![]() |
Olcay Yazıcı Şiirleri Arınış Şehir sahrasında süreğen sıcak Kanatır sabrımı keskin bir bıçak Ne bilir melâli, süfli-uygarlık Bu bir gönül işi, ince duyarlık Arşı saran çığlık, sûr’u andırır Bir damla, deryayı dalgalandırır Kurşunlanmış gibi sancılanır cân Bu bir iç kırılış, bu bir iç buhran Herşey, su üstüne yazılan yazı Hüzün ruhumuzun gizli niyazı Âteş ırmağıdır nefsin yunağı Boşalır ansızın his sağanağı Yakar düşünceni âfet bir edâ Gelir hayâline girer süveyda Ekin neden özler bunca yağmuru Gözyaşında arınış var dupduru Uyanır kalbinde buruk bir anı Dirilir-depreşir efkâr zamanı Hasret bir ceylândır, ürker ve kaçar İnsan hep gurbetten gurbete göçer Vedâ limanına gemi yanaşır Herkes tufanını içinde taşır Bağlanırız, tul-i emel güderiz Sonra bir gök-ata biner gideriz Ömür kısa, hikâyemiz uzundur Cümle âlem bu zindanda mahzundur. Olcay Yazıcı |
Arzu’ya Şiir Arzu’ya Şiir "Âşık-ı sâdık menem, Mecnun’un ancak adı var" Fuzûlî Ne zaman hislerim sana meyletse İçimden ağlayan bir bulut geçer Kader beni sırat üstü eğletse Bakışların kalbimi kırka biçer Gökkuşağı çizgisini aşarak Bilsem, bu âşk sana nasıl ulaşır? Uçurumdan uçuruma düşerek Şiir melâlimi sonsuza taşır Ey kılcallarıma yürüyen usare Cemre düşür düşlerin buzdağına İkliminde dirilmek hasretime tek çare Lâlezarlar değerken alevden dudağına Yakar tenhalarda açelyaları Arzunun âteşiyle tutuşan kar Noksanın sayılır hüzün yılları Cehennemin olur, gecikmiş bahar! Sen gülünce körpe bir gül kırılır Nevruzunu yaşar kızışan kanım Bütün güzellikler benden sorulur Ben kanmayan hayalî Don Juan’ım Kavil üzre sana sundum arzımı Gel ki yeni baştan kurulsun dünya Yeryüzü cenneti, çılgın bir hülya Kâtipler kaydedin bu son arzumu Kim bilir belki de bir ağıttır bu Sevdalar sırrını saklar yarına Çiçek kokuları sarar tabutu: Gün doğar ruhumun ufuklarına! Olcay Yazıcı |
Ayna Ayna Firuze bir efsane, hayat denen sonsuz güz Aynada doğarız biz, aynaya gömülürüz Kırılgan âlemlerde hayaller ışınlanır Aldanır düş kurarız: aynalar kurşunlanır Mecnûn’un sevdasıyla saydamlaşır kızgın kum Suret suret içinde, aynada bin uçurum Ayna mecaz-serencam, sırattan ince sanat "Rindin bize tan vakti eriştirdiği feryat!" Semada hikmet burcu, bulut ebrusu nakış Lisan-i hafî ile eşyaya sırrî bakış Ayna aynaya gurbet, ayna aynaya zulüm Aynada nûr âyini, şeb-i arus ve ölüm Ne varsa mâsivâda ayna içinde esir Aynada gül yangını, ayna küskün, münkesir Sihirli gündönümü, esrarengiz nev-edâ Ayna bir ayrılıştır, buruk, hüzünlü vedâ Firuze bir efsane, hayat denen sonsuz güz Aynada doğarız biz, aynaya gömülürüz... Olcay Yazıcı |
Bahar-nâme Bahar-nâme Cemrenin yeni günü Kardelen kış sürgünü Uyandı kara toprak Şebboylar kar gibi ak Mahzun hislere vedâ Bitti leyle-i leylâ Mesrur eder insanı Mevsimlerin sultanı Sâki, âb-ı hayat sun Esrarlı, aşkın füsun Hercaice uçuklar Açıldı tomurcuklar Dilâranın duruşu Zümrüt-ü Anka kuşu Baharat yüklü kervan Çimenzar elvan elvan Âteşin bir endişe Diren bu dirilişe Yalazlandırır buzu: Kalbimizin nevruzu Mart’ın yirmi biridir: Sabreden gök-eridir Tabiatın dokusu Sümbül Sinan kokusu Tılsımlı bir canfeza Büyüleyen yakaza Şimşek çakar nâgehan Neşve bulur tüm cihan Erguvanî bir yağmur Şiirli, lirik mezmur "Vakt-i çeragan gelmiş" Mümkün değil becayiş Gülşen cennete nîşan Vecd içinde dervişan Müjdecisidir nâs’ın Hızır ile İlyas’ın Revnaklı bir nûr-dağı Şeddat’ın İrem bağı Ol ismiyle müsemma Remiz: esma-i hüsna Esenlik, kutlu sabah Gönüllerde inşirah Ulvî eleğimsağma Arzdan semaya ağma Gül filizi: Elif-lâm Lâ-teşbih ü lâ-kelâm. Her bahar Ruh bahtiyar... Olcay Yazıcı |
Baharsız Şehir Baharsız Şehir Düşlerin kışında üşür ellerim Ben taşralı, yüreği yangın çocuk Yalnız mezarlıkta açar güllerim Ben taşralı, yüreği yangın çocuk Gönlümde hasreti masum aşkların Sürgün coğrafyada değişti iklim Uçurum çiçeği, dünsüz bir yarın Kutsal haremimde bu yabancı kim? Dağların ıtriyle dirilirim ben Sitelere sığmaz, ezilir ruhum Rüzgâra çağrıdır açtığım yelken Direnen son ümit, son efsunlu mum Sevgi bir efsane, dostluk bir masal Cinnet-hücrelerde bilenmiş kinler Bütün erdeminle, merkezinde kal Milyar yıldır bunu söyler ekinler Yitik bir kuşlukta bozuldu büyü Bir can-eriğine değmez gökdelen! Höykür içindeki esir türküyü Başlasın yeniden o soylu şölen. Olcay Yazıcı |
Bir Ölüm Denemesi Bir Ölüm Denemesi Sen köpükler içinde pür-neşe Ben kapı aralığında bakarım güneşe Ben hep ölümü düşünürüm Ölüm, ölümsüz efsane Sen sevinçlerini tararsın aynalarda Aynalar sırattan ince Aynalar ayrılır hayatımızdan Ölüm aynalara değince! Sen aşkları az bulursun Bir hayale kanan benim Sen türküler tutturursun Ölümleri anan benim Sen güllere dokunursun Âteşlerde yanan benim! Olcay Yazıcı |
Çatışık Çatışık Korkuların çölünde Ruhum tedirgin, Ceylân İnsan!: Ne demektir o? Bilmiyorlar, Küheylân! Sen yediveren çiçek O gönül bilmez arı Uyumsuz, kaynaşmasız Niye böyle, Gülsarı? Yıldızımız çatışık: Ney söylesen aykırı Her çehre bir cehennem! Olur mu, Demirkırı? Al beni, kaçır beni Çiftele, çiğne Doru! Terk etsin hafızamı İnsan olmanın zoru.. Sevgi yoksa..ne kaldı; De hadi, Karayağız Şu bulanık camları Ne zaman kıracağız? Olcay Yazıcı |
Derviş Derviş Çatallı yolağzında şaşırıp kaldım Derviş Söyle hangi patika güldağına gidermiş? Uçurum kenarında düşle-ölüm gerçeği Ne zaman yeşerecek bu sahranın çiçeği? Göğsümün ortasında âşk nişânesi bıçak Buz tutmuş aynalarda kan tütüyor sımsıcak! Alınımdaki çiğsime azabımdan sızan ter Bu suskun başkaldırış isyandan daha beter Hücreme ışık düşür, zindanıma kapı aç Beni bir sen anlarsın, ipe çekilen Hallaç! Yeter artık, bu çığlık yüreğime sığmıyor Yalvarırım hüznümü şerre değil, hayra yor Çatallı yolağzında şaşırıp kaldım Derviş Söyle hangi patika güldağına gidermiş? Olcay Yazıcı |
Dilsiz Dîvan Dilsiz Dîvan Çağların yüz-akında gül-şafak rüzgâr eser Küskün Dersaadet’te sürgün bir düş gülümser Hüzzam melâlimizi mahfuz tutan medrese Artık mümkün değil mi, geri-dönmek o sese Tılsımlı yazımıza kılıçlardan kan/atlar Hoyrat süvarisine gücenip gitti atlar! Hatt-ı Hümayûnları kemiren hain böcek Ah dîvan, dilsiz dîvan, düğümü kim çözecek? Kuşatılmış kal’anın burcunda şavkıyan ay Milâdî mitoslara mağlup düşen gök-saray Sığınmış tenhalara melûl-mahzun minyatür Bir derviş edâsıyla susar elifte ötür Hüzzam melâlimizi mahfuz tutan medrese Artık mümkün değil mi, geri-dönmek o sese? Olcay Yazıcı |
Direnen Şehir Direnen Şehir Aynalar hicaptan içine kırık Efsunlu fanusta ışık ve katran Duygular ağıtlı, hasretler lirik İblis şöleniyle çevrili dört yan Yedi-uyurların ilk şaşkınlığı Taşralı arkadaş, ne ki bu hüzün? Çığırından çıkmış çağ taşkınlığı Esenliği uçup gitmiş gündüzün Ağa camiinin acısı derin İki gözü iki çeşme ağlıyor Dersaadet, bu mu senin kaderin? Sınanışın hikmetini hayra yor Ruhumu sıkıyor beton ve çelik Hani masalların gökçe kuşları Aşkın duyarlığım etmez metelik Alaya alınır gönül düşleri Kaç kalbi ansızın hiçliğe iter Faili bilinen âşikar kurşun Kışkırtıcı edâ: düşmandan beter Alev sütunları yıkan sarışın Çavlan bir çığlıktır hayat ırmağı Eğreti, hükümsüz sabun köpüğü Örtüler sonsuzu örümcek ağı Kim nasıl kıracak saydam kabuğu? Yaşatır iffetli efsanesini Ucu işlemeli, sevdalı mendil Yanık bir ezgide gizler sesini Yaban rüzgârlara yenilmez kandil Masum hayallerle uyan uykudan Kısmetin açılsın, talihin dönsün Tutun fırtınaya nâzenin fidan "Vücut ikliminin sultanı sensin!" Pera’nın parfümlü odalarında Hâlâ oynaşmada ecnebî bir dul Dünün endişesi yaşar yarında Yeniden fethini özler İstanbul! Olcay Yazıcı |
Erdem Emekçileri Erdem Emekçileri Bulutlara yükselip, göğe taşarak geldik Ak süt köpükleriyle kanı aşarak geldik En soylu kavga için pusatlanmış çeriyiz Bizi yorumlayamaz, bu çağdan içeriyiz Gülsuyu sentezinde yok edilmiş kinimiz Sevgi doğurganıdır gök-muştu ekinimiz Işıktan kentler kurduk, nur yüzlü bekçileri Grev nedir bilmezler erdem emekçileri Bir gel çağrısı ile açılır şölenimiz Dirilişi onaylar vurulup ölenimiz. Olcay Yazıcı |
Eylül Kuşağı Eylül Kuşağı Namluya sürülmüş bir deli-fişek Geçtik eylüllerin gökkuşağından Erotik düşlere serilen döşek Ergen umutların çılgın çağından! Bildik, tekerlekler nice dönermiş Acılardan servet üreten mantık Sinagog önünde bir yığın ermiş, Dolu-dizgin aşka gelip tıkandık. Gün/doğdu sirkinin güz kampanyası Herşeyin ucuza gittiği pazar Çenginin elinde bir yılantası, Çağdaş âyinlerde döngü ve nazar. Bekleşiriz, yedi-uyurlar gibi Ne gün rüzgâr eser, dağılır bulut? El-pençe eğilip ‘buyur’lar gibi, Benlik şatosunda sihirli flüt. Eski sayfalarda efsun kokusu Tapınmaya benzer bir özge şafak Değişim: çeliği paslandıran su İki câmi arasında yaşamak! Olcay Yazıcı |
Eylül’ün Kırdığı Gül Eylül’ün Kırdığı Gül Yiğit, körpe ölüler; ağıtsız geçti çölü Destanlık öykümüzü güne anlat kırgülü! Kılıçlar kılıçlarla öpüşerek bilendi Aşkların taşrasında bir umut türkülendi Bizdik ateş hattında yenilmeyen ergenlik Kanın aydınlığında şafağa düşen tetik! Metropol üstümüze yürürken ordu ordu Biz değil, asıl bizden şehirler korkuyordu.. Bir anafor içinde kurşunlarla doğanlar Beyazıt meydanında üşüyen sloganlar Kimdi bize gösteren bu karanlık sokağı? Atıldık dolu-dizgin fikrimizde bukağı! Kuşkulu kuşluklarda buz tutmuş nilüferler Şimdi yol ayrımında küskün, yorgun neferler Sitemkâr satırlara sindirilmiş öfkemiz Eylülün kırdığı gül, yeni eşkine remiz.. Yiğit, körpe ölüler, ağıtsız geçti çölü Destanlık öykümüzü güne anlat kırgülü! Olcay Yazıcı |
Gecenin Şiiri Gecenin Şiiri Sanki şiir-burcundan âşk ve ışık akıyor Sanki ulvi bir âteş kandilleri yakıyor Sanki bütün suretler aynaya resmedilmiş Sanki göğün esrarı cihan mülkünü silmiş Sanki Nâs duasını ezberliyor karınca Sanki çığlık kopacak gün sabaha varınca Sanki düş-kumaşını yırtıyor yarasalar Sanki ölümsüzlüğü öğretiyor yasalar Sanki kuşluk vaktinde dağlarda kurt uluyor Sanki çölün Mecnûn’u, Leylâ’sını buluyor Sanki sâba faslını fısıldıyor nehirler Sanki gül yağmuruyla arınıyor şehirler Sanki eleğimsağma kuşatmış dağı-taşı Sanki kutlu bir sefer öncesinin telaşı Sanki esir sûfîler hu çekiyor derinden Sanki göç hazırlığı, gün doğmadan, erinden Sanki bir kuş ordusu uçuyor mâverâya Sanki Nuh’un gemisi yanaşıyor karaya Sanki levh-i mahfuza kaderler yazılıyor Sanki kûn hitabının hikmeti seziliyor Sanki hüküm-saati işliyor sessiz-suskun Sanki arşı bürümüş, tarifsiz, aşkın-efsun Sanki tekrarlanıyor Sâd ve İsra sûresi Sanki tavaf halinde dönüyor yerküresi Sanki gizli bir niyaz buzdağını deliyor Sanki tüm münâdiler esenlik müjdeliyor Sanki Sümeyye gibi bu çağın öleni var Sanki arz ve semada diriliş şöleni var Sanki vedâ-gecesi, üzüntünün, elemin Sanki öte-çağrısı yüceltilmiş Kalem’in Sanki yenileniyor ne varsa söze dair Sanki çözmek üzredir oluş sırrını şair! Olcay Yazıcı |
Göz Değmemiş Orkide Göz Değmemiş Orkide Binbir hayal tüllenir ağıtlanan türküde Ağlar aynaya karşı göz-değmemiş orkide.. Mahzun bakışlarında mahrem bir meltem eser Hurilerle Gılmanlar kavil üzre söz keser Acının ilkyazına kar yağar ince ince Bir gül utangaçlığı: gün dönüşür sevince Sihirli kırçiçeği âşk esrarınca salın Sen hüznün sultanısın, yazılmamış masalın Dağların doruğunda süt-beyazı gök-bulut Kurt kapmış özlemlerin bitmeyen yasını tut! Kuşatılmış şehirde boz-bulanık bir hayat Al götür bu diyardan rüyamızı gökçe-at! Olcay Yazıcı |
Gül Düğümü Gül Düğümü İnsan ilk nefesini son korkuyla alır ya: Erguvan akşamlarda bir hüzündür süreyya Görebilmek sularda zübde-i cemâlini Ömrümüz gül düğümü, Yunus bilir hâlini Ölüm erken uyarı: en yakınımızda, bizden Ne kalır ki sonraya isyan günlüğümüzden? Sen kendi âteşinde, sonsuzu yürü atın Terk eder kabrimizi öpen, doğuran kadın! İnsan ilk nefesini son korkuyla alır ya: Erguvan akşamlarda bir hüzündür süreyya... Olcay Yazıcı |
Gündönümü Gündönümü Kurşun gibi atıldım yalnızlığa, Mevsimlerin gündönümü ne zaman? Özlemlerim sürgün benden uzağa Düş sancısı yüreğimde ısırgan! Tara saçlarını gün nefes alsın Açılsın saksıda üzgün menekşe Bütün hikâyeler yarıda kalsın Asıver renkleri mavi güneşe. Çamaşır ipinde bir yalın çığlık Ömrümüzün vitrinidir balkonlar Çift sesli fayanslar çıplak ve ılık Özgeçmişin kitabesidir onlar. Düşmez aynalara o alev-imaj Ses dönüp dolaşır sesini bulur Buruşur, katlanır ve ölür kumaş İnsan desenlerde nesini bulur? Gönlümün ırmağı akar kâğıda Bir şeytansı resim olur yaşamak Cevap gelmez bu trajik ağıda Soyut bir eylemde ruhun kaçamak! Devran böyle, çarkı kim durduracak? Yılkıya sürülmüş sevgi atları Gökler öfkesini yağdı yağacak Üstümüzde korkunun pusatları. Gece, mutsuzluğun hüzün tanığı Mecburen işlendi-belli-cinayet Bakışların belki en utanığı, Âyetleri izlemekte nihayeti. Olcay Yazıcı |
Hüdâyi Hüdâyi Evvel ilham, âhir sözdüm Kabukta kilitli özdüm Oluş şifresini çözdüm: Dîvan kuruldu Hüdâyi Sular duruldu Hüdâyi Hikmeti düğümlü dildim Eşyanın sırrını bildim Bütün eldeleri sildim: Yeğnildi yüküm Hüdâyi Kaygım, ‘son hüküm’ Hüdâyi! Korkularım, melâlim var Yıllar yılı gönlüm hep dar Bir ‘kapı’ oldu Üsküdar: Alevdim, söndüm Hüdâyi Hüdâ’ya döndüm Hüdâyi Kırk yıl ne geçti elime? Cemre düşürdün çölüme Aşkın şerh oldu ölüme: Zamanı böldüm Hüdâyi Ölmeden öldüm Hüdâyi! Köhnelikte ‘düş sarayı’ Esrar perdeler ara’yı Buldum arayı arayı: Gül özünde bal Hüdâyi Dergâhına al Hüdâyi Görklü Çalap, keremi bol Derya içre ‘emin bir yol’ Bîçareyim, mürşîdim ol: Hüznümü dağıt Hüdâyi Bitsin bu ağıt Hüdâyi! Olcay Yazıcı |
İbrahim’e Su Taşıyan Karınca İbrahim’e Su Taşıyan Karınca İnsana en kutsal öğüdü verir: İbrahim’e su taşıyan karınca Hasret ateşinde buzullar erir Ümit baharına, aşka varınca Çıktığımız sefer iç yolculuğu Kırılgan gönüller küser-incinir Berrak, duru; saf sevgiler oluğu Yalnızlık gurbeti: mücerret-zincir Ne desen bu efkâr sinmez kâğıda Bıçak ucu uçurumlar sıratı Terk edilmiş eski masal dağı da Ey süvari, gök-burcuna sür atı Kokla alevdeki o serin gülü Arzular ceht ile erer menzile Hayat serüveni: düş kuran ölü Dilersen, sonrasız olanı dile Bilge bir cân gibi hikmete ulaş: Kaç mevsim dirildi şu narin eşkin? Akşamlı gün için niye bu telaş? Öte bir idrak ol, eşyadan aşkın İnsana en kutsal öğüdü verir: İbrahim’e su taşıyan karınca Hasret ateşinde buzullar erir Ümit baharına, aşka varınca. Olcay Yazıcı |
Kıyas Kıyas Kayaların üstünde ürperen yayla gülü Tutukluyuz arafta: bütün eylemler ölü! Dağlar bir kartal gibi silkinirken derinden Şehirler esrarını uçurmuş ellerinden Ufkun şahdamarını keserken efsun-ışık Hazlar metropolünde bütün ruhlar sıkışık! Mefisto serencâmı, aldatan tayf-mekân Oluşlar tufanına renk-buğusu camekân Hasretler ilkyazında ne ki bu filiz-kıran? Kar altında papatya çığlığımı haykıran! Rahmet dönencesinde dört-yanım sahra kumu Niye dûalar değil, kâbus böler uykumu? Nevbaharlar sürgünü, çöllerde yorgun atım Yürü yürü eksilmez, bin yıl uzar sıratım Ey esrik tütsüleniş.. bilirim söneceksin Bu âfet-kuruntudan melâle döneceksin Göğün uçurumunda uçuşan ışık-tozlar Eşyanın ötesini yansıtan yakamozlar Gönlüm kırkikindide kuşkulardan münezzeh Sana gül-bana ağla: Rabbim istemişse..eh! Olcay Yazıcı |
Kuşatma Kuşatma Kara bir örtüyle sarıldı güneş Yitirdi sihrini bütün yıldızlar Söndü uçurumu gösteren ateş Kuşatma altında bir vicdan sızlar Kimdik, sayfalarda izi kalmamış Hani biz, hani o silinmez mühür Çölün ortasında susayan kamış Zincire vurulmuş, dizginlenmez-hür Nerde kıtaları öpen dolunay Sultanların ak-yazılı tuğrası Şuursuz menzile gerdirilen yay Memalik’in ürkütülmüş buğrası Bayraklar bayraklar, yenik bayraklar Kâğıt-fenerlere hapsolan çığlık Zoraki bir gurur: ürkek leylâklar Ne yapsan, ne etsen gizlenmez sığlık Soğuk mermerlerden sevimsiz bir put Hiçin karekökü yapay alkışlar Köksüz bir ağaca bağlanan çaput Divan-ı Hümayûn sürgünde kışlar İsyanın üstünde ölüm tırpanı Söz kilitli, diller korkudan tutuk Mümkünse o eski resmini tanı Seni sana unutturur kör-nutuk Naylon seralarda nâfile gayret Krizantemlere dönüşmez lâle Hanedan mirası: esef ve hayret Yüzyıldır bu hasat ermez kemâle Hendese yok, terazi yok, oran yok Ustabaşı bir garabet şaşısı Yapılır mı, yapılmaz mı soran yok Ulu şâra yoz âşiret aşısı Don Kişot habire sallar kılıcı Fetihlerin fetvasını veren yok Tarih söyleyecek: kimmiş kalıcı Ebed-müddet esrarına eren yok Kırıldı aynalar, dağıldı şekil Sırrın simyasını kim sağlayacak Ey yükselen tufan durul ve çekil Bir millet yeniden kan-ağlayacak İçin için devinir alev volkanı Yanardağ üstüne anıt kurulmaz İlkeler durdurmaz çıkacak kanı Aşk eksik olunca hedef vurulmaz Kendi iklimini bulur bir zaman Ağyar ayazlarda üşüyen kuşluk Sabırla beklenen soylu kahraman Sen gelmeden giderilmez bu boşluk! Olcay Yazıcı |
Kuşluk Vakti Şiiri Kuşluk Vakti Şiiri Ve çırptı kanatlarını içimizdeki kuş Söndürdü en korkunç alevleri rüzgârıyla Toplanıp binlerce cam kırığı bir araya Yepyeni bir gök-aynaya dönüştürdü zamanı Secde için suya indi yıldızlar Kutsanmış kuşluklarla ışıdı gün İpek bir satene sardı dünyayı En güzel çağrıyı muştulayan ses İlk uyanış, ilk kımıltı, ilk nefes Belirdi gece ile gündüzü ayıran çizgi Kalem, kelâm ve selâm üzre Dirildi, vaktin en esenlik olanı. Olcay Yazıcı |
Madır Dağı Madır Dağı Betonarme dört-bir kıyım Kuşatılmış bir yankıyım Şehir: anlatılmaz kıyım! Duy sesimi Madır dağı Terk-i diyar etmiş kuşlar Mezar ıssızlığı: düşler İblisçe karmaşık işler Duy sesimi Madır dağı Bu cinnetin uzağını Gül-yazmalı bezeğini Özledim çam tezeğini Duy sesimi Madır dağı Su içtiğim bakır güğüm Hasretlerim düğüm düğüm Sensin, gerçek dost bildiğim Duy sesimi Madır dağı İnsanmış insanın kurdu Masal saatimiz durdu Masum umutların yurdu Duy sesimi Madır dağı Sihri yitik hanımeli Yarı çılgın, yarı deli Gurbette bir Sürmeneli Duy sesimi Madır dağı Karalar sarmış kışımı Sevda esrikler başımı Lânetlenmiş gün hışımı Duy sesimi Madır dağı Orda küme küme bulut Burda hayat, say ki tabut Yalvarırım yasımı tut Duy sesimi Madır dağı Doruğunda püfür püfür Esen rüzgârlardan üfür Ulu Rabbim rahîm-gâfur Duy sesimi Madır dağı. Olcay Yazıcı |
Mağlupların Destanı Mağlupların Destanı Ay yüzlü bebeklerden sızıveren bu kan ne? Niye gül üretmezler, silah yaparlar anne? Yakıyor yüreğimi zâlim Nemrut ateşi Karanlıklar kralı, gölgeliyor güneşi Sevinçler uç verirdi içimizde her Nisan Dünyayı neden böyle cehennem eder insan? Hani sevgi ve barış, hani hürriyet vardı Hani eşkiya yanke, hümanistti, uygardı? Kızgın kum fırtınası: Ebrehe ve Ebâbîl Moğol’a, Hülâgu’ya rahmet okutan sefil Mahzun belde Ümmül Kasr; elemli, yıkık Basra Ey A’zam, ey Cüneydî, lânet olsun bu asra! Dâru’s selâm esrarı yansılanır sahrada Bağdat bir şehir değil, Şark’ın kalbi orada Cân ne ki, cânân ne ki, cihândan geçer âşık Doğar mutlak yeniden Muhammedî bir ışık Geylânî dergâhında özümsenen âlî-nûr Özlenen emin diyâr, elbet bir gün bulunur Dicle’nin acıları, Sümeyye lâlesidir Ağıt değil bu şiir, zâfer meşâlesidir! Istıraplı hasret var, ruhu ezen kederde Zorbaları ürküten, o sultan-devlet nerde? Ölüm başlangıçtır der, erdemliler, erenler Bu hikmetten habersiz, evrene yön verenler! Kutlu gök ekin gibi, dirilecek bedenim Tetiği sen çeksen de, bil ki kazanan benim! Uyan İbrâhimoğlu, kimyanı iyi tanı Direniş türküsü bu, mağlupların destanı! Olcay Yazıcı |
Mevsimsiz Açelya Mevsimsiz Açelya Mevsimsiz açelyayım, gül-kanadım budanmış Bütün ağlayışlarım bir mecaza adanmış Çekilip gitmiş sular, terk edilmiş Tuna’yım Şimdi bu viran şehrin neyine tutunayım? Zihnimde dolu-dizgin atların nal sesi var Ağıtla düş arası buğulanmada duvar Bir uzak ikindide herşey çözümlenecek Bu mermer yangınında baharı bekler çiçek! Olcay Yazıcı |
Oryantalist Bir Hüzün Oryantalist Bir Hüzün Karanlık, mavi göğü çatlatan ışık gibi, Bir şimşek gelip geçer ebruların üstünden Çözülür ivmesinden eşyanın yerçekimi, Şaşakalır, susarım kırık aynalarda ben. Yorgun düşlerimizde unutuş yalnızlığı, Buruk bir nostaljidir hülyamız heybemizde. Vitrinlerde lazer-kurgu versiyon Biraz lâtin, biraz slav, biraz yunan Çağlar geçer kubbelerin altından.. Bir zamanlar otağda Parçalanmaz bir küldük, İpi kopmuş tespih gibi Sokaklara döküldük. Hünkâr mahfilinde Michael Jackson, Sahaflarda Nastassia Kinski.. Sar/kaçlanır aşkın son utangaçlığı, Bir gül kadar yoğun, ilk gün kadar eski. Terk edilmiş avluda, Sırra kadem ihtiyar, Erenler dergâhında Bu akşam resital var. Kim açtı kapısını kırkıncı odamızın? Gözegeldi ansızın o hayal sarraflığı Baharatlı edalar gülümser dükkânlarda, Büyünün simyası yitik saflığı. Issız şadırvanlarda Çırpınan kuş kanadı Ezgin çıktı Hâfız’a "Ayışığı sonatı" Yeni masallar uyduramaz artık Şehrazat, Ve kılıçtan geçirilir körpe şafaklar Sibernetik, multivizyon..elif-lâm-râ. Kodlanır bilgisayarlara hafızamız ve sonra Dağılır kar tozlağı gibi uçuruma hatıramız. Semazenler seyreder şehrin semalarında, Saklar efsanemizi sırça-efsun şamdanlar Beyazcamda bin çizik, arsız video-klip, İncelir kırk yerinden ve kopar ip! Bir dûaya sığınır Çılgın düşleri güzün, Künfeyekûn bâbında Oryantalist bir hüzün! Olcay Yazıcı |
Ömer’in Yüzünde Ölümü Gördüm Ömer’in Yüzünde Ölümü Gördüm Ömer’in yüzünde ölümü gördüm Herşeyi hiçleyen derin bir kuyu Ankebut sabrıyla bir kefen ördüm Yenmek için içimdeki korkuyu Ömer’in hasreti sakin bir mekân Ürkütmeyen bir diyârın arzusu Nasıl sükûn bulmuş o delişmen kan Yorulup, durulmuş kök söktüren su Ömer Ömer değil, Ömer ben oldu Kendimi seyrettim o uçurumda Ne olduysa eşya uyurken oldu Artık şebnem açmaz bu kızgın kumda Ömer bir mağara, Ömer bir çığlık Yankısı dolanır körpe yüzlerde Büyük endişeyi gizleyen sığlık Hikâyemiz mahzun kalır cüzlerde Ömer kalbi kırık bir yılkı atı Hülyasını, rüyasını yel almış Ömer ki, sırtında taşır sıratı Yaşamaktan, var olmaktan usanmış Ömer’in ışığı söndü sönecek Hüzünlü bir ilticadır son satır Ömer bir kuşlukta yine dönecek "Güneş yalnız dirileri ısıtır!" Ömer’in elinde sırlı bir ayna Aynada yılların puslu sureti Esenlik ol ateş, su artık kayna Ömer şimdi terke hazır gurbeti! Olcay Yazıcı |
Son Bahar Son Bahar Suskun menekşeleri kar tozlağı bürümüş Sıcak bakışlarında ısınmak istiyorum Eski sevda gülleri kitaplarda kurumuş Bu yıkık saatlerde hüzün en ince-yorum. Gönlümün gündeminde bir ümit arifesi Mazinin izlerini öfkemle sileceğim Zaman, aldanışların kuşu ölmüş kafesi Kuşku günlüklerinde tutuklu geleceğim! Zincirini toplayıp sefer eyledi gemim Bu buruk yolculuğa benimle çıkar mısın? Belki son baharını seninle yaşar evim Kapımı çalan mevsim: güneş misin, kar mısın? Olcay Yazıcı |
Sûfî Sûfî Kilitlenmiş kapılar Levhada mahzun kûfî Ruhumda buz-yangını Söyle bu ne hâl sûfî! Nûrla nâr arasında Arzım İsm-i A’zâm’a Ateşten kelimeler Yağıyor hafızama! Gülde gizlenen hüzün Bil ki sona işaret Kâinat kitabında Herşey O’na işaret Kilitlenmiş kapılar Levhada mahzun kûfî Ruhumda buz-yangını Söyle bu ne hâl sûfî? Olcay Yazıcı |
Sûfîler Sûfîsi Sûfîler Sûfîsi Kelâm tarif edemez bu mücerret âyini Yeşil kubbe altında sonsuzluk şehrâyini Ruhumun semâsında ney şöleni bir dönüş Uyanıyor içimde Selçuklu’dan kalma düş Revaklar, soylu vavlar, çağa resmeder bizi Töremize icazet verir Şems-i Tebrizî Bir buhurdan içinde tütsülenen bileşik Merhamet dilediğim, sığındığım son-eşik Âşkın kutlu âteşi düştü cân ummanıma Ey sûfîler sûfîsi, al beni de yanına Kaynar kaynar azalır, yoklaşır, uçar suyum Bu kuyular şehrinin mustarip Yusuf’uyum! Bildim ki yalan imiş, kıyl ü kâl imiş işim Yüz sürdüm dergâhına, nazâr eyle dervişim Seninle şereflendi, bütün şark, diyar-i rum Bir çerağ yak kalbimde, aydınlansın uçurum Hayat ne kadar ölü, ölüm ne kadar diri Dönüş, ilâhî dönüş, Şeb-i arus tekbiri Kelâm tarif edemez bu mücerret âyini Yeşil kubbe altında sonsuzluk şehrâyini. Olcay Yazıcı |
Sultan Ülke Sultan Ülke Türedim kutlu ışıktan Cevherimden yükselir tan Benim, tarihin sultanı Benim, oluşa âşk katan Görklü hakan Bilge beyim Hilâl desenli heybeyim At üstünde doğmuşum ben Cihangir bir göçebeyim Çeri benim Eren benim Çeliğe su veren benim Yedi iklim-beş kıtadan Efsaneler deren benim Simurg da ben Simya da ben Asil-terkip: Hikmet-i fen Yüreğim harman yeridir Hasretim tuncu eritir Dörtnala yiğit atlılar Sevdamın gönül eridir Tufan benim Boran benim Gök-nizamı Kuran benim İbrahim’in ahfadıyım Tüm putları Kıran benim! Düşüncem en güçlü silah Edinmem Nemrut’u ilâh Koca acun benim için Erdem öğrenilen dergâh Bıçak da ben İsmâil de.. Sırrın sırrı Mikâil’de Kâh ölmeden ölürüm de, Dirilirim taze gülde Hem neyim Hem de neyzenim Ebed müddet bir düzenim İnsanlığın son menzili Aşkın olanı sezenim Yunus da ben Mevlânâ da Büyülü sözüm dünyada Sahradaki sûfî kervan Bâbı hümayunda dîvan Bilir beni bütün cihan: Asırlara hükmedenim, Nuh’la kardeştir bedenim Ol mukaddes rüzgâr benim Âteşte yanmaz mâdenim Benim adım, Anadolu Benim, uluların yolu. Olcay Yazıcı |
Şehre Yağmur Yağıyor ve Sen Uzaklardasın Şehre Yağmur Yağıyor ve Sen Uzaklardasın Kalbim bir yanardağdır, göğe savrulur külüm Bu özlem ateşinde sen hiç yandın mı gülüm? Efkâr bir daha yıkar, kent bir daha kurulur Çığ düşer uçuruma, düş aynası kırılır! Adlanmamış duygular durur gül tenhasında Arşa erişir hüzün aşkın müntehasında Sevdamı tısım gibi ıssız dağlara asın Şehre yağmur yağıyor ve sen uzaklardasın! Olcay Yazıcı |
Şiiri Yazılamayan Şehir Şiiri Yazılamayan Şehir Gökçe atlar üstünde fethe uçan cihangir: Bu pürfüsun şehire nasıl yazılır şiir? Bir masal diyarının gölge-ışık Kaf’ını Kalem çizebilir mi mânâ fotoğrafını? Medine-i fâzıla, kutsanmış dersaadet İstanbul sevda gibi, ölüm gibi mücerret Yakamoz şehrâyini, tılsımlı, aşkın-verâ Sözle şerh edilemez bu ilâhî manzara Sanatın bütün sırrı mazmun olsa yine zor İstanbul nûr revnakı, İstanbul bir metafor İstanbul şiiristan, bedestân pazarıdır İstanbul, mâverâya dervîşân nazarıdır İstanbul taç-neşide, ona remz olan lâle Dökülür gökyüzünden bediî bir şelâle Aşkbaz suzidîlâra, raks eder leyl ü nehar İstanbul âteşefruz, erguvanî nevbahar O bir teşbîh-i belîğ, hüsne ad olan gazel İstanbul güzelliğin hayran kaldığı güzel Efsaneler sultanı dalmış ulvî-uykuya İstanbul, lâmekânda ruhun gördüğü rüya. Olcay Yazıcı |
Şiirin Şiiri Şiirin Şiiri Şiir elif, şiir lâm Şiir yorumsuz kelâm Şiir ölümün aynası Şiir bir gül kanaması Şiir bir ilkyaz sürgünü Şiir düşlerin yorgunu Şiir seherde kırağı Şiir ırağın ırağı Şiir masal ikindisi Şiir hükmün efendisi Şiir bir efkâr tütünü Şiir sihirin bütünü Şiir buzdağında cemre Şiir âşık Yunus Emre Şiir karınca ordusu Şiir bir efsunlu su Şiir sevdanın tetiği Şiir hüzün estetiği Şiir erilmez Kaf Dağı Şiir sufîler otağı Şiir soylu bir pazar Şiir: o safâ-nazar Şiir bir sır rüyası Şiir sözün son dûası... Olcay Yazıcı |
Taşradan Atılan Taş Taşradan Atılan Taş Kuşluk vakti taşradan atılan taş Kırar şehirlerin kör camlarını Ağıtlı ananın gözündeki yaş Küskün kundaklara sarar yarını! Ağlar eşiklerde körpe bir bakış Kurşun, masalların bittiği yerdir Karanfili kefenleyen kara-kış Baba’nın attaya gittiği yerdir Kar altında çiçek açmış bir tabut Uçurumda çığlıklanan ses yetim Bir sır gibi yüreğinde saklı tut Sabır, sana ilk ve son vasiyetim! Olcay Yazıcı |
Ütopya Ütopya 1. Gökyüzüne, maviye, aşka yasak setlerin Yenik bayraklar geçer üstünden cesetlerin! 2. Hayali ümit yaptın; acıları kardın da.. Sevgili, erişilmez Kaf Dağı’nın ardında 3. Gün: hüzün öğretisi, kurcalar ruhumuzu Kader gizli bir mecaz, ölümün gül-rumuzu 4. İnce elifler düşer bir gecenin karına Buzda güz-yazıları neyi taşır yarına? 5. Ütopya: sığınağı kölelerle, Han’ların Melankolik rüyası erken erguvanların 6. Dolu-dizgin koşarak durulduğumuz kıyı Soylu, gökkır küheylân, kanıksar mı yılkıyı? Olcay Yazıcı |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 09:37 . |
Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 RC 2