![]() |
Akgün Akova Şiirleri Ağzında Girit Yasemini senin ülkende cüceler vardı boyları hüzünden kısalan donmuş gözyaşları kurumuş otlar ve adını anımsamadığım bir sürü hüzünlü şey vardı bilgisayarlara bile hüzün programlanmıştı be babanın bir beyin cerrahının tamir çantası olduğu söylentisine gelince bence kuru iftira ama yukarılık kompleksini kimden kaptığı bilinmiyor annense bir şişenin içinde batık gemileri bekleyip durmuş yıllarca kiralık kardanadamlarla çıkmış küf rengi yolculuklara ve kadınlar hamamında ayyaş bir ayı gibi bayıldığı gün seni doğurmuş hiç yokken sen hesapta a benim caretta carettam * a benim yürek vuruğum buna da şükür çünkü bir yılkı atı gibi bırakmışlar seni çocuk çocuk suluboya çıkmaz sokakta keyiflerine bakmışlar gelsin eğlence gitsin ça ça ça sen küçücükmüşsün insanlara bakmışsın bakmışsın her yan sönük yıldızlar ormanı bir şeyleri sevmek istemişsin alışırken dünyaya dişlerini göstermişler kırmışlar termometreni insan insanın kurduymuş bre kesekağıdına sarmışlar seni narbülbülün kafese ayçiçeğin çöplüğe bir duvarın sıvası gibi dökülürken bana rastlamışsın dur demişsin dur hadi dur yaşamım sil baştan ben demişim " severim severim sevmesine de seni eski bir hüzünle durmadan büyür içinde bir Girit yasemini " yaklaşmışım ve deniz atmışım dudaklarımla dudaklarına * Caretta Caretta : Bir tür deniz kaplumbağası. Sürekli sessiz ve hüzünlü. Ben düzerken bu şiiri kadınım için, o, var olma savaşında, Dalyan'da. Vinçler büyük, yumurtaları küçük. Yasa bu, yutar küçük balığı büyük olan. Ve hüzünle seyreder caretta carettalar kıyıdaki inşaatları, sonra yavaşça yitip Akdeniz mavisinde, girerler ansiklopedilere. Akdeniz, onlarsız hüzündeniz. 1997 Kaynak: Aşk ve Kuyrukluyıldız Akgün Akova |
Ancak Karıncalara Merhaba Derken Diz Çökeriz Ancak Karıncalara Merhaba Derken Diz Çökeriz başımızın beladan bir türlü kurtulmayışı sevgilim bu taralelliliklerle usta işi sevişmelerle günde üç dört beş kanla canla insan olmanın hakkını vere vere yaşamamızdan uğradıkları onca bozguna rağmen bebek yüzlü düşmanların üstümüze üstümüze gelmeleri komiğime gidiyor bizim ancak karıncalara merhaba derken diz çökeceğimizi orangutanlar bile anlardı vallahi... Akgün Akova |
Aşk Ve Kuyrukluyıldız Aşk Ve Kuyrukluyıldız gittiğim bütün hekimler aynı şeyleri söylediler söz birliği etmişcesine "aşk hastalığıdır bunun adı ve çok sarsar insanı bu yaştan sonra" oysa ne yalan söyliyeyim, ben yalnızca bir kuyrukluyıldıza çarptığımı sanmıştım yaşamın çıkmaz sokaklarında yürürken yüreğim bir patlamayla aydınlanınca... Akgün Akova |
Ateşböcekleri Ateşböcekleri ışıkla ilgili bir yazı okuyordum, elektrikler kesildi boğazından geçerek midesine indi kent gecenin mum aramadım, oysa vardı pencereye gittim kalkıp çalışma masamdan iki sevgiliden söz ediyordu ağaçlar fısıldaşarak bahçede ağaçların yalnızlıklarından korktum sonra yollardan söz açtılar, düşledikleri yollardan işte o zaman ateşböceklerini, birbirini kovalayan iki yanarsöner ışığı gördüm gezinen son yıldızlarıydılar yeryüzünün çaldıkları ağustosböceklerini tahta kafeslere dolduran bir hırsız çetesi geçti sokaktan ay siliyordu, siliyordu camlarını terleyen evlerin bir ırmak kente geri dönmeyeceğini bildiren bir mektup yazıp akıp gitmişti sudan gerekçelerle yerçekimini aşk yoksunlarına bırakıp bir bir çıkardım giysilerimi ve kapısını araladım uyuduğun odanın sonra açılmak için dokunmamı bekleyen pembe gülleri gezdirmeye gittik ağaçların gözlerini yumduğu küçük koruda gökyüzümü sarsıyordu ıslak kelebek kanatların ve geceyi şu ısırıp durduğun geceyi gitgide derinleşen karanlıkta gitgide sertleşen geceyi yıldızların gökfişekleri gibi içimizde patladığı geceyi çiğlenmiş sabahla birleşen ve küçülen geceyi her güne böyle başlayalım sevgilim böyle, ateşböceklerine teşekkür ederek... Akgün Akova |
Ay Parçası Ay Parçası geceyi uyandırdık yanık ay kimsenin bahçesine ayçiçeği ekmediği kentte çizgi roman duyarlıkları uzayın okşayışlarıyla ergenlik çağına giren yıldızlar ve kağıt tavşanlar imparatorluğu geceyi uyandırdık yarık ay alkolün kana karışmasıyla kadınlara sulanan türlü tüylü adamlar kimsenin kumruları rahat bırakmadığı kentte kafesteki tek gözlü kobralar için ceplerden çıkarılan ormanlar karanlığa dağılan arka balkon hırsızları geceyi uyandırdık yatağa yapışık ay radyo düğmelerinde televizyon ısırıkları aynaların karaborsaya düştüğü kentte belediye bandosundan firari acemi saksafoncular ve at sırtında dolaştırılan sünnet çocukları sokaklarda çekip blucinimi uzandım gecenin üstüne gecenin içinde bana bakarak soluyordu yapış yapış ay çekip altından yerçekimini çektim çekmecesini... Akgün Akova |
Baba Bana Bağırma Baba Bana Bağırma yol ıslanmasın diye şemsiye açanlara... baba bana bağırma bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler tenorlar kaçtı ses tellerinden çevreye saçıldı yavru diktatörler seni ne sopranolar istedi de vermedik baba baba bana bağırma bayrak direklerine konan kartalları anlat uzun uzadıya nasıl da göremediler avcıları o keskin gözleriyle vah hah ha şans yıldızlara özgü bir yalan baba yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna yalanları yazdım defterime hiç unutmadım radyasyonu radyo istasyonu sanan Bakanları çiğleri, Meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların hiç unutmadım sakallarını yüzlerinde yüzlerini sakallarında unutan adamları ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını Uğur Mumcu'yu biz yapan bombanın hiç unutmadım uzak yakın tüm tuzakları baba yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen bir gam ağacısın kar yüküne dayanamayıp kırılan ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin geri getirmediler güneşin başına gelenleri biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba baba bana bağırma bir kulağımdan giriyor sözlerin öbür kulağımı tıkıyor Buenos Aires'te olsaydım diyorum içimden Eva'nın peronunda karanlıktan kuşlar çalan bir tren bir bıçak kaçağı tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan burada bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde burada, tam karşında hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi yol alırdı saatler karılarının namuslarını dillerinde saklayan adamlar vardı bir taraflarda televizyon kanallarında yitirilen çocuklar gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar ve depolara indirilen Lenin heykelleri vardı Sovyet Rusya'da kafandaki duvarları niye cebine koymuyorsun sen baba baba bana bağırma farkında değilsin arkasını ezilenlerin yaladığı bir posta puludur dünya bir kara delik yutana kadar uzayda bizi asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen söylemenin tam sırası ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin partiler getirdi baba ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan bir yaşamlık kaygı duruşundayım yakın tarihimiz için baba bana bağırma bacağından vurulursa bir şiir nereye kadar gidebilir bana bağırma baba kendine bağır yoksa her şey bitebilir... Akgün Akova |
Bak Fena Olur Bak Fena Olur bir gün ayrılırsak sevilmekten eskimiş bir renk sanırım kendimi gözbebeğime bakarım senin yüzüne özgü gece gece abone olduğumuz o parkta bulurum kendimi köşe bankta sırt üstü yatıyorumdur söylemem gerek mi bilmem, zırlıyorumdur rıhtımlar dolusu narçiçeği sen birkaç ton körkütük ben bir öyle bir böyle sanıyorumdur kendimi bir gün ayrılırsak gülkurum, çılgın diye an beni de ki bulutlanarak, onu sevdim gibi kellesi kulağı düşüktür şimdi ayrılmışlıktan göğün beline keman teli sarıyordur her zamanki gibi de ki kulağına doldurduğu denizler seslenip gidiyordur sözcükleri muz gibi soyuyordur ortalık yerde yine Şiirzade Akgün Efendi sanıyordur kendini bir gün ayrılırsak dövünen çok olur, sevinen daha da çok takla atanlar olur haber üstüne göbek atanlar ülseri azanlar olur bir gün ayrılırsak bak fena olur... Akgün Akova |
Barış Nedir Sevgilim? Barış Nedir Sevgilim? barış nedir sevgilim biliyor musun bir köPage Rankingü müdür üstüne gölgeler düşünce çöken halka açılamadan batan bir şirket iki savaş arasında verilen çay molası mıdır barış yoksa hurdacıya söylediği son sözler mi bisikleti vurulan bir çocuğun söyle sevgilim Einstein'ın Roosevelt'e yazdığı mektup mudur barış Lozan'dan gelen telefon mu Mustafa Kemal'e çöplerini bilimin süpürdüğü bir sokak mıdır barış yoksa söyle sevgilim de ki tünediği balkon uçuruma düşen yavru bir kuştur barış saatçiyi hapse attıkları için kurulamayan bir meydan saati ayağımızdaki paslı çiviyi bacağımızı keserek çıkaran bir melek de ki aptalların türküsü oyuna getirilenlerin ülküsüdür barış dişleri sökülmüş Asya kaplanıdır kapitalizmin sirkinde de ki sevgilim içine bayat pil konmuş el feneridir barış fosforlu izleridir bayrakların üzerinde gezen salyangozların barış düşsel beyaz buluttur bir kaleye çarpıp dağılan kör bir toplumun tehdit dolu yazılarla kirlettiği bir defterdir barış kendinde bulamayıp başkalarında aradığıdır insanın barış halkının üzerine devrilen bir devlettir zor dönemeçlerde açılmadığı için posta kutusunda ölen bir mektuptur barış patlayıp seyircileri öldüren bir futbol topudur son dakikada bunların hiçbiri hiçbiri değilse barış söyle sevgilim savaşın düş kurduğu yerlerde hangi yüzsüzün uydurduğu bi' sözcüktür şu dillerden düşmeyen barış... Akgün Akova |
Bebo Bebo neden bebo bu çatısı uçuk eve bu tuz camı ellerime başlarını duvarlara vuran bu kan gölü meleklere neden çağırdığımı bilmiyorum sevgimin yanlış uzayına seni yüreğimin yırtıcı kuşları takılınca gözlerinin ağlarına ısıttığımız evlerden balkonlar arttı bebo çağlayanlar ve selüloz, şebnemli haritalardan yollardan çok leyla bisikletler arttı gözbebeğimde bisikletinle gezinmesen ben neyim ki zaten Büyük Şiir Ebediyesi'nin sözcük çöpçüsü şiir direklerine tırmanma güçlüğü çeken maymun ayakkabılarım bitse de gelirim sana saray tırtılım, uykulu Asyam, kıpırtılım vazelin gecelerine çocuk esirgeme kurumlarına üye yap beni süpür beni, elektriklerimi kes, yakın çekimde izle çok ısınmış bir kalorifer peteğisin sen bebo bırak güneş kentin kremli tüylerini yalasın sen beni bebo sen beni Cafe Petrograd'da memelerini sayıyorum gece ve yıldızlar eriyene kadar memelerin bebo masal, cüce ve prenses tadı ağzımda... Akgün Akova |
Bengal Bengal gözlerime yükledim seni gözlüğüm tutuştu omurgası çatladı zamanın gelecekten düşünce onu götürdüğümüz hastanenin en acil servisinde o bal rengi bacaklarına dinamitlendi içim küçüğüm, küçük kadınım transistörlü radyomda geceler boyu aradığım bir gidip bir gelen yitik bir uzun dalga istasyonu gibisin nisan evet o mirmoruk nisan şemsiye sürüleri düşler peynir ekmek sesine uyanırken pomfuruk mayıs alev halkalı küpelerini sıyırırsın gülümseyerek evden kaçan Bengal kaplanlarının sıçrayarak içinden geçtiği küpelerin en son onlar yoldan çıkar ve kınalı aralığı ağzının küçüğüm, küçük kadınım yanında, teninde ve kahkaha çiçeklerinde içlerinde sıkışıp kaldığım saat camlarının tüy bahçendeki cin saçlarının ve çeliğin üstündeki diş izlerinin ve yaklaşan ölümün kaçınılmazlığında bir yumuşakça gibi saklarım altmış dört yaşımı güneşten küçüğüm, küçük kadınım sevdamız çıngıraklar ve alarmlar günlüğü sürekli deri değiştiren ve sıyrılan etekler kitabında ben ilkbahar bankası soygunlarına giderim küçüğüm, küçük kadınım dudağını dayadığın o buzlu camlara hohluyorum aramızdaki kırk beş yaş farkı ve ellerimi yıldızlarının üstüne koyuyorum ( dring...drong... dring...drong... sayın ziyaretçiler huzurevimize gonca gül sokulmaması önemle rica olunur dring...drong... dring... yitik... bir... uzun dalga... istasyonu... ) Akgün Akova |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 00:05 . |
Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 RC 2