25.08.08, 05:30 | #22 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | Kanat Çırpa... Kanat Çırpa... I gözkapağının altında daha ilk adımda mayın seni düşünmemek elimde değil uyanma sakın mayını geçsen yanağının çukuruna kurulur pusu kirpiklerinin içinde uyu benim için uyu n'olur uyu kanım dondu cehennem öfkemin sınırına çıkacağım adını haykıracağım avaz avaz sakın uyanma sesimi duyma daha ilk adımda mayın dikkat et işkillendi nöbetçi tetiğe binecek söyle gözlerine kalkıp gelmesinler sesime II çarpmış yüzüne iki avuç su eline uyku bulaşmış kimbilir hangi uzak düşten çekilip koparılmış göze geze arpacığa akıyor uyku el tetikte biter üç-beş nöbeti de ardından şafak söker nedir ki onsekiz ay tezkeresini alıp gider bir de esniyor çocuk gibi göz gez arpacık nöbetçi uykunla vuramazsın beni şafak vakti asılırken öfkemin en güzeli uyuyamam ben ben uyuyamam gözüme güney afrika kaçarken III gelme canım aramızda kıyamet kadar duvar havalar kışladı penceremde kurt gibi ayaz derimden başka giysi yasak bana üşüdüm elimde değil seni daha çok düşünmem gerek voltamı seninle vursam yataktan seninle kalksam alsam şu belalı başımı sana açılan yollara çıksam beni duyuyor musun hava kurt gibi soğuk.. parkanı ödünç ver sevgilim bekliyor nöbetçi nöbetçi heey pusatlanmış çocuk IV bir kuğu boynu gibi kıvrılıp uzanıyor hasretin -vururum- diyor nöbetçi -dokunursan vururum- fatma'dır sevdiği kızın adı ihtimal sen fatma'nı kolla diyorum benimkisi ihbar birden yanık türküsü besbelli yarasını buldum -yar etmem başkasına kaçarsa vururum- dokunma memet ne güzel şey sevmek.. soğuruyor sigarasını kule bulut bulut duman uzuyor tüfeğinin namlusu fatma kan revan V yıkımışım duvarı ellerimin kanamasından anladım -parola kaçarsa vur emredersiniz komutanım- dudakların papatya falı dudakların gitmiyor aklımdan bir de cehennem öfkem bir de sağanak yağmur -emredersiniz komutanım parola kaçarsa vur- sevmek ne güzel şey ve ne büyük felaket elindeki tüfek söğüt dalı değil bu memet.. türküsü çatallanan bir yol gibi susuyor ağzı fırın bulut bulut duman kusuyor VI memet düşlerin firarını vuramıyor hiçbir tüfek bir kuşun uzaklaşan kanatları yağmur ayaklarım tutuk şafağı koluma takmışım cezaevini yukarda kulelerin dibine bırakmışım canım uyan altın ülkesinde köleler yürüyor vakit tamam bir tepenin ardına giriyor şafak dehşetle farkediyorum ayaklarım yürümeyi unutmuş patlarsa patlasın daha ilk adımda mayın ülkemin zencileri kesik bir dal gibi susturulmuş VII savrulup titriyor kasılıp gevşiyor gece ey benim büyük öfkem yol bul kendine pretoria merkez cezaevi'nde gülüm şairi bir ipte buluyor ölüm.. suretin çıksın cama pencereye gel nakış nakış uyansın kilim pencereye gel bırak saçın dağınık göğsün açık kalsın daha ilk adımda patlasın mayın bırak nerdeyse bağıracak ıslak bir çocuk gibi pencereye gel pencerede şafak VIII zafer bizim olacak demiş selâm olsun halkıma selâm olsun sana benjamin moloise kara şair çok şey çıkardım sözlerinden ülkeme dair gel seninle sevgilim güney afrika'ya gidelim cape town'a johannesburg'a gizlice girelim içelim zencilerin güneşinden kapkara kesilelim bütün mazlum halklar adına özgürlük adına çalalım isyan ateşini çalalım kucak kucak vahşi bir kuş gibi uçalım ülkemize kanat çırpa kanat çırpa kanat... 1985 Nevzat Çelik |
25.08.08, 05:30 | #23 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | Kesin Uyak Kesin Uyak Düşmezse düşmesin yakamızdan ölüm Bizim de ülkemizde sabah olacak gülüm... Temmuz 1986 Nevzat Çelik |
25.08.08, 05:33 | #24 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | Kitap Türküsü Kitap Türküsü ve bir gün eline ustura ağzında sınanmamış allı-pullu mektuplar geçerse bil ki sevgilim ben artık elleri üzerinde yürüyen şaklabandan başka birşey değilim I koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku püfür püfür esmesin mayıs rüzgarları çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından «yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu» yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu inadına yapış yapış havada bir gülün kokusu kan kırmızı oturmuşum yüreğimin ortalık yerine nerdeyse iz basacak gözlerim avuçlarını aç koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku bana çocuklar betimle sokaklarda büsbütün gülen kitapların yakılmadığı bir ülke adı söyle kütfen yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu nerdeyse iz basacak gözlerim avuçlarını aç iki eli var insanın bayrak tutmak için biri ötekini neye sayarsanız sayın bıçak mesela kabına sığmaz uzlaşmaz bir eşkiya bıçak çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı bir gün mutlaka evet ama nasıl ey ütopya cehennem öfkeler yuttum gün yirmidört saat cennete çevirmek için güzelim yurdumu çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından kan denizi uykulara kurşunlar çalıp düze ineceğim şu belalı başımı alıp eşkiya oğlu eşkiyayım duvar içre evet koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku II canım sana bu mektubu gözlerim dolu yüreğim paramparça yazıyorum eline geçmeyecek biliyorum tepeden tırnağa kedere battığım şu saat bilmek yetmiyor fakat zulüm kanlı bir kene gibi başımda korkunç bir işkence sonrası uzun sakallarımla oturduğum dört ayaklı masamda ne karanfil kokulu bir hemşirenin cebine benzeyen zarfım ne zarfın gül yüzüne kösnül bir öpücük gibi konduracak pulum ne de sigara kâğıtlarının dar boyutlarında başıboş bir hoş koşturacak kalemim var yokluk özrümü kabul etmiyor satır satır karıştı kanıma bir kere kitap ve ben metris direnişi içinden gözlerimi ısırarak elimi kanlı etime basarak yazıyorum bu mektubu dur canım hemen kaynayıp kabarmasın yüreğin bu yazdıklarım yazacaklarımın ne ilki ne sonu sarı saçlarını omzuna vurup okuyamayacaksan mektubumu derim ki sana sardunya kokulu balkonun kapısını aç dağlara bak dağlar bir serin dağlar bir derin bir rahat iyi dinlemeli dağları kulak basıp dinler gibi tepinen karnını bir kadının duyuyor musun çatırdıyor nerde bir zincir varsa kolunda insanın belki bu ses parıldayan otuziki diş afrika karasında bu ses belki dehşetli güzel bir özlemle beklediğimiz haberi melez avuçlarından üfüren salvador'lu kardeşlerimin sesi belki kimbilir fakat hayır neden olmasın bu ses bizim dağlarımızın sesidir bizim dağlarımız kendi esintisiyle savrulan genç kızlarımıza benzer ve bizim kızlarımız korkunç bir sabırla tutuşan bacaklarını gizler gün gelir güneşli günlere yaslanarak sıyırırlar eteklerini bellerine kadar bir anda birdenbire bacakları arasından onbinlerce çocuk taşar kente düşün bir anda bir-den-bire ülkemizde çocuk taşkını neyse canım yaralıyım kanım azaldı benzim bir güz yaprağı gibi sarardı oysa sana anlatacaklarım anlatamadıklarım kadar çok sözü uzatmaya gerek yok dinle iki gözüm yüreğinle kafanla dimdik dinle yıl 1933 10 mayıs berlin berlin'de faşizm kol geziyor berlin sokaklarından yüzbinlerce kitap opera alanına akıyor kitaplar yakılıyor kitaplar be kitaplar kitaplar hiroşima'lı çocuklar gibi yakılmazdan önce sermayenin gamalı uşağı goebels berlin üniversitesi önünde kırkbin kişiye söylev verdi : «alman düşmanlarının kitaplarını yakan ateş yüreklerinizde vatan sevgisini tutuştursun...» ve faşizm dumanında boğulacağını bile bile aç bir kurt gibi indi kitapların üstüne 1933 yılında berlin opera alanı'nda kitaplar yakılacaktı inatçı yağıyordu yağmur koyu mavi gök delirmiş yığıyordu öfkesini bulut bulut ve hitler ve flick ve krupp yani açlık yani savaş yani faşizm oysa benim ne berlin üniversitesi kapısından girmişliğim ne opera alanını sarsarak gezmişliğim ne de bir hücre evinde kahrolarak goebels'i dinlemişliğim var radyodan gene de mümkün değil acısını duymamak buruşup kalıyor ağzımda bak sana söylemek istediğim en güzel söz bir düşün kırkbin insan kirkbin çift el ayak göz bu söylevi ağzı açık dinledi karşı yapının beşinci katında genç bir soprano inledi berlin berlin olalı böyle kanlı bir gün görmedi o günden bugüne senin yaşın benim yaşım artı çocuk yaşı zaman geçti geçmedi fakat faşizmin korkusu çöreklenmiş toprağıma etime kanımı emiyor sürgit kanımda boğulacak itoğlu it çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı bir gün mutlaka.. evet ama nasıl ey ütopya çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından şili şuramda yanılgı ve tarifsiz bir acı merhaba allende onurlu ölüm merhaba su paredon CIA ve richard nixon hayır sizin duvarınız evet su paredon (1) kastilya hançeri merhaba merhaba ispanya uzak asya vietnam merhaba merhaba ho amca kara öfkem mapusum mandela merhaba size de merhaba plaza de mayo anaları şu güzelim dünyamızda savaş ve kıyım şu güzelim dünyamızda sömürü ve zulüm şu güzelim dünyamızda işkence ve bin türlü cinayet yani emperyalizm yani yedi boğumlu akrep yani şu güzelim dünyamızda gökyüzü kadar mavi gökyüzü kadar sonsuz bir özgürlük açana dek davacısıyım bütün kayıp çığlıkların III ince uzun kaşlarına devirip kuşkuyu «iyi ama nedir bu satır aralarında kanayan yıldız» diye sorma neyse yüzünde gülücük gökte yıldız o bilmez miyim fakat neyleyim kanlanıp kararınca mektubum kalmadı başka bir yolum ve duyunca kitapların geceyi yırtarak gelen o tarihsel çığlığını milyonların adına öfkemi kuşandım koğuş duvarını ikiye ayırdım çıktım dışarı -hıncımı anlatabilsem sana bir çocuk gibi kahırlanmak istiyorum bayramlık giysisi olmayan bir çocuk gibi anlıyor musun geçti bizden biliyorum çocuk olamayız artık kar aklığını tanımadan saçımız tenimiz buruşmadan ite kaka yaşlandık kahırlanmak istiyorum oysa bir çocuk gibi- dışarda birbiri üzerine yığılı yatıyordu kitaplar koridor boyu uzanıp kıvrılarak akıyordu kan tek bir acı dalgası vurmuyordu gözlerine sanki ellerimizden sökülüp götürülmemiş başları kesilmemiş karınları deşilmemiş de sanki okunuyormuş gibi güneşli ellerimizde ayaydınlık ve mutluydu yüzleri elbet mutlu olacaklar ışıyacaklar elbet gün yirmidört saat metris'te kolay mı madrit'i yaşamak yeniden kolay mı bin küsur insanın tutuklu elleriyle çıplak et diş tırnak no pasaran diye haykırması (2) bin küsur insan kaynayan kemik tutuşan et ve birer çift gözden ibaret onsekizer kişiydiler koğuşlarında aralarında aşılmaz duvarlar vardı aşılmaz duvarları sesleriyle aştılar haykırdılar durmamacasına haykırdılar külrengi raflarda göbeklerini açmış harıl harıl direnişi yazıyordu kitaplar silahlı ve kalabalıktılar duvarlar onlar adına yükseliyordu zincirler kilitler sürgüler tank tüfek ve ölüm ve bomba ve korku ve zulüm ve yeryüzünde ve gökyüzünde bütün öldürüm silahları onlarındı bizim kenetlenmiş kollarımız ve kavgasını vediğimiz kitaplarımız vardı erkekler uzun sakallıydı (3) kızların al yanaklarında uzatacak sakalları yoktu yoktu ama herbiri uzun soluk taşıyordu güvercin göğüsleri içinde üfürdükçe dağ soludukça orman yangınlı tepeler üzerinde rüzgarlı bulutlar uçarken dönüyordu tarihin tekerleği fırlayacak gibi milinden onlar etekleri ve saçları içinde tutsaklığı reddettiler ve cephe gerisinden önümüze feodal kafalarımızı kırarak geçtiler metris'in bir ucunda kızlar bir uzunda biz mapus aramızda c blok var c blok'un arka yüzünde arka yüzünün bir gözünde i n s a n s ı l a r yaşar günde beş vakit secdeye varırlar yoldaşlarının kanında abdest alıp ve itirafnamelerini hatmederler korkunun rahlesine diz kırıp biz görüşe giderken kızlar kollarıyla pencereden yüklü birer dal gibi sarkar el ederler el ederiz birini sana benzetirim severim çünkü hepsini seni sevdiğim kadar IV bir yerlerde bir şarkı söyleniyordur gitar telinde aşk tınısı gümüş bir ay oturmuş gitar teline cırcır böcekleri ve yaldızlı kumlar kumda esrik kumda yalın ayak dil diş dudak öpüşüyorlarken tam da dünyadan ve yurdumdan uzak yurduma ve dünyaya yakın kan tadı gibi bir şey ağzımda omuzların üstünde üç maymun neden maymun göz maymun dil maymun kulak bunca önemli mi kirli havayı soluyor olmak ne demekse yemek içmek çiftleşmek uyumak korka korka kapkara umutsuz ne demekse sanıldığı kadar uzun değil tüfeklerin namlusu kurşunların menziline düşmeyen gece dürbünlerinin kâr etmediği ölümlerin ve işkencenin kâr etmediği bir yeri var alnımın hiçbir nalçalı çizme çiğneyemez umudumu sanıldığı kadar kolay bir iş değil bu çekin şiirlerden arabesk gözyaşlarınızı küçük burjuva kaçkınlarınızı alıp gidin romanlardan nerde benim sanatım hani o başkaldıran liselim üniversitelim öğretmenim nerde nerde benim grevim grev gözcüm nerde bu işyerinde grev var ne güzel yakışırdı işyeri duvarlarına dayanışma pankartları neden cesedimin yüzü kaçırılıyor annemden annemin çığlığını kimseler duymuyor neden dörtbir yanım galile galileo nerdesin ey cordano bruno el uzatımı kedi köpek ölüsü bir de insan çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından delirmek gibi birşey susun lütfen kaç lekesiz duvara yapıştı diktatör fotoğraf bilen var mı kaç göz kaç duvarda kurudu portreci ressam defol natürmort sen de sen de daktilo tuşlarında şak-şak'çı aydın demiri döven ateşi eleyen el nerdesin ey iki eli var insanın bayrak tutmak için biri ötekini neye sayarsanız sayın bıçak mesela kabına sığmaz uzlaşmaz bir eşkiya bıçak kolların ucuna beyaz bir bayrak gibi çekilse de yatırsa da kendi gövdesini musalla taşına secdeye kapanıp kalksa da kendi ruhu için duaya yasak bir bildiri gibi taşınacak ceplerde elbet o en mükemmel ürün ve o en mükemmel alet ırmaktırlar belki sağnak yağmurları bekleyen denizdirler belki ufkunda kasırgalar gizleyen dağdırlar belki kalkıp yürüyecek devdirler belki belki bu yüzden topal karıncanın yürümesi duyuluyordu dışarda içerde kızılca kıyamet kopuyordu kendi ellerimizle kitaplarımızı vermezdik buyurun alın yırtın yakın diyemezdik V gün olmuş memedin yaşı yirmiyi bulmuş ağrı'dan kars'tan bitlis'ten van'dan ak-lı kara-lı denizden doğu'dan batı'dan gelmiş gelmiş de metris'e gardiyan durmuş ayışığı ve dumanlı düşleri arasından çekilip alındığı gündü elektrikli elektriksiz copu gördü bir ağaç köküne benzeyen elleri neyin kavgasıdır bu pek aklı almadı delikanlılık da olsa serde kanlı-bıçaklı sevdalara da düşse savunmasız birine eli hiç kalkmadı kızarsa dertlenirse severse bir de toy bıyıklarını çiğner bir de ateşini karartmadan ucuz tütün içerdi herşey erkekçe olsun isterdi isterdi fakat metris'te emir demir'i daha bir keser metris'te askerlik ölümden beter günde iki tayın ekmeğe bir kap nohuta bulgura vatan millet sakarya gardiyan memet silahı matarası kaputu postalı gönlünde kırık sevdası «çanakkale içinde aynalı çarşı ana ben gidiyom düşmana karşı» memede benzemiyor sevgilim memedin yüzü yurduma dönük yayla bakışları dumanlı ve sönük memet köyde memet kentte işyerinde hapisanede her yerde el uzatımı içimizden biri dostumuz kardeşimiz sokak aralarında memet ışıklı bulvarda memet kavşaklarda memet memet toprağın yüreği nerde göğsünü parçalayacak gibi atıyorsa atacaksa orada nöbete yatar memedin elinde amerikan yapısı tüfek dağlarımızda ne arar memet memeeet süngünde ne var memet süngünde ne çocuktur elinde sanki tahtadan tüfek takılı ucuna çakıyla yontulmuş erik dakı kentlerde tutmayla biter mi onsekiz aylık nöbet evlerin sokakların ötesi kırlar tepeler ayak izleri kan damlası sargı parçası kar lapa cızırdayarak söner bir izmarit ete bastırmış gibi ağacın kovuğu kurdun yatağı didik didik uykular tetik kaçılır kovalanır cana daralır kopup gelmiş sanki çocukluktan saklambaç o çukur senin bu ağaç benim patikaya dikkat zehir gibi kusar karaşafaklarına kar senin de kurşunlara göre bir yüzün var dağ büyük ağaç sık orman bir uğultulu kucak düşte tarhana çorbası düşte sımsıcak yatak ey güzel gün ey büyük sabır ey korkunç hasret durdurabilir mi kar fırtınasını sıcacık bir düş kıyasıya üşümüş buzdan bir yontu gibi baksana tavşan kanı ılıcık akıp gitmiş uykusundan çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından vurulmuş da gencecik yana yatmış gibi bir dağ elin tetiğe bulaştığı yere kırağı düşmüş kim duyar gürültüsünü ey güzel gün ey büyük hasret kavgadır biter biter bir yerde elbet çocuktur elinde sanki tahtadan tüfek takılı ucuna çakıyla yontulmuş erik dalı yatırmış gövdesini tam onsekiz ay rehin öder borcunu gün sayarak parmak hesabı alırlar sonra pusatını elinden cıscıbıl kalır tezkeresi ve belleğinde bir ömürlük masal bir çalım uzatır bıyığını saçını sakalını kahvâne meclisinde adamdan sayılır erik dalı sanır kan çoğalır kan geceye taşar yıkılır birer birer etten ve kemikten yükselen barikatlar sayfalar savrulur sayfalar uçuşur sayfalar kana bulaşır sesler gelir bilmem kaç mapus yılı öteden vıcır vıcır bir kırlangıç şafağı içinden duvar uzar duvar yükselir kahrolası duvar bu gelen sesler sorgulama sesidir bu gelen sesler insan olan insanı delirtir ince belli yağız bir attır öfke toynakları altında gök mavi bir ova yayılır sarınır terine yemyeşil bir rüzgâr yelesini ayırır dolu dizgin sürersin kendini sorgu odasına sorgu odalarından sarı saçlarını savurarak sen de geçtin bir zaman korkma ve anımsa ağzında haykıracak çığlığı olanın bir serçe gibi koparılamaz başı VI kapının karşısında büyücek bir masa duruyor masanın üzerinde biri diğerine yabancı iki el bir kıyım silahına yapışmış gibi terli ve soğuk iki maroken koltuk boş bir araba lastiği ve falaka ve önünde kör duvarın patlamış kara kumral tabanları tırnakları dökük ayakların tavanda bir uzun askı demiri askı demirinden kayışlar sarkıyor inip kalkıyor kalkıp iniyor kayışlarda kadın ve erkek kolları irili ufaklı kum torbaları çocuk yenleri gibi ıslak gözbağları ve manyetoya bağlı kırmızı uçlu teller sopalı sopasız işkenceciler ve diğerleri gece saat iki birinci işkenceci gençten yakışıklı saçlarını ikiye ayırmış ortadan bacaklarında paçası dar plili bir pantolon henüz toy eklemlerini birbirinden ayırmakta parçalamadan bağırsaklarını bir insanı kazığa oturtmakta ve kaldırıp penceren atmakta takılıp kalmasa aklına yatakta savruluşu sevgilisinin korkunç bir merakla bekleyecek sonunu işkencenin ikincisi aksayan bacağıyla allahına yan bakar bir bit gibi kırsam kadınsı omuzları üzerinde yükselen armut kafasını kilosu kadar insan ve kitap kanı akar üçüncünün en büyük merakı akıma tutulan cinsel organların yaralı bir güvercin gibi çırpınması sabaha kadar bulamazsa eğer bir insan ya kendinde deneyecek kırmızı uçlu teli ya bir tutuklu kaldıracak uykudan bir yanından bakılsa öbür yanı görünür dördüncünün ama her kitabı kırk düğümlü ipte kırk kez sallandırmaktan yana fikrimce çok iyi biliyor kime doğru uçmakta «yayından fırlayan ok» beşincinin yanıbaşında sürükleyecek bir gölgesi bile yok nasıl büyükse cüceler ülkesinde gulliver öyle büyüktü odanın ortasında çakılı duran gözleri bağlı üç kitap biri bilim biri felsefe biri sanat içlerinden biri bir yaprağını devirse üzerine cücelerin bir daha dönmemek üzere gömülürlerdi dibine tarihin besbelli bekliyorlardı büyük bir sabırla çalmasını o saatin insan emeğine kan insan emeğine sömürü bir sülük gibi yapışınca başladı kitap kıyımı isa'yı babasız isa'yı allem kallem doğurmanın sırrını bulmazdan önce meryem yani isa babasını inkâr gelmezden çok önce kötü yola sürüklediği gerekçesiyle gençleri öldürüldü aristofanes havaning adlı cüce başlatmak için uygarlığı kendisiyle ne varsa silip süpürdü çin'den ne kaldı geriye fırat kıyılarında havari'nin yaktırdığı kitaplardan biraz kül biraz duman.. yüreğimde cehennem yangını homeros konfiçyüs augustus şair dedem ovidius boccacio dante montaigne remarque böll einstein marx engels lenin gökçe nazım hasan hüseyin ve daha binlerce güzelliğim yakıldı yırtıldı yasaklandı ve kapatıldı ardına demir kapının silahlar yasaklanmadı hiç öldürmek öldürülmek yasaklanmadı sorgu odaları cezaevleri darağaçları yasaklanmadı sömürgeleştirmek zincirle doğmak zincirle büyümek bir gün olsun gülemedim demek yasaklanmadı yasaklanmadı legal yarı-legal illegal açlık tekelcinin dünyası savaş yasaklanmadı yasaklandı fakat kitaplar insan emeğine kan insan emeğine sömürü bir sülük gibi yapışınca başladı kitap kıyımı en önce ucuz bir roman kapağı içinde ne yapmalı duruyordu iliç belki bu duruma geniş alnını kaşıyarak gülüyordu günsel sen güzelim kadın (4) nasıl da hırslısın çakmak çakmak iki elinle bastırsan patlayacak binbir umutla büyüyen karnın sen bile dayanamadın ellerimizden sökülüp koparılmana oblomov hımbıl adam (5) hırkanı atıp kalktın ayağa bir yıldız gibi kayardın gavroche (6) geceleri paris sokaklarında paris'in sokakları senden sorulurdu paris'in sokaklarında barikatlar kurulurdu anımsa paris'te halk ayağa kalkmıştı fakat ellerinde bir tüfekleri kalmıştı avına kanatlanan bir şahin gibi sen tepeden tırnağa isyan tepeden tırnağa yürek atıldın düşmandan koparmak için birkaç tüfek vurulup düştün sokakları düştü paris'in küfret gene küfret gavroche küçüğüm argo dilini sevsinler senin bin erkek altından kızoğlankız kalkan oynak kalçalı tereza (7) şafak ucunda gecenin hedefini şaşmaz tükrüğünü bir mermi gibi yapıştır ablak yüzüne işkencecinin akhilleus peleus'un oğlu savunuyor diye troya'yı dur öldürme hektor'u hektor bir yiğit adam sen de inat etme Paris kimi seviyorsa helena sunsun ona şarabı elinden hermes haber ulaştır zeus'a poseidon apollon athene ares ey tanrılar durdurun savaşı akhalılar troyalılar gelin tunç kargınızla kalkanınızla bükülmez bileklerinizle gelin gelin hep birlikte gömelim işkenceyi ülkesinde hodes'in julius fuçik ibrahim çilemiz bitmemiş bitmemiş kardeşim VII sevgilim çilemiz bitmemiş delirecek şu duvar küçük küçük adımlıyordun yasak bir afiş gecesini konuşmasını öğreniyordu insandan önce duvar vurup duruyordu caddeye serseri bir ayaz çılgın gibi bütün ağaçlar nisan sonu muydu? aklımı-fikrimi çelmiştin bir gelincik açmıştı içimde toyluk işte bayram yerine gider gibi gelmiştin anımsa kırmızı boyun atkımı dolamıştım boynuna kınından fırlamış bir bıçak gibi aykırı güzeldin bir gelincik açmıştı içimde aklımı-fikrimi çelmiştin bir gelincik kanatılmıştı sonra kan kırmızı ayaklarım bir durak erkene almıştı geleceğin yolu ne bilsin pusu son buluşmamıza ihanetle kurulmuştu ayrılık bozkır gecelerine kalkan tren gibi bir çığlık göğsüne göğsümün şeklini basıyordum öpüşüyorduk pusu patlıyordu üstümüze ihanetle kurulan sen karanlığa koşuyordun ay buluta kasıklarımda kan kuruyordu ay buluta koşuyordu çıkmadı aklımdan saçlarını rüzgâra yatırışın kapanıp kalmışım beşiktaş'ta bir balıkçı tezgâhına ellerimin altında ıslak bir kedi miyavlaması bir tekme buldu ağzımı dişlerimi tükürdüm ihaneti alıp koydular karşıma seni sordular ihaneti ülkemi seni ve ölümü düşündüm yağmurun tıpırtısı gibi kesildi ayak seslerin ay buluta girdi dedim içimden ay buluta girdi kaç yaşındaydım yirmi hayır yüz belki bin rüzgâr gibi öfkeydim asıldım askı demirine pencereden sarkıttılar inkâr deldim adımı şakağımda tabanca alıp götürdüler bir ıssıza ay buluta girdi dedim içimden inkâr geldim adını münferit filanmış işkence ne büyük yalan obur köpekler gibi bacaklarımın arasında ceryan «bana bir aşk masalından şarkılar söyle» insan ne garip şeyler düşünüyor işkencede bir kitabın denizlerine inerdik olur olmaz iskandil düşürerek varırdık hedefe kürek kürek zorlu birer kartaldık kanat veren gök fırtınalara biliyorum o tren bir daha uğramaz o gara bir sır gibi saklanacak son buluşması dudaklarımızın çığlığıma çığlıklar bulaşıyor yan odadan çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından bir el gelip yapışıyor göğüslerine kızın sunmak için cehennem ağzına elektrik telinin ayak parmakları el parmakları yani aşk tarağı sorgucu sorar sorular sorar gün uzar gece uzar çocuk çığlıkları gelir bir sokak öteden anne olamayacağı düşer kızın aklına aşk yuvası yıldırım düşmüş bir kovuk bir gün mutlaka evet ama nasıl ey ütopya oyuncak tren yürütür bir evde bir dolu çocuk gözler trende gözler ray dönemeçlerinde vuut vuut hayır bu vapurdu tren uzun geceler gibi bir çığlık biliyorum o tren uğramaz bir daha o gara bu kollar bir daha dolanamaz boynuna biliyorum radyatör demirine bağlı bileğimdeki kelepçenin bir halkası bir halkası güzel günlere yok bunun ortası içimde harman sarıları vızır vızır oğul arıları içimde bataklık kuşları leş kargaları içimde tank paletleriyle ilerliyor ihanet en amansız stalingrad savunması beynimde bir ucu öldürülmek işkencenin belki kalır belki kalmaz adın öteki ucu ihanet adın yapışıp kalır belleğine halkın ayaklarımın dibinde çırpınıyor ağzımdan boşalan kan çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından en savunmasız en masum anılarımı yokluyor belleğime bir sıçan gibi sokulan el inadına geliyor aklıma unutmak istediklerim ihanetin menziline girmeyen bir yeri var fakat direncimin bir kilim gibi katlayıp yaktım geçtiğim bütün yolları kimliğim ve allahım yoktu sanki hiç yaşamamıştım kimliğim ve allahım yoktu sanki hiç yaşamamıştım ekmek yasak su yasak düşlerimde serin bir ırmak kalkar yanıbaşımdan bir kere kalkmaya görsün halk güneşli günleri alıp eline göz gez arpacık bir kere kalkmayagörsün... susuyorsa darılma uyanmamak üzere dalıp gitmek bir uykuya uyuma ulan uyuma ulan 'lan 'lan anneni var ya anneni... hani baban... annem benim seni de soruyorlar kardeşim seni de sevgilim sözcüklerle soyuyorlar sizi tarifsiz iğrenç kurşun döküyorlar beynimin ortalık yerine çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı bir gün mutlaka... sesli konuş ey ütopya vakitsiz ötüyordur şimdi kumrular kırlangıçlar vıcır vıcır kırlangıçlar saçak altı hercai menekşeler gecede kaç renk gözlerimde kaç delirecek şu duvarlar mümkünü yok VIII güneşten topraktan senden ve kitaptan uzak hangi sözcüğü kaldırsam altında bir kundak sinsi bir bıçak kolluyor en masum düşlerimi oturmak istiyor yanağımın çukuruna örümcek belki bu yüzden yangın gibi birşey ağzımda herşey benim dışımda herşey benden uzak ey ütopik hamak ne kadar sıcaksın ve ne kadar rahat peki ya neden güzel günler derken ben birdenbire tüfekleşiyor elimde kalem kıyıları koyları yumuşak başlı dağları sevmiyor muyum eskisinden çok her dalından yaşam ağacının koparmayı istemiyor muyum güzel bir an bir sana bir bana kardeş kardeş dünyamızı düşlemiyor muyum ranzama sırtüstü uzanıp düşlüyorum istiyorum seviyorum fakat düşlemekle istemekle değişmiyor bu hayat değişmiyor canım türkçemizin en güzel en sert ve en yumuşak sözcüğü direnmek'i öğrenmeden büyük harflerle yaşayarak şimdi sen uykunun en derininde kavganın en serininde olabilirsin bir kurşunun önünde kurşundan hızlı kaçabilirsin aldı alacaktır canını yaktı yakacaktır saçını ve belki herkes kapatmıştır sana kapısını ve belki senin hiçbir kapıyı çalamıyor elin fakat şundan emin ol ki sevgilim ayaydınlık bir kitap gibi sayfalarını savura aça metris içinden istanbul'a sarkan çığlığımıza bakıyor güzelim bir dünya... Mayıs 1983-Nisan 198 Nevzat Çelik |
25.08.08, 05:34 | #25 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | Kuşlardan Önce Kalkan Kuşlardan Önce Kalkan Palton yoksa ellerimi tut Kaportacı işçi çocuk Pusu kurmuş kapına Çakal gibi bir soğuk... Ağustos 1986 Nevzat Çelik |
25.08.08, 05:35 | #26 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | Maceram Maceram genç mi olunurmuş içerde a benim gülüm söyledim yedi yılda bütün türkülerini ömrün güz bir yandan uçuşur saçlarımda kış bir yandan ihtimal ki ben senden tam sekiz ilkbahar büyüğüm sen saçlarına ilkokul kurdelası taktığın gün dev adımlarla buluştu ayaklarım ah ne çabuk kanımı pompaladı yüreğimin çelik kasları kanım damarlarımda şaha kalkan atlardı beyaz atkılar gibi attım boynuma bulutları uçura uçura yürüdüm rüzgarında ölümün en güzel nakışını vururken kanatları kuşun delip geçti karaciğerimi karanlık bir kurşun onsekiz yaşım düştü ıslak aynasına asfaltın ılık bir ıslık gibi aktı kanım fakat ölmedim bir hemşirenin mavi gülüşüne tutundum gülüm anladım ki asla yenemez gülen insanı ölüm dokuzuncu gün haykırdım pencereden gökyüzüne heey kurşunların rağmına yaşamak ne güzel şey ben böyle hep uslanmaz kavgacı ve her güzele aşık durmuşken seksen mart akşamlarına bahar gibi ışık duvarlara zincirlere çıktı yolu umudumun şarkılar ne bilsin sorguevlerini istanbul'un gayrettepe'yi samandıra'yı... ah gülüm ne bilsin parmaksız bir el gibi bütün tanımları insanın insan işkencede susabilen bir hayvanmış meğer dur ağlama küçüğüm hiç yakışmaz yüzüne keder ta kökünden türükdüm dilsiz kalaçmışım ne gam işte böyle başladı benim yıllar süren maceram... Ekim 1985-Haziran 19 Nevzat Çelik |
25.08.08, 05:36 | #27 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | Merak Merak Siz şimdi bana bir kucak Gökyüzü getirebilir misiniz demir örgülerle parçalanmamış Suda serin suda pırıl pırıl akan bir yaprak Bana çiçek kokusu bana deniz bana toprak Boyunca mayısa batmış bir ağaç büyütebilir misiniz bana Verebilir misiniz muştusunu silahları susmuş bir dünyanın Aç doydu güneşe sarındı çıplak-diyebilir misiniz Söyleyin bana Okuyabilir misiniz kurtuluş haberlerini şiir tadında Güney afrika'da Kara öfke Kara bir kartal Gibi kondu Karanlığın gözüne Alaydınlık bir sabah doğdu Zencilerin yüzüne- Mesala Gencecik ölüp gitmek birşey değil Şu kahrolası merak olmasa... Eylül 1985 Nevzat Çelik |
25.08.08, 05:37 | #28 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | Meraklı Bir Kızla Söyleşi Meraklı Bir Kızla Söyleşi ilk şiirini ne zaman yazdın ilk aşık olduğumda ilk ne zaman aşık oldun ilkokula giderken nedenli sevebilir ki çocuk bir insan nasıl severse ama erin bile değil acılar erken büyütüyor bizim ülkede çocukları anlayamadım yirmibeşi geçmiyorsa başımız yedisinde başlarız sevmeye ölümüne severiz onbirinde peki ya aşk nedir en güzel bölüşümdür ne zaman doğdun hangisini soruyorsun o da ne demek 1960'ta büyücek bir bakır leğen içinde iki damla çığlık katışık buğday kokulu anam diz kırıp titrek bacaklarından doğurdu beni aşık olduğumda doğdum ikinci kez ela gözlü bir kızdı narince çabuk kırıldı ama ben dönmedim geriye sonra dostlarım doğurdu beni gürül gürül düşünerek tezgahtar yoktu aramızda ve zindanda şiir adında bir kız tanıdım barıştı kavgaydı insandı sevdim onu o da beni sevdi sevişir doğarız o günden beri duvarlar çok yüksek yakışıklı mısın göremiyorum geçen gün şiir yazıyordum açılmış dünyaya kollarım at ötede unutulmuş bir ayna eğilip baktım yüzüme boyuma posuma göğüslerimi şişirdim içeri çektim karnımı yok canım benzetemedim bir şeye gözlerim özlem ateşi alnım kurşun yeri ellerim çocuk eli boyum insan boyu tenim alacaşafak insanım işte olancası bu ölmek nedir yaşadım diyebilmektir ya yaşamak ölebilmektir çırılçıplak orta yerinde yaşamın ama sen çok gençsin kendine bak yüzyıl yaşadım ben anlayamadım önemi yok ben seni anladım... Ağustos 1982 Kaynak: Şafak Türküsü, 1984 Nevzat Çelik |
25.08.08, 05:38 | #29 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | Müebbet Türküsü Müebbet Türküsü I önce kol sonra sürgü sonra anahtar açılır kapı itilirim sırtımdan ben ebedi kiracı kesilmiş hükmüm önce sürgü sonra kol sonra anahtar kapanır kapı bir ömür boyu diri diri içmek için gövdemi dolanır bacaklarıma balçık gibi ağır bir karanlık çırpınsam küçücük pencerede çifte çapraz parmaklık üstünde yüzüme örtülür binlerce kare demirörgü her karesinde oyulmuş bir göz gibi kanar gökyüzü batan güneşim kapının önünde kıpkızıl asılırım biran ranzam tavana ranzam yere ranzam göğsüme çakılı kımıldasam göğsüm boydan boya yırtılacak sanki duvarlarını üstüme yıkacak hücrem adım atsam adım atsam apansız kurşun değdi kanadına kuşun tutun beni önüm berbat uçurum bu kimin sesi bırak torbanı atlas'a ödüldür gökkubbeyi taşımak düş kırıklığına salan salsın gözlerini bırak ranzanda yatak yatakta düşlerin dağınık kalsın yürü delikanlım beton altında toprak uyansın duvarı duvara vur ateş gibi bir ıslık tuttur yürü a benim deli gönlüm yürü kesilmiş hükmün II şarkılar türküler skeçler camdan cama gülücükler -olur böyle şeyler takma kafanı yatarız be- gecede ay mı var alttan alta katılaşan bir şey olur böyle şeyler takmıyorum kafamı yatarız be.. biter havalandırma eğlentisi de gecenin bir yerinde son sigaranın ateşi kararır dostlar uykuya varır gece sefası bu mevsim açar mı gecede ay mı vardı idamdan müebbete düştüm müebbetten hücreme belki sıcaktı şubat gece karla başladı fakat en güzel yüzünü resminin yüreğime ters kapadım kırdım belleğimin bütün sırrı dökük aynalarını ranzam soğuk ranzam ayaz ranzam kar altımda demir üstümde ışık yanımda duvar üşür ellerim sensiz ellerim öksüz ellerim nerde portakal bahçesi kadar sıcak memelerin dönerim gene duvar gene soğuk gene ayaz düşlerim seni almaz düşlerime müebbetim sığmaz bir dal fesleğen taksan da saçlarına yorulursun güneşi yatırsalar koynuma ısınamam bir yerine vardım ki gecenin sen yoksun III bir yerine vardım ki gecenin sen yoksun sen yüreğimin dağlarında sakladığım kaçak kız seni sunuyor kar yüklü dallarıyla çam ağaçları kimliğin bende saklı uzanıp alsam alnın apak gece balçık gibi yapışıyor ellerime saat kaç tende yaşanmayacak aşkımız anladım tenimde isyan yorgunum ranzama uzansam gözlerimi kapatsam bir daha açmasam beni bu kapkara suskunluk beni öldürecek diyorum avaz avaz düşüyorum asama dikse anam kapımızdan balkona tırmansa akçamların kokusunu sen saçlarından savursan üç yanı sırılsıklam ülkem gibi hep acı dalgalara dirensen yanağından mutlu bir damlanın yuvarlandığını görsem kar da eridi çamur sonra yağmur sokaklar çıplak asfalt makadam bulvar ayaklarda o bildik bıçak acısı haki gömleğinden bir düğme aç ellerimden üşüyorum şafakları yunus çıkarsa ağlarından balıkçılar beter ağlar dudaklarında uzayan sigara külü martı kanatları ve türkü: bir dal fesleğen taksan da saçlarına yorulursun bulaşıyor dilime beni ağzınla sustur susturacaksan IV sabah oldu beni ağzınla sustur susturacaksan gazeteyle uzatıldı mazgaldan dürülmüş bir yangın gibi korkunç acılarıyla ellerime on üç yıl öncesinin vietnam'ı pirinç tarlaları bambu evleri insanları yani kavgaları 1972 trag bang köyü ve temmuz güneşi ve yankee ve napalm yani ölüm bulutları yapışıyor sırtlarına çocukların çocukların bacakları tutuk çığlıkları var fakat ağızlarında boylarından büyük ilkokul çağında saçı kara çığlığı yangın küçücük kızın bant çekmişler göbeğinin altına ne ayıp ne yasak kaçıyor o güzelim çocuk bütün insanlığıyla çıplak elinden tutmalı göğsüme basmalı göğsümde soluklandırmalıyım benim de gözlerim yanaklarıma doğru çekilmeli acıdan ağzımı kulaklarıma dek yırtarcasına haykırmalıyım payıma düşeni almalıyım yedi milyon ton bombadan işte ben her acıda böyle sırılsıklam şaşkınım haykırılmış her çığlık burda benim ağzımı yakıyor durma kanıyor acılarım gövdemin neresine dokunsam kaldırmadan demir parmaklığı insanla insan arasından canım sevgilim ben bu yaraları kabuk bağlatmam V alnım parmaklığa gömülü alnımda tarifsiz hasret dörtbir yanım idam dörtbir yanımda türküleşen müebbet ne bir yıldız kayar üstünden ne bir çiçek açar hücreler burada susuz kör kuyulara benzer her bahar duvara koşar da sarmaşıklar yaz biter yorulur sonunda salkım saçak dal budak ağaçlar gözlerimi içime çevirmesem gözlerim duvarda kurur bir an büyüse suskunluk kulaklarıma kurşun akar belki bu yüzden yüreğimde tepesi karlı dağlar boydan boya karadeniz boydan boya toros akdağ karadağ altındağ cudi ağrı canik aras vurulup öldüğüm kalkıp çocuklar gibi güldüğüm dağlar yakındır eteklerinde dudaklarına özenir kiraz ellerin tüfeğinden çözülür göğsüne ılık ılık kan yürür dişlerinin arasında apak ilkbahar kardeleni uyanırsın tenin buğulanır bilirim dudakların mahmur uykudadır kollarını açıp gerinirsin ormanın bütün ağaçlarınca yeşil dokunabilsem sana çoğalırdım saçlarınca tel tel yüreğimin ırmaklarını aykırı akıtıyorum dağlara doğru süzülüp gelsen suda bir papatya kadar güzel VI saçlarını yastık yapıp yatıyorsun öyle düşünüyorum yorgan diye geceyi dört mevsim üstüne çekiyorsun yaprak düşer ay düşer yıldız düşer kar düşer kurşun düşer üstüne bomba ölüm ayrılık düşer apansız sena düşer aklıma beni ağzınla sustur göğsü isyan göğsü ateş göğsü tomur tomur sena onaltı yaşının heyacanını tarar aynada çıplacık boynu.. el-boruk dağlarında israil konvoyu kıvrılır yılan gibi.. nazi fırınlarından sarı yıldız uyanır aynada gözlerini bırakır gözleri iki yüz kilo bomba içine 504 peugeot'nun büsbütün bir kinle oturur kanatlanır avına sena mehdillah şii müslüman kız sedir ağaçları değil yanan köyleri geçer iki yanından hükmünü okur benim ülkemde filizkıran fırtınası dalların acısı gelir hücremde beni bulur konvoy patır cizze arasında durur.. sena atmaca sena nisan dalları gibisin sena sena fünye fitil ateş.. sena dur ama durma.. gövdesinin dört katı ağır bombayla patlar güzelim kız beni ağzınla sustur susturacaksan VII bu türkü hiç bitmeyecek karanlık sular akıyor içime her dizesi bir fırtına belki soluğum yetmeyecek korkarım teninden avuçladığım buğu uçup gidecek yastığım sımsıkı yastıkta aralanmıyor dudakların kış üşümesiyle durma sırtını dönüyor yatağım bir yangından çıkmışım tepeden tırnağa yanık çekip almışım bir çocuğu çığlığı bende kalmış yana yana dost kapılardan yüzgeri olmuşum su dökenimi aramışım inatla beni ağzınla sustur beni suskunluk kapkara suskunluk öldürecek beni sesi türkümün sesi sağanak yağmurları isterim dur altına sen de sağalır belki ateşi gövdemin duvarla başladı duvarla mı bitecek türküm şu dağlar eteği kuşatma tepesi karlı dağlar şu okul şu sokak şu ev şu ağaç şu bulvar düşünüyorum da sanki bir varmış bir yokmuş benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş sesli konuş dışarda kalmasın çiçek yüklü dallarıyla bahar balçık gecelerden balçık gecelere çıkıyorum ayaydınlık sabahlara bir de sana inanıyorum VIII benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş söyle ben türkü söylerken sıkı bassınlar yere yağmurlu bulutları tepelerinde taşısınlar söyle benim gecelerim tepeleme ısırganotu sevgilim dur durak yok bana bu bahar akşamlarından toprak deniz ve kadın kokularıyla dövüyor da kapımı bir karası aşıyor duvarı kahrolası karanlık kibriti çakılmış sigarayım nerede dudakların barut dumanıyla islenmiş belki kararmış saçların çekincesiz yıkanırsın deli çılgın akan sularda sular hırçın sular arsız ben ellerimle yapayalnız kovalanmışım çocukça düşlerimden taşa tutulmuşum balıkları oltada bir deniz gibi ayağa kalkmışım delikanlıyım yıldızsız gecelerde düşlerine kıran girmiş sensiz kupkuru bir dalım güneşin gözüne batan grevsiz işçiyim de ocağı tütmeyen evim öğretmenim diline sözcük sözcük yasak vurulmuş çocuğum elinde bir balon bulut bir dolu umut benekli balonlarım sonra bir varmış bir yokmuş benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş IX türkü söylüyoruz tahliyecinin ardından nedense yanık yanık birşeyler kokuyor havada ağlamak istiyorum ateş hattından çıkmışım beni ağzınla sustur tam bir hafta aralıksız dövmüşler barikatı kanlı upuzun bırakmışım üç arkadaşımı yorgunum yürürken şarapnel parçası düşüyor göğsümden çekilen ilk dişimmiş gibi alıp cebime koyuyorum daha otuzbir dişim var katıla katıla gülüyorum yaranı avuçlarıma ver ateş hattından çıkmışım yitiyor nöbetçi kulesi ellerim kopuyor parmaklıktan nerede susuzluğun bir yudum su kaldı mataramda ağzımda senin dudakların bir varmış bir yokmuş duvarın dibinde kurt köpekleri ve bolivyalı çavuş guevera'nın sırt çantasında neruda kahkahası ve ezbere okuduğun bizim şairlerimiz geliyor aklıma salt bizim işimizmiş gibi şaşıp kalmışım felâket yakışırmış meğer onlara da ölmek çınar dediğin de gün gelir devrilirmiş usulca anımsa ne derdik aramızda ona hadi anımsa a. kadir amca a. kadir amca a. kadir amca X benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş söyle ben türkü söylerken sıkı bassınlar yere yağmurlu bulutları tepelerinde taşısınlar söyle ben yokum okulda fabrikada sokakta sen yoksun her adımda bir pusu her pusuda bir sevinç asılı kapılar kapalı pencerelerin perdeleri aralanmaz çocukların oyuntaşı parçalanır camlarda gülmeler açmaz ardına kapının süpürgeyle kurum yığar bir kadın öğrenciler başka işçiler başka bir başka ülkem sen neredesin insan kardeşim nerede neredeyim ben hücremin değil evinin duvarında bitiyor voltam buz gibi titriyor sırtıyla duvara sırtımı dayasam adımlarımı sayıyor bir iki üç... aklı karışıyor gün biter mi ay biter mi mevsim yıl biter mi duvardan duvara ömür biter mi şaşıp kalıyor kapısını açsa kapıma çıkacak ödü kopuyor işte bu insan kardeşimin ölümcül korkusu bu işte ağır mahkumum düşüyorum bütün uçurumları yüreğinin kayalıklarında yeşertemedi henüz bana bir dal paramparça parmaklarım korkusunu sıçrıyor uykusunda XI insan yaralarım kanadı beni ağzınla sustur yaralarım kanamasa gözlerim duvarda kurur kör sağır suskunlukları dipsiz düşüyorum ayırdına varmadan dibini çekiyorlar uçurumun beni dipsizlik kapkara dipsizlik öldürecek beni sözüm kurşun hasretim kurşun kurtuluşum açsana gülün yaprağını uçsana kanadını kuşun sevmesi sevişmek değil gülmesi gülüşmek çocuğunun saçlarını okşuyor elleri dalgın elleri uzak yasaklarca çalışıp konuşup yaşıyor yasaklarca hah desem unutup büyük ellerini kaçacak kaçacak ardında madeni sesler bırakarak keşif kolları çıkar inadına yasak ateşler yak kuşatmalar da kuşatılır bir yerde haber uçur alınıp satılabilen bir ülkenin müebbetiyim ben türküm duvarla türküm yangınla sürüp gidecek gencim delifişek gözlerim bir çift kara tüfek bütün umutlar menzilimde belki kızıyorlar sözlerime henüz bir avuç insan kardeşimi gördüm fakat şaşırmadan ellerini dimdik bakabilirken gözlerime XII benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş çoğalmasın yangın sesli konuş güzelim insan adın bende gizli gölgen takibinde helikopterin her gece koşar gelirsin düşlerimin çekimine kapılıp kent dağa kavuşur ellerim ellerini bulunca ellerimiz buluşunca düşlerim gece baskınında çam ve ardıç kokularını göğsüme bırakıp kopar yürürsün ellerimin şehvetine sarınıp yürürsün canımın içi kanatlan çarçabuk serçe tedirgini adımların ele vermeden seni.. kaç mahpus yılı düşlerime girip çıktın hep bir umudun allığı düşler ki sınırsız düşler ki yazdan kışa uçsuz bucaksız düşler ki yaşanan yıllara aykırı.. kurumasın istemem rüzgârda salınmadık hiçbir dal minik ellerin yine kabzasında büyüsün silahın devrederken nöbeti fakat bir el değmeli eline acı bir bulut gibi taşıma saçlarını seni ülkem bildim yorulursun arama arama ellerimi ellerimi unut katmer güllerin açtığı dağlardadır aşk ve umut XIII umudum dağlarca yapraklarca umudum halklarca fabrikalar gecekondular.. duyuyorum tıpırtısını varoşların daha fazla dayanamaz bu beton bu demir bu plastik kolumu uzatınca elini buluyorum yan hücredeki arkadaşın eli sıcak elim sıcak sımsıcak umut yaşamak bu yaşamak bu diyorum kesip atıyorum karamsar yerlerimi ve gülüyorum gül sen de yüzünde güller açsın güney afrikalı zencilerin kavgaları erik çiçekleri kadar ak biliyorum nice kavgalar verilmekte bana yakın bana uzak hücre hücre direniyorum kuşatılsam da sayrılıklarla gün gelecek saçlarımın güz savrulması durmuş olacak duvarla boğuşmayacak hiçbir düş hiçbir adım hiçbir ayrılık ve hiçbir sözcük şiirde bir silah gibi patlamayacak ne müthiş bir duygu içerde umudu kıyasıya yaşamak çürütülmek ve öldürülmek olasılığı ağır basarken mutlu şarkıları ve zafer tarakalarını beklemek evet canım gün gelecek nasıl atılmışsam içeri öyle diri ve genç aşacağım yıkılan ilk duvarı oğlu kızı yitik bütün kadınları anam bileceğim sen diye öpeceğim ağzından karşıma çıkan ilk kızı XIV karşıma ilk çıkan kızı sen diye öpeceğim ağzından boynuna doladığım kollarıma ayaz vuracak belki soracağım nerde belinin çukuruna dolan saçların susturacaksa o kız da ağzıyla sustursun beni.. direnmenin güzelliği yüzümüzde kış bahar yaz çok değişmedik fakat ellerimiz büyüdü azbiraz gökyüzünden çalıp yolla uçurtmaları salkım saçak ellerimizde çocuk merakı ellerimiz güzel haberlere aç.. bana ince uçurumlara bakan kar bahar yüklü patikaları anlat ki iz sürücüler tıkanıp kalsın sonlarına bakınca o saat köylere inişlerinizi bir de bir de kentlere kaçamak yün çorapları önemse dağlarda korkarım ayakların donacak.. ağlamaklı oluyorum ne güzel düşlerken kuşanmış günleri kırılacakmış gibi bütün kapalı kapılar bugün yarın bayramlık giysilerimle buluyorum kendimi aynada tıraş olurken ranzamda uyur uyanık düş denizi geçiyor üzerimden alıp getiriyor kovasını küreğini kumdan kale yapan çocukların bulutları yıkıyorum saçlarından gözleri nasıl da umut.. hep umut edeceğiz sevgilim kopacak her yenilgi sonrası sustu sanılan yüreğimizde korkunç bir yaşam fırtınası... Ocak-Mayıs 1985 Nevzat Çelik |
25.08.08, 05:39 | #30 (permalink) |
Beta Üye Üyelik tarihi: Feb 2008 Nerden: Adana
Mesajlar: 5.415
Konular: 1058 Rep Puanı:2028 Rep Gücü:0 RD: Ettiği Teşekkür: 46 73 Mesajına 92 Kere Teşekkür Edlidi : | Mümkünüm Yok Mümkünüm Yok Yusuf'a plastik tadında yediğim içtiğim yaz kış gözlerimi örseliyor duvar paslanıyor demir gelip boyuyorlar hep aynı renkte ölemem beton tuttu ayaklarım dışarda kar karın altında toprak nasıl hasretim bir kuşun kanatları geçiyor üzerimden bin kanat bakıyorum parmaklığa aklı gidiyor nöbetçinin kırk yıllık yoldan tanırım ben soğukları ama asıl baharların erbabıyım yine yorgun argın aşacak dağları yine kapıma yıkılacak karanfil elleriyle koymuş gibi bulacaklar badem mi olur erik mi çağla mı kendi dalından asacaklar baharı kaç yıl oldu alışamadım mümkünüm yok bu kez firarım aklı gidiyor nöbetçinin tüfek tüfek kalıyor tezkeresi yakın hırsla parmaklarını sayıyor göz gez arpacık bakıyor fena bakıyor gece dehşetli uzuyor duvarı iniyorum toprağa basmalıyım bir kuşu uçmalıyım deli esmeli poyraz bir dal parçası azbiraz mutlak duvarı aşmalı yoksa duramam gövdemi mıhlasalar bahara kalamam mümkünüm yok bu kez firarım hırsla parmaklarını sayıyor baştan sayıyor tezkeresi yakın düşleri kayıyor apansız bin basamak nöbetçi kulesi yapayalnız ağzında uçurumun apansız kar etmiyor parka ah ne çocukça ıslık beter üşüyor tetik otomatiğe düşüyor ben bahara kalamam ay batarken şafak şafak açarken yaban süseni ben yalnayak fırlıyorum duvarın dibinden bir ses canavarlaşacak ardımdan döne döne sırtımı yakacak ciğerimi bulacak beni toprağa yıkacak vu-ra-cak mümkünü yok bir ödül bir tezkere alacak karaköy'de bir orospuyla yatacak kaç bahar büyüğüm ondan onda hiç bahar açmayacak mümkünüm yok bu kez firarım... Aralık 1984 Nevzat Çelik |
Tags |
celik, nevzat, nevzat çelik, nevzat çelik seçme şiirler, nevzat çelik seçme şiirleri, nevzat çelik şiir, nevzat çelik şiirleri, siirleri |
Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | son Mesaj |
Nevzat Çelik Biyografisi,Nevzat Çelik Hayatı | Sude | Şairlerin Hayatı ( Biyografileri ) | 1 | 29.11.15 22:03 |
Fırat Çelik Biyografisi - Fırat Çelik Kimdir - Fırat Çelik Hayatı - Fırat Çelik Yaşam | Serap | Türk Sinema Sanatçılarının Hayatı ( Biyografileri ) | 0 | 12.09.14 11:15 |
Ali Çelik Biyografisi - Ali Çelik Kimdir - Ali Çelik Hayatı - Ali Çelik Yaşamı | Serap | Türk Sinema Sanatçılarının Hayatı ( Biyografileri ) | 0 | 29.08.14 23:31 |
Murat Çelik Biyografisi-Murat Çelik Hayatı-Murat Çelik Yaşamı-Murat Çelik Kimdir? | Akasya | Türk Rock Müzigi Şarkıcılarının Hayatları ( Biyografileri ) | 0 | 21.12.09 18:27 |
Nevzat Üstün Şiirleri | Josephine | Türk Şairlerin Şiirleri | 1 | 25.08.08 04:35 |