da yayımlanan Türkçe Sözlük 47.300 kelime. Hazırlayanlar diyorlar ki: Tanzimat Fermanı’ndan 27 Mayıs 1960’a kadarki Türkçe kelimeleri ihtiva eden belli başlı kitapları fişledik. Bu sözlüğün içerisinde bu devrede geçen bütün kelimeler vardır. Ben Tercüman gazetesinin Yaţayan Türkçemiz sütununda ağır tenkitlerde bulundum. Gönül kelimesi için Mustafayev’de 45 örnek var. Türkçe Sözlük’te ise 3 örnek var. Sonunda Türk devleti dedi ki: Buyur gel, otur, çalış! Son 20 yılda olanı size söyleyeyim. Türkçe Sözlük’te 75.000 kadar madde başı ve o maddelerin içindekileri de, eğer tek tek madde sayarsanız, 200.000 örnek var. Açın gönül maddesine bakın, 7. baskıda 3 örnek, 8. baskıda 75 örnek var. Deyimler, atasözleri hepsi Türkçe Sözlük’e girmiş. Yani benim buradaki genç arkadaşlarım bir yazarın bir cümlesinde bir kelimeyi bulamı- yorsa; açıp oradan bakacak. Bir sözlükte eski kelimenin bulunması o milletin aleyhine midir, lehine midir? İngilizlerin övündükleri Webster’lerinden yabancı kelimeleri atın, İngilizce kaç kelime kalır? Niçin onların kelimeleri 300.000-400.000 gibi de, bizim kendi dilimizin kelime hazinesi küçük? Bu soruyu kendimize sorarak cevabını çok düşünmek gerekiyor. Dolayısıyla tasfiyecilik hiçbir zaman doğru bir yol değildir. Bundan vazgeçilmeli. 1950-60, 1960-80 arasındaki iki durumu arz ettim. İmlâya ve kelime kadrosuna müdahaleyi. Üçüncüsü daha mühimdir. Bu ideolojik yapılanmadır. Bu kurumun içerisinde mesleği dil olamayan, mesleği edebiyat olmayan, 1932’den beri seçilen parti başkanları, parti üyeleri, Anayasa Mahkemesi üyeleri 622 kişi. Yani mesleği dil ve edebiyat olmayan yüzlerce kişi. Onların kendilerinin hatıralarından öğreniyorduk ki; bazıları Leninci, bazıları Maocu, bazıları Arnavutçu, bazıları Çinci, bazıları Nurcu. Bunu kendileri yazıyordu, dehşete düşüyorduk. Atatürk’ün Dil Kurumunun içerisinde böyle bir gruplaşma nasıl olur? Şimdi burada, bu salonda beni dinleyen benim çok muhterem büyüklerim var. Mehmet Önder üstadım var. Eski üyedir. Ankara’yı çok iyi bilir. Benim bu dediklerimi onlar canlı yaşadılar. Ama devlet buna bir yerde müdahale edecekti. Bana göre Millî Güvenlik Konseyi’nin Türk Dil Kurumunu Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 134. maddesinin himayesine alması ve 2876 numaralı kanunla Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumunun ilmî ölçüler içerisine alınması, onların ülkemiz için yapmış oldukları en hayırlı iştir. Aksi takdirde ne olacaktı? Sayın Bakan Yılmaz Karakoyunlu musikî kültürü olan bir insandır. Türk kültürüne âşık olan bir insandır. İyi de ud çalar. Akşam udunu eline alacak, akort edecek ve bir şarkı geçecekti. Bir olasılık daha var. O da ölmek mi dersin. Söyle tinim ne dersin?. Kavuşgung başka acun, sen bir yaşama karşılıksın. Şarkıyı böyle söyleyecekti arkadaşlar. İş buna gidiyordu. Yani ‘Vuslatın başka âlem, sen bir ömre bedelsin’i; ‘kavuşgun başka acun, sen bir yaşama karşılıksın’ diye çevirirseniz bu Türkçe mi olur? Biz dilciler, bizim mesleğimiz olduğu için Türk cemiyetinin hangi uçurumun kenarından döndüğünü gördük. Ben size bir şey daha söyleyeyim. Bu gibi kelimeler dışarıda hazırlanıp geliyor. Benim elimde delilleri var. Türkçe’deki Yeni Kelimeler Sözlüğü. Moskova’da hazırlanıyor. Kardeşim sana ne? Orada hazırlanıyor buraya geliyor. Bizlere tamim ediliyor. Ţu eski kelimeleri kullanmayın, şu yenilerini kullanın. Şimdi bunların üzerinde pek fazla durmayayım. Artık biz imlâ meselesinde belirli bir yola geldik. Artık Türkiye’de imlâ oturdu. Her beş yılda bir imlâda devrim yapılmıyor. Sözlük meselesinde de doğru yolu bulduk. Atalarımızın kullandığı kelimeler sözlüklerimizde olacaktır. Ama Türk Dil Kurumunun ölçüsü Türkçesini kullan olmalıdır. Biz Türkçe kullanıyoruz. Te’sir demiyoruz etki diyoruz. Kısacası sözlükler başvuru kitaplarıdır. Sayın Başkan açış konuşmasında vurguladı. İşi gayet iyi takip ediyor. Türkçe Sözlük’ün önümüzdeki yeni baskılarında yeni derlemelerle 150.000, 200.000 madde başı, 300.000 madde başı olan bir sözlüğümüz olsuna gideceğiz. Dergilerimize gelince Sayın Baţkan söyledi. 1933’ten Atatürk ölene kadar Türk Dili’nin 33 sayısı çıktı. 1951’de Türk Dili şeklinde ayrılana kadar 20 sayı bir çıktı, 15 sayı bir çıktı. 1951’den 2000 yılına kadar da 598 sayı çıktı. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı 1953’de başladı. 1983’e kadar 30 cilt çıktı. 1983’ten 2000’e kadar önce yayın kurulu üyesi, sonra Belleten’in Yazı Kurulu Başkanı olarak, daha önce kuranların kurma gayelerinden sapmadan, yani Agâh Sırrı Levend’in, Ömer Asım Aksoy’un kurma sebepleri ne ise onu aynen devam ettirerek bugüne getirdim. Türk dünyası ile 1990’dan sonra Atatürk’ün emri gereğince yakından ilgilenmemiz gerekiyordu. Bunun için değerli bir meslektaşımızı Prof. Dr. Fikret Türkmen’i görevlendirdik. İşte o da Türk Dünyası Edebiyat Dergisi’ni bugün 12 sayıya yükseltti. Üç periyodiğimiz var. 1983-2000’in hesabını biz size veriyoruz. Değerli konuklar! Biz Atatürk’ün vasiyetine geri döndük. Yakut Sözlüğü’nü çıkartıyorduk, Yakutça Grameri yayımladık. Altay Dili Sözlüğü’nü yayımladık, Çuvaş Sözlüğü’nü, Kırgız Sözlüğü’nü yeniden yayımladık. Önümüzdeki yıl 6 ciltlik Uygur Sözlüğü’nü yayımlayacağız. Biz Emir Necib’in tek cilt olan Uygur Sözlüğü’nü yayımlamıştık. Artık Türkiye dışındaki soydaşlarımız, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan müstakil devletlere sahip soydaşlarımız, ama Tataristan, Uygu- ristan gibi büyük grup olup Rusya’nın ve Çin’in hâkimiyeti altında olan başka soydaşlarımız da var. Bunların diline, kültürüne, edebiyatına, kelime kadrosuna aşina olacağız. Biz Azerbaycan’dan merhale karşılığında aţama’yı aldık. Artık onlar da nazır yerine bakan diyorlar. Yani biz onlardan etkileni- yoruz, onlar bizden etkileniyor. Bu şekilde kelime alışverişi yaparak Türkçemizi zenginleştirmek ve dışarıdaki soydaşlarımızla bütünleşmek emelimiz vardır. Bütünleşmeyi coğrafî sınırların kaldırılması olarak hiçbir zaman düşünmeyin. Köklerimiz bizi birbirimize bağlıyor. Kültür olarak birleşmemiz gerekir. Aynı dilin değişik lehçelerini kullanıyoruz, aynı kelime kadrosunu kullanıyoruz, aynı dine inanıyoruz, örfümüz, âdetimiz, kültürümüz bir, yani birbirimizle paylaşacak çok şeyimiz var. Dolayısıyla biz yayınlarımızı Türkiye dışı soydaşlarımızın sahaları ile ilgili olarak genelleştirdik, ama bu hiçbir zaman kendi ana dilimiz olan Türkiye Türkçesini ihmâl ettiğimiz anlamına gelmemeli. Biz bugün Türk diline kimsene bakmaz idi Türklere hergiz gönül akmaz idi diyen Âşık Paşa’nın Garib-nâme adlı eserini de Âşık Paşa’ya yakışır torunlar şeklinde renkli olarak eski yazısıyla, yeni yazısıyla tercümesiyle, üniversitelerde ders kitabı olacak bir şekilde, yayımladık. Kendi sahamızı asla gözden kaçırmıyoruz. Türkiye Türkçesi konusundaki çalışmalarımız derleme, tarama, telif, inceleme olarak devam ediyor, ama Türk dünyasını da kucaklıyoruz. Sayın Başkan, Bakanlarımız Millet Meclisi’ndeki Anayasa Görüşmelerine gidecekler diye konuşmasını kısa kesti. Onun söylemediği bir iki şeyi söylemek istiyorum. Bugün için bizim, Türk Dil Kurumu olarak, güncel olayların gerisinde kaldığımız anlaşılıyor. Yani olayların akışı bizim önümüze geçiyor. Güncel bir-iki konu söyleyeyim size, Euro karşılığında Avro mu diyeceğiz?, Öyro mu diyeceğiz?, Yüro mu diyeceğiz? Şimdi bunun gerisinde kalıyoruz veyahut daha güncel bir şey söyleyeyim, doğrusu olan Tâlibân mı diyeceğiz, yoksa merhum Adnan Ötüken’in diliyle söyleyeyim, dilini eşek arısı sokasıca spikerin dediği gibi Taliban mı diyeceğiz? Doğru şekil olan Pâkistân mı diyeceğiz , yoksa çok tanınmış 32. Gün yapımcısının söylediği gibi Pakistan mı diyeceğiz. İşte bu gibi güncel konular için Sayın Başkan Şükrü Halûk Akalın çok güzel bir basın bürosu kurdu. Başında da Türk basınının değerli bir temsilcisi var. Artık Türk Dil Kurumu olayları günlük yakalıyor ve günlük basın duyuruları ile halkı, aydınlarımızı aydınlatıyor. Bu da bizim bu sıralarda yapmış olduğumuz bir yenilik. Bunun acısını biz çok çektik. Müslüman bir ülkenin başkanı olan Ahmed Ţükrânî, Fransızca imlâsıyla Türkiye’de yıllarca Sukarno diye anılmadı mı? Sukaruno mu diyorsunuz? Adam hangi ülkeden geldi bilmiyorsunuz. Eski yazıyla okuyorsunuz ki adamın soy ismi Şükrânî imiş. O da bizden birisi. Yemenli meşhur petrol bakanının adını yıllarca Yâmânî diye uzun â’larla söylemediler mi? Türkçesi olan Yemenî yani ‘Yemenli’ telâffuzunu hangi spiker yapmıştır? Yani günlük olaylara müdahale etmek durumuna gelmiţizdir. Ben vaktinizi pek fazla almak istemiyorum. Yeteri kadar da aldýğımın kanaatindeyim. Bugün Türk dilinin emin ellerde olduğunu size açıklıkla söyleyebilirim. Niye emin ellerde? Çünkü biz gücümüzü Atatürk’ün bize direktifinden alıyoruz. Atatürk’ün direktifi burada, kürsüde arkamda asılı duruyor. Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, ţuurla iţlensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. Gazi M. Kemal (2.IX.1930) Atatürk bu dili şuurla işleyin diyor. Bu levha yarın buradan kalkacak, ama sözler Türk Dil Kurumunun girişinde duruyor. Kitaplarımızın üstünde duruyor. Dolayısıyla ben Türk Dil Kurumunun dil konusunda son 15-20 yıldır doğruyu bulduğu inancındayım. Çalışmalarımız devam edecektir. Yüksek Kurum Başkanının dediği gibi başka sesler de olacaktır. Tenkit de edileceğiz. Haklı iseler biz düzelteceğiz, haksız iseler doğru bildiğimiz yolda yürüyeceğiz. Demokrasilerde başka kişilerin görüşlerini dinlemek de bir fazilettir. Sözlerime son verirken hepinizin Dil Bayramını kutluyor, saygılar ve sevgiler sunuyorum.
Kaynak:gramerimizcom
--------------Tualimforum İmzam--------------
Açıklamasını istediğiniz modeller altına yazarsanız bildiğim kadarı ile yardımcı olmaya çalışırım.