![]() |
Erdem Bayazıt Şiirleri Birazdan Gün Doğacak Nuri Pakdil'e Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında Direnen insanlığın Saçlarınız ıstırap denizinde bir tutam başak Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana O inanmışlar çağının. Zaman akar yer direnir gökyüzü kanat gerer Siz ölümsüz çiçeği taşırsınız göğsünüzde Karanlığın ormanında iman güneşidir gözünüz Soluğunuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger. Gün doğar rüzgar eser bulut dolanır Rahmet şarkısı söyler yağmurlar Alnınız en soylu isyandır demir külçelere Gürültü susar ses donar sevgi tohumu patlar Sessiz bir bombadır konuşur derinlerde. Ey bizim sabır yüklü toprağımızın kutsal ağacı Sen bize hayatsın umutsun mezarlar kadar derin Bizi tutan bir şey varsa dirilten o sensin Üzerinde uyuduğumuz yavru kuşların tüy renkli sıcaklığı. Ey damarlarımızda donan buz yüklü heykeller beldesinden Yıkıntılar sonrası sarındığım şefkat anası Ey dağları yerinden oynatan ses ey mermeri toz eden rüzgar Ey alemi donatan ışık toprağa can veren el. Gün olur toprak uyanır ağaç uyanır uyanır böcekler Sarı bozkır titrer çıplak ağaçlar yeşerir gök yıkanır kirli dumanlardan Su coşar deniz kabarır canlanır ölü şehirler Yemyeşil bir rüzgar eser yıldızlar arasından. Şimdi siz taşıyorsunuz müjdenin kurşun yükünü Çatlayacak yalanın çelik kabuğu Sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu... Güzlek - 1966 Erdem Bayazıt |
Bulmak Bulmak Bir an kayboldun gibi! yaşadım kıyameti Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine Kapılıp gidiyorum saçının sellerine Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm... Güzlek - 1971 Erdem Bayazıt |
Dağlar Dağlar Burçlarında ceylan taşıyan yücelere ey Ayın hüzün saati gözlerinden Kuytu yerlerine sümbüller dökülen Nergisler açan eteklerinde Göklerden muştular indiren güvercinleriyle Dorukları bembeyaz yaşmaklarıyla Güneşe uzanan ağaçlarıyla Zamanı hiç geçmeyecekmiş gibi donduran Ey bir yanıyla derin sulara dayanan Ey dağlar nerdesiniz ey. Kim bizi senden koparan Hangi ses çağıran bulvarlara Dengemizi bozan intihar vitrini bulvarlara... İstanbul - 1960 Erdem Bayazıt |
Deniz Deniz Denizin bir gülüşünü arıyor çocuklar ellerinde oltaları Geçmişin günün geleceğin yükünü üstünde Pul pul taşıyan balıkları Denizin bir gülüşünü arıyor çocuklar ellerinde oltaları... Karaköy - 1960 Erdem Bayazıt |
Diriliş Saati Diriliş Saati Ey bir emre hazırlanan simsiyah gecede Karanlığı emip emip de gebe kalan Ey her depremden sonra biraz daha doğrulan Herkesin Veba girmiş bir şehrin hem halkı Hem seyircisi olduğu bir günde Ey düştüğü yerden kalkmaya hazırlanan ülke. Her damlası bir zafer müjdecisi Bir posta eri gibi Yağmur yüzümüze değince Çıkacağız yola. Çıkacağız yola Hesap günü gelince Yağmur yüzümüze değince Güneş bir mızrak boyu yükselince. Ankara - 1967 Erdem Bayazıt |
Gölgelere Dair Gölgelere Dair Suların karardığı bir çağda birtakım günah yüklü gemiler harekete hazırdı , iyice biliyorum gölgeler vardı , kalın tasmaları vardı gölgelerin , ürkek sesler suları yarıyordu , bakıyorsunuz kuşlar bayağı gülüyordu , karanlık gölgeleri ürkütüyordu , onlar bağlı olmayı hoş görüyorlardı , korkarken ölümü düşünüyorlardı muhakkak. Kafaları kalındı belliydi Gözleri kalındı belliydi Kulakları kalındı belliydi Aslında kafalarının kalın olması , gözlerinin kalın olması önemliydi onlar için , incelik dedin mi kötülük geliyordu akıllarına. Onlar bir gemiye bindiler - ben ona günah yüklü gemi dedim Onlar oturup tasmalarından ötürü gönendiler - ben onlara gölge dedim Halbuki bana bakıp yadsıyorlardı , benim onları tasmalarından ötürü küçük gördüğüm belliydi , benim onları başında ve sonunda sevdiğim belliydi , ama anlaşamadığımız muhakkaktı. İşte ben bu noktada durdum Denize baktım iyi dedim Korkulu dağlara baktım iyi dedim Doğrusu hep doğaya bakıp iyi diyordum. Ama gölgeler giysilerle ilgileniyorlardı , utanıyordum Hep araçlardan söz ediyorlardı , ben utanıyordum Sonra bir çağ geldi , baktım kafamda karıncalar vardı , sonra yapılardan yollardan bıkmıştım , ıssız sokaklar beni ürkütüyordu , kötü meydanlarda boğuluyordum , suları borulara almalarına kızıyordum , hele hele hep düğmelere basıp yaşamalarına çok çok içerlemiştim , sonra kalkıp afrikaya gittim , ohh afrikaya. Maraş - 1958 Erdem Bayazıt |
Güneşçağ Savaşçıları Güneşçağ Savaşçıları Gözlerinde gök sancısı İçlerinde okyanus uğultusu uzun mızraklarla yararak karanlığı Gelip dayandılar şehrin sivrilmiş tırnaklarına Çarpık dudaklarıyla kırpılmış saçlarıyla Soyguna uğramış yüzleriyle Barbar ellerin işgal ettiği sonra terk ettiği Harabe kadınlar Gidip gidip gelirlerdi camekanlı çarşıda Bu kirazı kim yer kim satar Hangi savaştan arta kalmış bu çocuklar. Sonsuz devirleri aşarak savaşçılar geldiler Ve akşamın ipini kestiler Gece putun üstüne devrildi put yere devrildi Yanlış pazarlara sürülmüş yılgın uykusu şehrin Ortasından bölündü. Kollarını derin balkonlara dayamış bilinçleri ustura savaşçılar Taradılar gözleriyle ağır ağır şehrin saçlarını Ayıkladılar bir bir bitlerini Fosfor ellerini uzatarak balkonun uçsuz uzantısından Yanan şehri tuttular Şu bizim atımızdır deniz hipodrom Nehrin yatağını öp sen ey savaşçı Birikinti gölleri geç apartmanları geç kaldırımları Bir bir ayıkla mezarları. Güneşçağ öncüleri yolları tuttu dua erleri tuttu Yüzleri Mekke ülkesi gözleri Medine çeşmesi Elleri altınçağ mimarı. Ankara - 1966 Erdem Bayazıt |
Güvercinler Güvercinler Bir ağaç bir mezartaşını yutuyordu çarşıkapıda "İçimizde kıpırdanırken İstanbul" Bir çocuk mabedlerin susamışlığını satıyordu Sesini hatırlayamadığımız bir su testisinde Güneş sanki günahımızdı üstümüzde. Sonra bu güvercinler niye varlar Bir anıyı yaşatmak için mi Ölümsüz bir ses mi taşımak için ötelere Avuç içlerinde camilerin. Çarşıkapı - 1966 Erdem Bayazıt |
Haber Veriyorum Haber Veriyorum Altımızda kayan bu ölü şehri durdursana Ey gücü toprak kadar eski Ey gücü yer kadar ağır çocuk Büyüyen elimin üstüne koy elini Sana bir yürek vuruşu gibi belirli Gelen zamanı haber veriyorum. Ankara - 1967 Erdem Bayazıt |
Kar Altında Hüzün Denemesi Kar Altında Hüzün Denemesi Dünyanın en uzun hüznü yağıyor Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne Kar yağıyor ve sen gidiyorsun Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun Belki bulmağa gidiyorsun kaybettiğimiz O insan ve tabiat çağını Dön bana ve dinle Kuşlar uçuşuyor içimde Loş bir keman solosu gibi Kuşların uçuştuğunu içimde Dön bana ve dinle. Karanlık denizlerin dibinde Birtakım incilerin olduğunu Birtakım incilere ve hatıralara Neden bağlı olduğumuzu unutma. Duy beni ve dinle Denizler boğuşuyor içimde. Unutma diyorum ama sen anla Anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara. Ankara - 1962 Erdem Bayazıt |
Karanlık Duvarlar Karanlık Duvarlar I. Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin yollarda Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında kimse elini uzatmıyor Bir gürültülü yaşamaga gidiyor dünya boşalan bir deniz gibi Bu sesler ormanında kaybolan bir çag bu. Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda İnsanların koşup doldugu bu dar yapılarda Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar Biz bunun için mi geldik. II. Kara agaç gibi baglıyım katı bir çag bu Her şey bir makine düzenine gidiyor - düzen diyorlar beni çagırıyorlar - Irmak yatagına sıgınıyorum sinirli bir çag bu Baktıgımız her şeyde bir yalan kabugu Bir mercek düzenine baglanıyor gözlerimiz. III. Şu zaman çıkmazında alıp beni bir altmış yaşa baglıyorsunuz Dogmadan ölüme yöneldik gerisi yok diyenler var Sinirli yıl oyunlarına inananlar var Sizin güveniniz bir güneş düzeninde Ben mezarların karanlık çagına dayanıyorum Bir agacı büyütüyorum her yerimle Bir agacı uyguluyorum - her şey bir agaç düzeninde - Yerde gökte ve her her yerde Dallarında ben agacın incecik köklerinde Boguluyorum - baglanıyorum - Ben mezarların karanlık çagına dayanıyorum. IV. Şu dar odanın katı yalnızlıgında Ve her şeyin çıplaklıgında Durup bir pencereyi deniyorum Gizliligin dışına çıkıyorum Araçların İnsanların Şehrin ve meydanların ve kalabalıgın ve herşeyin İçimde yalnız ve yapraksız Bir kavak agacı büyüyor - Çıplak ve göge dogru - Ama küskün ama yalnız ama yapraksız ve uzun Bir aglama duvarı bu. Yatak ve yorganın kuru yalnızlıgında Ve aklın dar yalnızlıgında Şehrin ve herşeyin Ve kalabalıgın yorgunlugunda Saçların ve parmakların Ve gözlerin ve gecenin bu bulanık çagında Ve aynaların sıg görünümünde Bunalıyorum. V. Susmanın kalesine sıgınıyorum Önümde karanlıktan duvarlar Sırtımda insan yüklü bir gök var... Maraş - 1959 Erdem Bayazıt |
Karanlıkta Korkar İdamlıklar Karanlıkta Korkar İdamlıklar Bak sabah olmuş Sag elim kement gibi bak sana uzattım Ben karanlıgım korkma ben karanlıgım Sessiz sabahların korkak idamlıkları kalkın Ben sizi mavi sabahlara sararım. Yeni bir çaga giriyoruz bakın En serseri bombalar ensesinde kimsesizligin Öcünü kusuyor önünüze Bunalan sessizligin. Ey sarı benizli idamlıklar kalkın Yeni bir çaga giriyoruz bakın. Beyaz çarşaflarla al kanlar donarsa Senin kanın donarsa benim kanım donarsa Ben serin mezarlara muştular götürürüm... Istanbul - 1960 Erdem Bayazıt |
Kuş Sayfaları Kuş Sayfaları Bir tren atılır kurşun gibi geceye Demir gibi gök yüklü tren karanlığın ürpertisine girerken Ötede kuşlar derlenir ana olurken bir gün doğumuna Kent horozlarla uyanır sularla gerinir zamana geçerken ezanla Sayfalar sayfa olurken Kuran'la Bir kuş yağmuru boşanır bilmediğim bir yerden Bir boranın patladığı bir yerden... Ankara - 1966 Erdem Bayazıt |
Ölü Vakitleri Yaşamak İhtiyar Evlerde Ölü Vakitleri Yaşamak İhtiyar Evlerde Duvarları çatlak Tavanı dökülmeye hazır Temelinde bitlerin karıncaların ince bacaklı böceklerin gezindigi Ihtiyar evlerde Zamanı çekip üstümüze Örtüyoruz kirli ve açık yerlerimizi. Bir şey mi var Sandık diplerinde saklanan merdiven altlarında unutulan Ahır köşelerine atılmış paslı çivilerine asılmış duvarların Nedir bizi baglayan bütün bunlara ve geçen zamana. Siz oturdunuz mu hiç kıldan ince uçurumlarda Biz yatıyoruz her gün beli bükülmüş duvar diplerinde Uykumuz ürkek ceylanlara benziyor Bazan yorgun taylara. Biz sessiz ve kaygan zaman üstünde Unutmuş ve aldırmaz görünüyoruz Gıcırtılı merdivenlerden çıkan ölümü. Biliyoruz işliyor saat tıkır tıkır Her yerde ve her şeyde Sesini çizerek sonsuzluga Tıkırtıların kımıltıların ve uzayan agaçların. Ve aklın dar yalnızlıgında... Maraş - 1958 Erdem Bayazıt |
Ölüme Saygı Ölüme Saygı Ölüm bir melek elinde gelir Ve öper usulca çocuk yüzleri. Belki bir gün kurtuluruz Karıncaların yolunu şaşırtan ince rüzgarlarla Kaplumbağaların hasret kaldığı derin tepelerde Çocuk gibi bakalım mavi sulara Şehirlere bakalım insanlığımızı eskittiğimiz Sislerden dumanlardan yollara atılan mısır koçanlarından Belki tutarız birgün belki kurtarır bizi Simsiyah saralım bezlerle dağları rüzgarları Gül bahçeleri ağlasın Dallarda salınan çocuk salıncakları ağlasın Kırmızı balonlar bizsiz kaybolsun gökyüzünde. Haydi sığının şehirlere Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze Kalsın titrek ve mavi elleriniz Bekleyin geliyor ölüm usulca Usulca girer koynunuza. Çamlıca - 1959 Erdem Bayazıt |
Ölünün Kıyıları Ölünün Kıyıları M.Akif İnan'a Gök boşanarak üstümüze Bizi ıslak saçlarından geçirir karanlığın Gece siyah bir at olur da uçar Uykumuzun soluyan denizine. Babalar ölümü dengede tutar Seçerek en sağlam vakti arabasına. Şimdi o araba uçuyorsa Bir Asya çölünü kanat yaparak Ey üstümüze gelen Ey çocukların gözlerinden dökülen Ölümü konuşan damla damla Ey beklediğimiz her an Ey bize son sözü muştulayan Bizi bulan şahdamarımızda Ey sürücüleri babalarımız olan. Bir an dudaklarıyla Değen alnımıza masmavi Bir güvercin kanadı gibi Ey annelerin sesi İçimizde savrula savrula Yağan bir bahar yağmuru gibi Çağırırdı oğullarını yola Ben işte o zaman Saygı ile ve güvenerek Selamlayacağım önden gideni Yılanlar tüylerini dökerken Eğerken dağlar başlarını önlerine Birinin yeşil yaprağı kutsaması gerek Birinin akan suyu tutması Altında durarak gökten boşananın Sonra yükselterek sesimi konuşacağım. Sen dur burda ey insan Duy içinde tutuşan ormanı Ve yakıştırmasını bil üstüne ey ademoğlu Usta bir makasla biçilen toprağı. Ankara - 1968 Erdem Bayazıt |
Önden Gidenler İçin Önden Gidenler İçin Sait Mutlu, Sabri Aslan, Mehmet Emin Balyan, Ahmet Yücel'in Onlar gittiler Yalnız bir yemin kaldı aramızda Ben şimdi bu yanda Kasılmış çıplak bir kurşun gibiyim Namluda. Onlar gittiler Topraktan bir işaret taşıyarak alınlarında Ben şimdi bu yanda Gerilmiş bir an gibiyim Doğumla ölüm arasına. Onlar gittiler Gelen zamandan bir haber gibiydiler. Ben şimdi bu yanda İçilmiş bir and için bekleyenim Kurulmuş saat gibi. Onlar gittiler Giderken bir muştu gibiydiler... Ankara - 1968 Erdem Bayazıt |
Sabah Koşusu Sabah Koşusu İlk güneşi duyuyoruz etimizde Derimizde ansızın kaçak bir rüzgar yakalıyoruz Bir serinliyoruz bilseniz bir serinliyoruz Her gün gidip beş vakit Denizi öpsek yeridir. Bir karınca durmuş yaşamayı anlatıyor Bir dinliyor böcekler görseniz bir dinliyor Bir çoban yıldızları sayıyor Bir arabacı şapkasını atıyor havaya. Sabah oluyor yalınayak koşuyoruz yeni bir çağa Derin asfaltları duyuyoruz Sıcaklığını duyuyoruz Bazen bir serinlik doluyor içimize Ayaklarımızdan Göğü kapatan çatıları yıkıyoruz ellerimizle Ve şunu iyi anlıyoruz En iyisi yürüyerek gidilir yaşamağa. İstanbul - 1960 Erdem Bayazıt |
Sana, Bana, Vatanıma, Memleketimin İnsanlarına Dair Sana, Bana, Vatanıma, Memleketimin İnsanlarına Dair "Telgrafın tellerini kurşunlamalı" Böyle değildi bu türkü bilirim Bir de içime -Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen- Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek Bazen gelmesi beklenen bazen ansızın çıkagelen Haberler bilirim, mektuplar bilirim Gamdan dağlar kurmalıyım Kayaları kelimeler olan Kırk ikindi saymalıyım Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma, saçlarıma Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından Baştan ayağa ıslanmalıyım Gam dağlarına çıkıp, naralar atmalıyım İçimde kaynayan bir mahşer var Bu mahşer bir de annelerin kalbinde kaynar Çünkü onlar, yün örerken pencere önlerinde Ya da çamaşır sererken bahçelerde Birden alıverirler kara haberini Okul dönüşü bir trafik kazasında Can veren oğullarının Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim Bir dolmuşta; yorgun şoförler için bestelenmiş Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde Örneğin hint okyanusu gibi derin İsyanın kapkara sularına dalan Nice akşamlar bilirim ki Karanlığını Bir millet hastanesinde Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda Başını kalorifer borularına gömmüş Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiblerden Haber sormaya korkan genç kızların yüreğinden almıştır Bir de baharlar bilirim Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği Anadolu bozkırlarında İstanbuldan çıkıp, Diyarbekire doğru Tekerleri Yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğuyla içen Cesur otobüs pencerelerinden Bilinçsiz baş kaymasıyla görülen Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen Yazlar bilirim, memleketime özgü Yiğit köy delikanlılarının İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları Birinin ölü dudaklarından sızan kan daha kurumadan Üstüne cehennem güneşlerde mor sinekler konup kalkan Diğeri kan-ter içinde yayla yollarında Mavzerinin demirini alnına dayamış Yüreği susuzluktan bunalan İçinden mapushane çeşmeleri akan Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp Apansız silahına davranan Nice delikanlılarin figuranlık yaptığı Yazlar bilirim memleketime özgü Güzler bilirim, ülkeme dair Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir Kalakalmış bir kıyıda melul ve tenha Kalbim gibi Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri Titreyen kenar mahalle çocukları Bir sıcak somun için Yalın kat bir don için Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi Kadınlar bilirim ülkeme ait Yürekleri akdeniz gibi geniş Soluğu afrika gibi sıcak Göğüsleri çukurova gibi münbit Dağ gibi otururlar evlerinde Limanlar gemileri nasıl beklerse Öyle beklerler erkeklerini Yaslandınmı çınar gibidir onlar sardınmı umut gibi İsyan şiirleri bilirim sonra Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden Harfler harp düzeni almıştır mısralarda Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır Kimi bir soygun sofrasında ışıklı salonlarda Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır Müslüman yürekler bilirim daha Kızdımı cehennem kesilir sevdimi cennet Eller bilirim haşin, hoyrat, mert Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır Her kırışığı, sorulacak bir hesabı Her çizgisi, tarihten bir yaprağı anlatır Bütün bunların üstüne Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli Adın kurtuluştur ama söylememeliyim Cankuşum umudum canım sevgilim. Bülbülderesi - 1971 Erdem Bayazıt |
Sebep Ey Sebep Ey Fetih Gemuhluoğlu'nun aziz anısına Ürpertir tabiat üfleyince rüzgarı derin gök soluğu Ulu ses dokununca çarka Düşer ölümün gölgesi eşyaya. Başlar eşyada hareket kurtulmak için kendinden Daha öteye geçmek için arınmak gibi elbiseden Yakalar ölümsüzlüğün sonsuz ipini Sonra ses olur Zamanın idrak incisi ses döner döner döner de Yönelir sebebe Sebeb ey. Sesi damarla çizer Mutlak sözü damarda kanla çizer Uzar bir göz ağrısının gecesi uçsuz bir nehir gibi Bir bebeğin ilk hecesi düşer ağzından ansızın ve bulur Aklı yontan o sonsuz sesi bulur Sonra toprak sıkışır sıkışır taşar da renk olur tarlada Güneşin çarpılmış elçisi Van Gogh'la gelir önümüze Portakalla yayılır karanfilde tutuşur karar kılar denizde Renk denizde karar kılan ebedi tarla olur Renk başkaldırırken helezonlar çizerken ses Som fatih su fetheder tabiatı Döner döner döğünür eritir dağları yobaz kayaları Daha der sığmaz kabına yönelir göğe teslim olur Ve düşerken toprağa çağırır Sebeb ey. Her sabah bütün bitkiler iştahlı bir çocuktur Emer emer emerler toprak anayı O sultan hazinesi o hep veren sonsuz cömert anayı Yeşil hayat kırmızı hareket sarı sabır emerler Ve beyaz iman çizer sesini Tamamlar kavisini Sebeb ey... Ankara - 1966 Erdem Bayazıt |
Soluyan Deniz Soluyan Deniz Bir çığlık düştü karanlıklardan Issız denize Ses beton gibi buz tutuyordu Bir takım gölgeler gidip geliyordu Ay ışıkları gidip geliyordu Deniz yaralı bir tay gibi soluyordu. Kim bizi çeken ayaklarımızdan Suyun yumuşaklığına Yerin katılığına Göğün karanlığına. Bir göz bizi denetliyor - bu muhakkak Bir çığlık boğuluyor denizde - bunu iyi duyuyoruz Bir ışık kesiyor karanlığı bir ustura ağzında Bilmediğimizi anlıyoruz Görmediğimizi seziyoruz Yeni bir çağa çıkıyoruz saçlarımızdan... Yenikapı - 1960 Erdem Bayazıt |
Soru Soru Artık beni parktaki ağaç bile anlamıyor Siyah kedinizin kuyruğunda sallanan zaman Bir zamanlar sevinçle giyindiğim Ak bir güvercin kanadı gibi gururla giyindiğim Temiz ve mavi giysim değil artık. Yalnız imkansızlığı mı anlatır bir bulut Yağmaya hazır bekliyorsa gökyüzünde... Erenköy - 1964 Erdem Bayazıt |
Sürüp Gelen Çağlardan Sürüp Gelen Çağlardan Yeryüzü bana mescit kılındı Ant verdim toprak şahit tutuldu Her sabah her öğle her akşam İkindiyle yıkanarak yatsıyla donanarak Seslerden bir sesle fırınlanıp Sulardan polatlanan benim. Geldim durdum önünde işte bir anıt gibi Sıyırarak sırtımdan bir yılan giysisini. Evet bir hançer ağacı gibi büyüyor içimde acı Dağlardan bir dağ gibi kabaran yüreğimde. Kargaların sırtlanlarla anlaştığı bir günde Bir yabancı fırtınaya tutulan yapraklarım Kudüs'te Mescid-i Aksa'da Belki bir batı karanlığında Topkapı'da Yangına uğramışsa Duymaz olmuşsa kulaklarım göklerin muştu sesini Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini Çün defterler açılıp hesap soruldukta Yetimin hakkı soruldukta yoksulun hakkı soruldukta Milletim omuz omuza verip Kıyama duruldukta. Gündüzler nasıl beklerse gecenin bitmesini Sabırla söküyorum bu tarih gecesini. Yüreğim usul usul vuruyor Kafkasyalım Namludan yeni çıkmış sıcacık kurşun gibi Dağlılar dağlar gibi ormanlar ordu gibi ağaçlar asker gibi Bir şimal rüzgarı değil bir Şamil fırtınası Tutsaklık haritası değil bir zafer coğrafyası Can pazarında Azerbeycan'da Bir türkü işliyor nakışını kalbimin üstüne "Kurban olayım ayına ayına yıldızına" Bir ucundan dünyanın öbür ucuna Kan olup dolaşan damarlarımda Arabistan’da Pakistan’da Türkistan’da Şu anda Iran'da Afganistan'da. Gecelerden bir gece en kesin bir tarih gecesini Delecek elbet yangına ugramış gözlerim Içimde kayalaşan bu güç bu savaş birikintisi Sagdan sola kavisler çizerek Ak bir kagıt üstüne dolaşır gibi Dolaşan Asya'yı Afrika'yı Amerika'yı Sonra bir solukta geçerek üstünden Avrupa'nın Avrupa'nın Rusya'nın. "Yememiştir hiç kimse Elinin emeginden daha hayırlısını" diyerek Şafak gibi alınlara terle yazılmış Hakkın mutlak ölçüsünü Elbet benim işçilerim çekecek Emegin kutsal diregine. O ışık ki düşer bir zenci yüregine Birden aydınlık kazanır zulme ugramış bütün yürekler Onulmaz hint agrısına tükenmez çin sancısına İsyanın macarcasına ezilmenin çekoslavakcasına Yanmanın polonyacasına direnmenin vietnamcasına Gerillanın arapçasına Yetişecek elbet benim müjdeci sesim. Ey insan ey şimdilerde hep bir beklemeye duran Duy zaman içre sürüp gelen bu sesi Sürüp gelen çaglardan çaglara Renk veren tarihe yeşil çaglayan Savaşçı yüreginden savaşçı yüregine Cezayirden senegalden Yüregimin içine Bogaziçine Kelimelerden bir kelime diken yeryüzüne. Dünyanın kalbini dinle geliyor adım adım Dallar meyvaya dursun toprak tohuma dursun İnsan barışa dursun selama dursun zaman Sabır savaş zafer. Adım : Müslüman. Ankara - 1975 Erdem Bayazıt |
Şehrin Ölümü Şehrin Ölümü Duvarlar çıkıyor önüme Şehrin mahpus yüklü duvarları Hiçbir sır kalmamış ardında hiçbir duvarın Nereye gitti diyorum benim elbisem nerede Şehir soyunmuş diyor biri Şehrin elbisesini çalmışlar Bütün şehir çöküyor yüzünde bir insanın Şehir boğuluyor içinde insanların kan gibi bir sesle Mor bir kabus çöküyor üstümüze Parkta son ağaç da ölüyor intiharı hatırlatan bir ölümle Veda çizgisi Kalabalık toplanıyor büyük meydanlara Aşka veda İnsanlar geçiyor yollardan İnanca veda Şehir kapanıyor içine Toprağa veda Dolaşıyor bir heykelin taştan eli üstlerinde insanların Kuşlar göç ediyorlar bulutlar göç ediyorlar Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların İnsana veda Bir gezgin adam Bir adam belki de en çok bir rüzgardır şimdi Sisli yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgar Şehri bir yabancı gibi dolaşıyor Şehrin mabetleri bir bir tükeniyor Başlıyor içinde sonsuz susuzluk Avuçların içi terliyor. Kaos Kirli yollar kapansın sular akmasın deniz sığmasın kabına Gün batmasın aydınlatsın yüzlerde umutsuz mahkumluğu Makineler çalışsın taşlar yarılsın ortalarından Anneler ağlamasın çocuklar gülmesin Gök çöksün toprak başkaldırsın su sussun Ağaçlar durmasın bütün saatler dursun Durmasın ulu rüzgar şehri göklere savursun. Durum Makinalar bir elin baş parmağını çarmıha geriyorlar Akıl bir akreptir intihara hazır. Anı Bizim ellerimiz vardı şimdi onlar nerede Kadife gibi okşardık çocuk yüzlerini şimdi onlar nerede Şehirde evler olurdu sıcak odaları olurdu evlerin Sığınacak yatakları olurdu bu bizim yatağımız derdik Bayram günleri donanırdık su gibi yumuşardı yüreklerimiz Camilere dolardık tüm olmaya ererdik Biz vardık şimdi o biz nerede. Bitiş O en öksüz köşesine sığındığımız yalnızlığın Yalnızlığın teselli çiçekleri üstümüze Göçen son kuşların sedef gagalarından dökülür Şehir bir mahşer gibi içimizde ölür... İstanbul - 1968 Erdem Bayazıt |
Veda Veda Bu şehirden gidiyorum Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi Gururu yıkılmış soy atlar gibi Bu şehirden gidiyorum İnsanlar taş gibi bana yabancı Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarlarda Bir tambur bir yalnızlığı anlatıyorsa O ışıksız pencereden Ben onu bile bile duymuyor gibiyim. Bu şehirden gidiyorum Gömerek geceyi içime Sabahın hüznünü beklemeden Gidiyorum bu şehirden... İstanbul - 1963 Erdem Bayazıt |
Yok Gibi Yaşamak Yok Gibi Yaşamak Boğuk bir bakışın oluyor senin Bir girdap derinliğinde kayboluyor gibiyim Yok gibi yaşamak bu kalkıp kurtulmak gibi kalabalıktan Durma bana türkü söyle anadolu olsun Susuz dudak gibi çatlak olsun Karanfil gibi olsun kara çiçek gibi solgun yüzün Durmadan akıyor kalbim ayaklarına bana karanlık bakma Ağlıyorum bir karanlık karayel saçlarına Çekme ülkemden nar yangını gözlerini Beni bu kentten kurtar beni yalnız ko git beni Arıyorum arıyorum o ilk çağ ırmaklarında sedef ellerini Susmam seni ürkütmesin içimde çağlar var bilmelisin Katı bir yalnızlık bu bilmelisin Kaçmam kendimi bulmam ben senden yoksunum iyi bilmelisin. Şu yalnızlık çıkmazında önümde niye sen varsın Niye her şey bir anda kayıyor sen kayıyorsun Kalbim niçin bu kadar yabancı sen niye yoksun Bir sam yüklü geceleri içimden atamıyorum Niye bunları bir anda unutamıyorum Hadi tut elimden gök gibi ölü kadar yalnızım... Maraş - 1959 Erdem Bayazıt |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 00:47 . |
Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 RC 2