Mezopotamya Mimari Krallık saraylarında ve tapınaklarda mimari, krallık ideolojisine hizmet eder, tanrıların gücüyse kralların meşruluğunu sağlar. Güçlü hükümdara, iktidarının gerçek göstergesi olan bir saray yaraşır. Eski Doğu’nun kralları, saraylar ve kentler inşa etmede çok başarılı olmuşlardır. Tanrılara gelince, onlar da unutulmamıştır. Dini mimarinin en beli örnekleri ziggurat diye adlandırılan katlı kulelerdir: Ur—Nammu (ykl. 2100) bunların en eskisi olan Ur Tapınağı’nı yaptırdı. Yeni Sümer mimarisinde Akkad’lara ait özellikler de vardır. Bunlar zengin bir düzeni yansıtırlar. Binanın bir yönde gelişen oda sistemi de Akkad’lardan geçmiştir. Avlu tarafında yapılan oda gruplanmaları ise Sümer anlayışına aittir. Ayrıca geometrik muntazam düzen de, Sümer mimarisinin özelliğidir. Binalarda dış duvar, kuvvetli ve kalın bir beden gösterir. Ur’daki Ningal Tapınağı’nda bu geometrik düzenin ve bina teşkilatının karışık planını görüyoruz. Bu binada da Akkad’ların bir yönde gelişen odalar sistemi ile Sümerlere ait salon etrafında toplanan oda düzeni vardır. Ayrıca binada genişliğine bir gelişim görülür. Genel olarak gerek Ur’daki Ningal Tapınağı’nda, gerekse Eşunnak’taki (bugünkü Tell-Asmar) kral III. Şu-Şin’in Ur devrindeki (M.Ö. 2.000) saray ve tapınağında iyi bir bütün olmakla birlikte ayni özellikleri görülür. En ünlü ziggurat ise Babil’deki Marduk Tapınağı’dır (M.Ö.VI.yy). Krallardan, Sargon (ykl. 2300) Akkad’ı kurdu ve torunu Naram-Sin onun mirasını zenginleştirip güzelleştirdi. Ne var ki, III. Bin yılın sarayları bugün hemen hemen tümüyle kaybolmuştur. Daha sonra, MÖ XIX. ve XVIII.yy. larda krallar hâlâ, Larsa (bugün Senkerah) ve Mari (bugün Tel Hariri) gibi yerlerde resmi çalışma bölümlerini içinde oturulan kanattan ayıran birçok avlulu saraylar yaptırdılar. Ama bunların da katları yıkılmıştır. MÖ XIV. yy’dan başlayarak, Kasit krallarının etkisi altında ve özellikle Babil’de yeni binalar yapıldı. Bunların anıtsal karakteri gerçekten göz kamaştırıcıdır. Saraylar bu dönemde artık merkezi bir avlu etrafında kümelenmiş birçok binadan oluşur (M.Ö. XIV. yy’a ait Dur Kurigalzu örneğinde olduğu gibi). Ama Kassitler döneminin karakteristik yapısı Uruk’taki İnanna Tapınağı’dır: duvarı tuğlayla örülmüş ve oyuklara içlerinden su fışkıran vazoları taşıyan tanrıça ve tanrı figürleri yerleştirilmiştir. Asur’da da krallar aynı aşırılıklarda binalar yaptırdılar: Irak’ta Kar Tukulti-Ninurta Sarayı (MÖ XIII. yy),daha sonra da Kalah Sarayı (M.Ö. IX. yy) bunlara örnektir. Kral II. Sargon ise, VIII. yy’da Dur Sarukkin kentini ve kuşatma duvarının dışına çıkma yapan sarayı yaptırmıştır. Sarayın girişinde tunçtan aslanlara yaslanan dört sütun üstüne oturtulmuş bir revak vardı. Bunlar bit-hilani denilen Suriye’nin kuzeyindeki sarayların mimarı Sargon’un halefleri, Dur Sarrukin’i terk ederek Ninova’ya yerleştiler ve orada kendi saraylarını yaptırdılar; bunlarda da şatafata ve gösterişe olan meraklarını sezmek mümkündür. M.Ö. VII. yüzyılda birçok yapıların yapıldığını görüyoruz. Fakat bu yapılarda yeni bir inşa tekniği görülmüyor. Zengin, geniş bir ülkenin muhteşem ve mutlak kralı için büyük sarayların yapılması gerektiği doğaldır. Hatta bunlara zamanla yeni ihtiyaçlara göre yeni kısımların katıldığı görülmektedir. Bu, doğu anlamında bir yapı anlayışıdır. Ek inşaatlarla büyültme, Eti’lerde ve Osmanlılar’da da vardır. Kale inşaatlarında ayrıntılı bir şekilde düşünülmüş plan dikkati çekiyor. Tapınak plânı geleneğin bol olanaklarından yararlanılıyor. Geniş, fakat uzunlamasına bir salona yandan giriş yapılıyor. Binanın içine girenin böylece tapınma yerine doğru bir yarım dönüş yapması gerekiyor. Bu uzun salonlu tapınaklar, esas tanrılar olan İştar ve Asur’a aittir. Naram-Sin zamanında kuzeyde ve Asur’da, Gaura tepesindeki tapınaklarda gördüğümüz, girişten altara doğru uzanan salonu, Anu ve Adad çifte tapınaklarında görüyoruz. Burada, her iki tapınak önünde de bir giriş yeri yapılmıştır. Ve bu giriş kapısından tapınağın içine girilmektedir. Tapınağın dış yüzleri plak rölyeflerle kaplanmıştır. Dış süslerin bu rölyeflerden ibaret olduğu kabul edilmektedir. Adnan Turani, Dünya Sanat Tarihi II. Nabukodonosor ile (MÖ VI. yy), yüzyıllardan beri eski ününü kaybeden Babil, bir kere daha büyük bir başkent oldu. Saray, kent surlarıyla iç içedir. Esas kentin dışında ikinci bir saray yükselir. Kent kulelerle donatılmış iki sıra surla kuşatılmıştır. Kapılarından biri (İştar kapısı), istihkam çıkıntısı iki kuleyle korunmuş ve tuğla duvarları yürüyüş halindeki birtakım hayvan frizleriyle süslenmiştir. (…)Fakat bu zamanda şehircilik bakımından Babil’in en muhteşem binaları yapılmıştır. Babil’de II. Nabukadnezar’a ait sarayın önünden geçen caddenin her iki tarafındaki duvarların alt kısımları çini ile kaplanmıştır. Halen Berlin’de olan bu muazzam cadde, o devrin bütün inceliğini göstermektedir. Saray duvarlarının öteki kısımlarında çinko kaplı kuleler vardı. Bu caddedeki duvarlarda bir band halinde olan çiniler üzerine, aslan ve silahlı askerler yapılmıştı: Bu caddelerden geçen yabancıların üzerinde bu muhteşem dekorların, korkutucu bir etki yapacağı düşünülüyordu. Koyu mavi üzerine açık mavi ve sarı renkte rölyefler yerleştirilmişti. Bu muhteşem dekorasyon, Sümer anlamında bir dekorasyondur. Renkli fayans-giyim üzerindeki figürlerin rölyefi, yuvarlak ve çıkıntılı olup kuvvetle modle edilmişlerdir. Kale kapıları ve yan bölümler, üst kısımlara kadar fayans ile kaplanmıştı. Bu kısımlara ayrıca gene renkli rölyefler halinde boğalar, efsane canavarları birer bekçi gibi yerleştirilmişlerdir. Renkli giydirmede kudret ve hak, kuvvet ve zevk yanyana ifadesini bulmaktadır. Bu nitelik, Geç-Babil sanatı için karakteristiktir. Adnan Turani, Dünya Sanat Tarihi Saray süslemeleri Saray, baştan aşağı hükümdarın kişiliğini yücelten sahnelerle süslenmiştir; çünkü kralın sürekli olarak övülmeye ihtiyacı vardır. Dikilitaşların ve heykellerin de bütün amacı budur. Bu ikonografi çok sayıda yazıtlarla tamamlanır ve yorumlanır. Saray duvarları fresklerle kaplıdır. Boyalı dekorlar, genellikle bölmeli mimariyi hatırlatır. Bilinen en eski duvar resimleri, Mari’deki saraydan çıkmıştır (MÖ III. binyılın sonu ile II. binyılın başı arasına tarihlenir). Kabul salonlarını süsleyen resimler genellikle haberci, asker, balıkçı figürlerinden ve tanrılara sunulan kurbanlar ile onurlarına saçılan şarapları canlandıran sahnelerden oluşur. Salonlardan birinin duvarları taç giyme törenine ait bir sahneyle süslenmiştir: kişilerin duruşlarındaki saygı ve heybet, sembolik hayvanların duruşu gibi dikkat çekicidir. Kar-Tukulti-Ninurta harabeleri arasında bulunan bazı ilginç kalıntılar, stilize bir ağacın etrafında yer alan çeşitli arma, hayvan veya canavar figürleriyle kaplı bir panonun yeniden bir araya getirilebilmesini mümkün kılmıştır. Dur Kurigalzu’daysa, yürüyüş halindeki insanları ve çiçek temalarını işleyen kompozisyonlar bulunmuştur. Kişilerden birinin sırtındaki saçaklı harmani, Asurluların kral kıyafetine benzer: buna sonraki yüzyılların Asur Sarayın girişinde insan başlı, kanatlı boğalar kafalarında tanrıların tacı ile koruyuculuk yapıyor, yanlarında aslan terbiyecisi kahramanlar onlara eşlik ediyorlardı.