![]() |
Nazım Hikmet Şiirleri 21-1-924 Lambayı yakma, bırak, Sarı bir insan başı Düşmesin pencereden kara. Kar yağıyor Karanlıklara. Kar yağıyor Ve ben hatırlıyorum. Kar... Üflenen bir mum gibi söndü Koskocaman ışıklar.. Ve şehir Kör bir insan gibi kaldı Altında yağan karın. Lambayı yakma, bırak! Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların Dilsiz olduklarını anlıyorum. Kar yağıyor Ve ben hatırlıyorum. NAZIM HİKMET |
Açlik Ordusu Yürüyor AÇLIK ORDUSU YÜRÜYOR Açlık ordusu yürüyor Yürüyor ekmeğe doymak için Ete doymak için Kitaba doymak için Hürriyete doymak için. Yürüyor kö p rüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin Yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak Yürüyor ayakları kan içinde. Açlık ordusu yürüyor Adımları gök gürültüsü Türküleri ateşten Bayrağında umut Umutların umudu bayrağında. Açlık ordusu yürüyor Şehirleri omuzlarında taşıyıp Daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri Fabrika bacalarını Paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak. Açlık ordusu yürüyor Ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp Ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta. NAZIM HİKMET |
Asya-afrika Yazarlarina ASYA-AFRİKA YAZARLARINA Kardeşlerim Bakmayın sarı saçlı olduğuma Ben Asyalıyım Bakmayın mavi gözlü olduğuma Ben Afrikalıyım Ağaçlar kendi dibine gölge vermez benim orda Sizin ordakiler gibi tıpkı Benim orda arslanın ağzındadır ekmek Ejderler yatar başında çeşmelerin Ve ölünür benim orda ellisine basılmadan Sizin ordaki gibi tıpkı Bakmayın sarı saçlı olduğuma Ben Asyalıyım Bakmayın mavi gözlü olduğuma Ben Afrikalıyım Okuyup yazma bilmez yüzde sekseni benimkilerin Şiirler gezer ağızdan ağıza türküleşerek Şiirler bayraklaşabilir benim orda Sizin ordaki gibi Kardeşlerim Sıska öküzün yanına koşulup şiirlerimiz Toprağı sürebilmeli Pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli Dizlerine kadar Bütün soruları sorabilmeli Bütün ışıkları derebilmeli Yol başlarında durabilmeli Kilometre taşları gibi şiirlerimiz Yaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmeli Cengelde tamtamlara vurabilmeli Ve yeryüzünde tek esir yurt tek esir insan Gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayıncaya kadar Malı mülkü aklı fikri canı neyi varsa verebilmeli Büyük hürriyete şiirlerimiz NAZIM HİKMET |
Beş Satirla BEŞ SATIRLA Annelerin ninnilerinden Okuduğu habere kadar, Yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı, Anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık, Anlamak gideni ve gelmekte olanı NAZIM HİKMET |
Bulutlar Adam öldürmesin BULUTLAR ADAM ÖLDÜRMESİN Analardır adam eden adamı Aydınlıklardır önümüzde gider. Sizi de bir ana doğurmadı mı? Analara kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin. Koşuyor altı yaşında bir oğlan, Uçurtması geçiyor ağaçlardan, Siz de böyle koşmuştunuz bir zaman. Çocuklara kıymayın efendiler Bulutlar adam öldürmesin. Gelinler aynada saçını tarar, Aynanın içinde birini arar. Elbet böyle sizi de aradılar. Gelinlere kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin. İhtiyarlıkta aklına insanın, Tatlı anıları gelmeli yalnız. Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın, Efendiler, siz de ihtiyarsınız. Bulutlar adam öldürmesin. NAZIM HİKMET |
Ceviz Ağaci CEVİZ AĞACI Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz, Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda, Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz. Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda. Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl. Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril, Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil. Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var. Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a. Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım. Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u. Yüz bin yürek gibi çarpar, Çarpar yapraklarım. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda. Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. NAZIM HİKMET |
Gece Gelen Telgraf GECE GELEN TELGRAF Gece gelen telgraf Dört heceden ibaretti: "VEFAT ETTİ." İmza yok. Bu dört hece bile çok. Bakıyorum duvara: Duvarda bir yara- Duvarda bir resim- Vefat edenin, Elimle çizmişim. Saat bir. Saat üç. Saat beş. Polis düdükleri, saatlar... Yatağım bozulmamış. Çekmecemde kaatlar: Bazıları Onun el yazıları. Gece gelen telgraf Dört heceden ibaret... Şafak söküyor- Odam Geceden ibaret. Avuçlarımda Ellerinin gölgesi dolaşan adam Demir parmaklıklardan gördü son gündüzünü. Mahpushane doktoru Örterek paltosuyla upuzun yatanın yüzünü: - Tamam! Dedi. Bunu belki evvelki akşam Dedi. Evvelki akşam Ben...... Satıcılar geçiyor mahalleden. Bakıyorum Gece gelen Telgrafa. O mükemmel bir kafa Mükemmel bir yürek, Yumruklarıyla erkek Gözleriyle çocuktu. Hudutsuz ve Allahsız bir baştı o. Yoldaştı o.. Düşmanlar kına yaksın Dostlar girsin saflara. Sen gözyaşı göstermeden ağlıyacaksın Gece gelen telgraflara... NAZIM HİKMET |
Bence Sende Herkes Gibisin BENCE SENDE HERKES GİBİSİN Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor Onlardan kalbime sevda geçmiyor Ben yordum ruhumu biraz da sen yor Çünkü bence şimdi herkes gibisin Yolunu beklerken daha dün gece Kaçıyorum bugün senden gizlice Kalbime baktım da işte iyice Anladım ki sen de herkes gibisin Büsbütün unuttum seni eminim Maziye karıştı şimdi yeminim Kalbimde senin için yok bile kinim Bence sen de şimdi herkes gibisin NAZIM HİKMET |
Bir Gemici Türküsü BİR GEMİCİ TÜRKÜSÜ Rüzgâr, Yıldızlar Ve su. Bir Afrika rüyasının uykusu Düşmüş dalgalara. Işıltılı, kara Bir yelken gibi ince Direğinde geminin. Geçmekteyiz içinden Bir sayısız Bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin. Yıldızlar Rüzgâr Ve su. Başüstünde bir gemici korosu Su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor, Yıldızlar gibi Rüzgâr gibi Su gibi bir türkü. Bu türkü diyor ki, "Korkumuz yok! İnmedi bir gün bile gözlerimize Bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun." Bu türkü Diyor ki, "Bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz Ölümün önünde sigaramızı." Bu türkü Diyor ki, "Çizmişiz rotamızı Dostların alkışlarıyla değil Gıcırtısıyla düşmanın Dişlerinin." Bu türkü diyor ki, "Dövüşmek.." Bu türkü diyor ki, "Işıklı büyük Işıklı geniş ve sınırsız bir limana Dümen suyumuzda sürüklemek denizi.." Bu türkü diyor ki, "Yıldızlar Rüzgâr Ve su..." Başüstünde bir gemici korosu Bir türkü söylüyor; Yıldızlar gibi Rüzgâr gibi, Su gibi bir türkü.. NAZIM HİKMET |
Bu Vatana Nasil Kiydilar BU VATANA NASIL KIYDILAR İnsan olan vatanını satar mı? Suyun içip ekmeğini yediniz. Dünyada vatandan aziz şey var mı? Beyler bu vatana nasıl kıydınız? Onu didik didik didiklediler, Saçlarından tutup sürüklediler. Götürüp kâfire : "Buyur..." dediler. Beyler bu vatana nasıl kıydınız? Eli kolu zincirlere vurulmuş, Vatan çırılçıplak yere serilmiş. Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş. Beyler bu vatana nasıl kıydınız? Günü gelir çarh düzüne çevrilir, Günü gelir hesabınız görülür. Günü gelir sualiniz sorulur : Beyler bu vatana nasıl kıydınız? NAZIM HİKMET |
Ellerinize Ve Yalana Dair ELLERİNİZE VE YALANA DAİR Bütün taşlar gibi vekarlı, Hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli, Bütün yük hayvanları gibi battal, ağır Ve aç çocukların dargın yüzlerine benziyen elleriniz. Arılar gibi hünerli, hafif, Sütlü memeler gibi yüklü, Tabiat gibi cesur Ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerinin altında gizleyen elleriniz. Bu dünya öküzün boynuzunda değil, Bu dünya ellerinizin üstünde duruyor. Ve insanlar, ah, benim insanlarım, Yalanla besliyorlar sizi, Halbuki açsınız, Etle, ekmekle beslenmeye muhtaçsınız. Ve beyaz sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya, Göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan. İnsanlar, ah, benim insanlarım, Hele Asyadakiler, Afrikadakiler, Yakın Doğu, orta Doğu, Pasifik adaları Ve benim memleketlilerim, Yani bütün insanların yüzde yetmişinden çoğu, Elleriniz gibi ihtiyar ve dalgınsınız, Elleriniz gibi meraklı, hayran ve gençsiniz. İnsanlarım, ah, benim insanlarım, Avrupalım, Amerikalım benim, Uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi, Ellerin gibi tez kandırılır, Kolay atlatılırsın... İnsanlarım, ah, benim insanlarım, Antenler yalan söylüyorsa, Yalan söylüyorsa rotatifler, Kitaplar yalan söylüyorsa, Beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların, Dua yalan söylüyorsa, Ninni yalan söylüyorsa, Rüya yalan söylüyorsa, Meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa, Yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı, Söz yalan söylüyorsa, Ses yalan söylüyorsa, Ellerinizden geçinen Ve ellerinizden başka her şey Herkes yalan söylüyorsa, Elleriniz balçık gibi itaatli, Elleriniz karanlık gibi kör, Elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun, Elleriniz isyan etmesin diyedir. Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız Bu ölümlü, bu yaşanası dünyada Bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir. NAZIM HİKMET |
Güneşi Içenlerin Türküsü GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ Bu bir türkü: - Toprak çanaklarda Güneşi içenlerin türküsü! Bu bir örgü: - Alev bir saç örgüsü! Kıvranıyor; Kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor Esmer alınlarında Bakır ayakları çıplak kahramanların! Ben de gördüm o kahramanları, Ben de sardım o örgüyü, Ben de onlarla Güneşe giden Kö p rüden Geçtim! Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi. Ben de söyledim o türküyü! Yüreğimiz topraktan aldı hızını; Altın yeleli aslanların ağzını Yırtarak Gerindik! Sıçradık; Şimşekli rüzgâra bindik!. Kayalardan Kayalarla kopan kartallar Çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını. Alev bilekli süvariler kamçılıyor Şaha kalkan atlarını! Akın var Güneşe akın! Güneşi zaptedeceğiz Güneşin zaptı yakın! Düşmesin bizimle yola: Evinde ağlayanların Göz yaşlarını Boynunda ağır bir Zincir Gibi taşıyanlar! Bıraksın peşimizi Kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar! İşte: Şu güneşten Düşen Ateşte Milyonlarla kırmızı yürek yanıyor! Sen de çıkar Göğsünün kafesinden yüreğini; Şu güneşten Düşen Ateşe fırlat; Yüreğini yüreklerimizin yanına at! Akın var Güneşe akın! Güneşi zaptedeceğiz Güneşin zaptı yakın! Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk! Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız, Toprak kokuyor bakır sakallarımız! Neş'emiz sıcak! Kan kadar sıcak, Delikanlıların rüyalarında yanan " O an" Kadar sıcak! Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak, Ölülerimizin başlarına basarak Yükseliyoruz Güneşe doğru! Ölenler Döğüşerek öldüler; Güneşe gömüldüler. Vaktimiz yok onların matemini tutmaya! Akın var Güneşe akın! Güneşi zaaaptedeceğiz Güneşin zaptı yakın! Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor! Kalın tuğla bacalar Kıvranarak Ötüyor! Haykırdı en önde giden, Emreden! Bu ses! Bu sesin kuvveti, Bu kuvvet Yaralı aç kurtların gözlerine perde Vuran, Onları oldukları yerde Durduran Kuvvet! Emret ki ölelim Emret! Güneşi içiyoruz sesinde! Coşuyoruz, Coşuyor!.. Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde Mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor! Akın var Güneşe akın! Güneşi zaaptedeceğiz Güneşin zaptı yakın! Toprak bakır Gök bakır. Haykır güneşi içenlerin türküsünü, Hay-kır Haykıralım! NAZIM HİKMET |
Hürriyet Kavgasi HÜRRİYET KAVGASI Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler, Dalga dalga aydınlık oldular, Yürüdüler karanlığın üstüne. Meydanları zaptettiler yine. Beyazıt'ta şehit düşen Silkinip kalktı kabrinden, Ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını Yıktı Şahmeran'ın mağarasını. Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar. Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır. Safları sıklaştırın çocuklar, Bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır. NAZIM HİKMET |
Japon Balikçisi JAPON BALIKÇISI Denizde bir bulutun öldürdüğü Japon balıkçısı genç bir adamdı. Dostlarından dinledim bu türküyü Pasifik'te sapsarı bir akşamdı. Balık tuttuk yiyen ölür. Elimize değen ölür. Bu gemi bir kara tabut, Lumbarından giren ölür. Balık tuttuk yiyen ölür, Birden değil, ağır ağır, Etleri çürür, dağılır. Balık tuttuk yiyen ölür. Elimize değen ölür. Tuzla, güneşle yıkanan Bu vefalı, bu çalışkan Elimize değen ölür. Birden değil, ağır ağır, Etleri çürür, dağılır. Elimize değen ölür... Badem gözlüm, beni unut. Bu gemi bir kara tabut, Lumbarından giren ölür. Üstümüzden geçti bulut. Badem gözlüm beni unut. Boynuma sarılma, gülüm, Benden sana geçer ölüm. Badem gözlüm beni unut. Bu gemi bir kara tabut. Badem gözlüm beni unut. Çürük yumurtadan çürük, Benden yapacağın çocuk. Bu gemi bir kara tabut. Bu deniz bir ölü deniz. İnsanlar ey, nerdesiniz? Nerdesiniz? NAZIM HİKMET |
Karima Mektup KARIMA MEKTUP Bir tanem! Son mektubunda: "Başım sızlıyor Yüreğim sersem!" Diyorsun. "Seni asarlarsa Seni kaybedersem," Diyorsun, "yaşayamam!" Yaşarsın, karıcığım, Kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; Yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı, En fazla bir yıl sürer Yirminci asırlarda Ölüm acısı. Ölüm Bir ipte sallanan bir ölü. Bu ölüme bir türlü Razı olmuyor gönlüm. Fakat Emin ol ki, sevgili, Zavallı bir çingenenin Kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli Geçirecekse eğer İpi boğazıma, Mavi gözlerimde korkuyu görmek için Boşuna bakacaklar Nazım’a! Ben, Alacakaranlığında son sabahımın Dostlarımı ve seni göreceğim, Ve yalnız Yarım kalmış bir şarkının acısını Toprağa götüreceğim... Karım benim! İyi yürekli, Altın renkli, Gözleri baldan tatlı arım benim; Ne diye yazdım sana İstendiğini idamımın, Daha dava ilk adımında Ve bir şalgam gibi koparmıyorlar Kellesini adamın. Haydi bunlara boş ver. Bunlar uzak bir ihtimal! Paran varsa eğer Bana fanila bir don al, Tuttu bacağımın siyatik ağrısı. Ve unutma ki Daima iyi şeyler düşünmeli Bir mahpusun karısı. NAZIM HİKMET |
Karli Kayin Ormaninda KARLI KAYIN ORMANINDA Karlı kayın ormanında Yürüyorum geceleyin. Efkârlıyım, efkârlıyım, Elini ver, nerde elin? Ayışığı renginde kar, Keçe çizmelerim ağır. İçimde çalınan ıslık Beni nereye çağırır? Memleket mi, yıldızlar mı, Gençliğim mi daha uzak? Kayınların arasında Bir pencere, sarı, sıcak. Ben ordan geçerken biri: "Amca, dese, gir içeri." Girip yerden selâmlasam Hane içindekileri. Eski takvim hesabıyle Bu sabah başladı bahar. Geri geldi Memed'ime Yolladığım oyuncaklar. Kurulmamış zembereği Küskün duruyor kamyonet, Yüzdüremedi leğende Beyaz kotrasını Memet. Kar tertemiz, kar kabarık, Yürüyorum yumuşacık. Dün gece on bir buçukta Ölmüş Berut, tanışırdık. Bende boz bir halısı var Bir de kitabı, imzalı. Elden ele geçer kitap, Daha yüz yıl yaşar halı. Yedi tepeli şehrimde Bıraktım gonca gülümü. Ne ölümden korkmak ayıp, Ne de düşünmek ölümü. En acayip gücümüzdür, Kahramanlıktır yaşamak: Öleceğimizi bilip Öleceğimizi mutlak. Memleket mi, daha uzak, Gençliğim mi, yıldızlar mı? Bayramoğlu, Bayramoğlu, Ölümden öte köy var mı? Geceleyin, karlı kayın Ormanında yürüyorum. Karanlıkta etrafımı Gündüz gibi görüyorum. Şimdi şurdan saptım mıydı, Şose, trenyolu, ova. Yirmi beş kilometreden Pırıl pırıldır Moskova... NAZIM HİKMET |
Kerem Gibi KEREM GİBİ Hava kurşun gibi ağır!! Bağır Bağır Bağır Bağırıyorum. Koşun Kurşun Eritmeğe Çağırıyorum... O diyor ki bana: - Sen kendi sesinle kül olursun ey! Kerem Gibi Yana Yana... "Deeeert Çok, Hemdert Yok" Yüreklerin Kulakları Sağır... Hava kurşun gibi ağır... Ben diyorum ki ona: - Kül olayım Kerem Gibi Yana Yana. Ben yanmasam Sen yanmasan Biz yanmasak, Nasıl Çıkar Karanlıklar Aydınlığa.. Hava toprak gibi gebe. Hava kurşun gibi ağır. Bağır Bağır Bağır Bağırıyorum. Koşun Kurşun Eritmeğe Çağırıyorum..... NAZIM HİKMET |
Kiz çocuğu KIZ ÇOCUĞU Kapıları çalan benim Kapıları birer birer. Gözünüze görünemem Göze görünmez ölüler. Hiroşima'da öleli Oluyor bir on yıl kadar. Yedi yaşında bir kızım, Büyümez ölü çocuklar. Saçlarım tutuştu önce, Gözlerim yandı kavruldu. Bir avuç kül oluverdim, Külüm havaya savruldu. Benim sizden kendim için Hiçbir şey istediğim yok. Şeker bile yiyemez ki Kâat gibi yanan çocuk. Çalıyorum kapınızı, Teyze, amca, bir imza ver. Çocuklar öldürülmesin Şeker de yiyebilsinler. NAZIM HİKMET |
Salkim Söğüt SALKIM SÖĞÜT Akıyordu su Gösterip aynasında söğüt ağaçlarını. Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını! Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere Koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere! Birden Bire kuş gibi Vurulmuş gibi Kanadından Yaralı bir atlı yuvarlandı atından! Bağırmadı, Gidenleri geri çağırmadı, Baktı yalnız dolu gözlerle Uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına! Ah ne yazık! Ne yazık ki ona Dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak, Beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak! Nal sesleri sönüyor perde perde, Atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde! Atlılar atlılar kızıl atlılar, Atları rüzgâr kanatlılar! Atları rüzgâr kanat... Atları rüzgâr... Atları... At... Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat! Akar suyun sesi dindi. Gölgeler gölgelendi Renkler silindi. Siyah örtüler indi Mavi gözlerine, Sarktı salkımsöğütler Sarı saçlarının Üzerine! Ağlama salkımsöğüt, Ağlama, Kara suyun aynasında el bağlama! El bağlama! Ağlama! NAZIM HİKMET |
Vasiyet VASİYET Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü, Ölürsem kurtuluştan önce yani, Alıp götürün Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni. Hasan beyin vurdurduğu Irgat Osman yatsın bir yanımda Ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp Kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda. Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın, Seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu, Tarlalar orta malı, kanallarda su, Ne kuraklık, ne candarma korkusu. Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz, Toprağın altında yatar upuzun, Çürür kara dallar gibi ölüler, Toprağın altında sağır, kör, dilsiz. Ama bu türküleri söylemişim ben Daha onlar düzülmeden, Duymuşum yanık benzin kokusunu Traktörlerin resmi bile çizilmeden. Benim sessiz komşulara gelince, Şehit Ayşe'yle ırgat Osman Çektiler büyük hasreti sağlıklarında Belki de farkında bile olmadan. Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, - Öyle gibi de görünüyor - Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni Ve de uyarına gelirse, Tepemde bir de çınar olursa Taş maş da istemez hani... NAZIM HİKMET |
Veda VEDA Hoşça kalın Dostlarım benim Hoşça kalın! Sizi canımda Canımın içinde, Kavgamı kafamda götürüyorum. Hoşça kalın Dostlarım benim Hoşça kalın... Resimlerdeki kuşlar gibi Dizilip üstüne kumsalın, Mendil sallamayın bana. İstemez... Ben dostların gözünde kendimi Boylu boyumca görüyorum... A dostlar A kavga dostu İş kardeşi A yoldaşlar a..!!. Tek hecesiz elveda.. Geceler sürecek kapımın sürgüsünü, Pencerelerde yıllar örecek örgüsünü. Ve ben bir kavga şarkısı gibi haykıracağım Mapusane türküsünü. Yine görüşürüz Dostlarım benim Yine görüşürüz... Beraber güneşe güler, Beraber dövüşürüz... A dostlar A kavga dostu İş kardeşi A yoldaşlar a..!!. ELVEDA..!!....... NAZIM HİKMET |
Aşk Mönüsü Aşk Mönüsü Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin Sen ülkemin yaz geceleri gibisin Saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında Beni unutma Ah! saklı gülüm Sen hem zor hem güzelsin Şiirlerimin ılıklığında açılmalısın Sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi Sen memleketim kadar güzelsin Ve güzel kal... Nazım Hikmet |
Belki Ben Belki Ben Belki ben O günden Çok daha evvel, Kö p rü başında sallanarak Bir sabah vakti gölgemi asfalta salacağım. Belki ben O günden Çok daha sonra , Matruş çenemde ak bir sakalın izi Sağ kalacağım... Ve ben O günden Çok daha sonra: Sağ kalırsam eğer, Şehrin meydan kenarlarında yaslanıp duvarlara Son kavgadan benim gibi sağ kalan ihtiyarlara, Bayram akşamlarında keman çalacağım... Etrafta mükemmel bir gecenin Işıklı kaldırımları Ve yeni şarkılar söyleyen Yeni insanların adımları... Nazım Hikmet |
Ben Sen O Ben Sen O O, yalnız ağaran tanyerini görüyor Ben, geceyi de Sen, yalnız geceyi görüyorsun, Ben ağaran tanyerinide. Nazım Hikmet |
Ben Senden önce ölmek Isterim Ben Senden Önce Ölmek İsterim Ben Senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen Gideni bulacak mı zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. İyisi mi,beni yaktırırsın, Odanda ocağın üstüne korsun İçinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, Şeffaf, beyaz camdan olsun Ki içinde beni görebilesin Fedakarlığımı anlıyorsun Vazgeçtim toprak olmaktan, Vazgeçtim çiçek olmaktan Senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum Yaşıyorum yanında senin. Sonra, sen de ölünce Kavanozuma gelirsin. Ve orada beraber yaşarız Külümün içinde külün Ta ki bir savruk gelin Yahut vefasız bir torun Bizi ordan atana kadar... Ama biz O zamana kadar O kadar Karışacağız Ki birbirimize, Atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz Yan yana düşecek. Toprağa beraber dalacağız. Ve bir gün yabani bir çiçek Bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse Sapında muhakkak İki çiçek açacak : Biri sen Biri de ben. Ben Daha ölümü düşünmüyorum. Ben daha bir çocuk doğuracağım Hayat taşıyor içimden. Kaynıyor kanım. Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok, Ama sen de beraber. Ama ölüm de korkutmuyor beni. Yalnız pek sevimsiz buluyorum Bizim cenaze şeklini. Ben ölünceye kadar da Bu düzelir herhalde. Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde? İçimden bir şey : Belki diyor. Nazım Hikmet |
Bir Acayip Duygu Bir Acayip Duygu Mürdüm eriği Çiçek açmıştır. - İlkönce zerdali çiçek açar mürdüm en sonra - Sevgilim, Çimenin üzerine Diz üstü oturalım Karşı be karşı. Hava lezzetli ve aydınlık - Fakat iyice ısınmadı daha - Çağlanın kabuğu Yemyeşil tüylüdür Henüz yumuşacık... Bahtiyarız Yaşayabildiğimiz için. Herhalde çoktan öldürülmüştük Sen Londra'da olsaydın Ben Tobruk'ta olsaydım, bir İngiliz şilebinde yahut... Sevgilim, Ellerini koy dizlerine - Bileklerin kalın ve beyaz - Sol avucunu çevir : Gün ışığı avucunun içindedir Kayısı gibi... Dünkü hava akınında ölenlerin Yüz kadarı beş yaşından aşağı, Yirmi dördü emzikte... Sevgilim, Nar tanesinin rengine bayılırım - Nar tanesi, nur tanesi - Kavunda ıtrı severim Mayhoşluğu erikte .......... ........ yağmurlu bir gün Yemişlerden ve senden uzak - Daha bir tek ağaç bahar açmadı Kar yağması ihtimali bile var - Bursa cezaevinde Acayip bir duyguya kapılarak Ve kahredici bir öfke içinde İnadıma yazıyorum bunları, Kendime ve sevgili insanlarıma inat... Nazım Hikmet |
Bir Ayriliş Hikayesi Bir Ayrılış Hikayesi Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, Ama nasıl, Avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp Parmaklarımı kanatarak Kırasıya Çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, Ama nasıl, Kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, Yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, Yüzde hudutsuz kere yüz... Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım Dudağımla, yüreğimle, kafamla; Severek, korkarak, eğilerek, Dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam Karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana.. Ve ben artık biliyorum : Toprağın - yüzü güneşli bir ana gibi - En son en güzel çocuğunu emzirdiğini.. Fakat neyleyim Saçlarım dolanmış Ölmekte olan parmaklarına Başımı kurtarmam kabil değil! Sen yürümelisin, Yeni doğan çocuğun Gözlerine bakarak.. Sen Yürümelisin, Beni bırakarak... Kadın sustu. Sarıldılar Bir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... Ayrıldılar... Nazım Hikmet |
Bir Cezaevinde Tecritteki Adamin Mektuplari Bir Cezaevinde Tecritteki Adamın Mektupları -I- Senin adını Kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım. Malum ya, bulunduğum yerde Ne sapı sedefli bir çakı var, (Bizlere âlâtı-katıa verilmez), Ne de başı bulutlarda bir çınar. Belki avluda bir ağaç bulunur ama Gökyüzünü başımın üstünde görmek Bana yasak... Burası benden başka kaç insanın evidir? Bilmiyorum. Ben bir başıma onlardan uzağım, Hep birlikte onlar benden uzak. Bana kendimden başkasıyla konuşmak yasak. Ben de kendi kendimle konuşuyorum. Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi Şarkı söylüyorum karıcığım. Hem, ne dersin, O berbat, ayarsız sesim Öyle bir dokunuyor ki içime Yüreğim parçalanıyor. Ve tıpkı o eski Acıklı hikâyelerdeki Yalnayak, karlı yollara düşmüş, Yetim bir çocuk gibi bu yürek, Mavi gözleri ıslak Kırmızı, küçücük burnunu çekerek Senin bağrına sokulmak istiyor. Yüzümü kızartmıyor benim Onun bu an Böyle zayıf Böyle hodbin Böyle sadece insan oluşu. Belki bu hâlin Fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır. Belki de sebep buna Bana aylardır Kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan Bu demirli pencere Bu toprak testi Bu dört duvardır... Saat beş, karıcığım. Dışarda susuzluğu Acayip fısıltısı Toprak damı Ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran Bir sakat ve sıska atıyla, Yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı Dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla Ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı. Bugün de apansız gece olacaktır. Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın. Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan Bu ümitsiz tabiatın Ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır. Yine o malum sonuna erdik demektir işin, Yani bugün de mükellef bir daüssıla için Yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam. Ben, Ben içerdeki adam Yine mutad hünerimi göstereceğim Ve çocukluk günlerimin ince sazıyla Suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla Yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı Seni böyle uzak, Seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi Kafamın içinde duymak... -II- Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar. Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire Taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire... Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar, Dışarda bozkırın üstünde pırıltılar... Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet, Suyu donmayan testi Ve sabahları çimentonun üstünde güneş... Güneş, Artık o her gün öğle vaktine kadar, Bana yakın, benden uzak, Sönerek, ışıldayarak Yürür... Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara, Başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı : Dışarda akşam olur, Bulutsuz bir bahar akşamı... İşte içerde baharın en kötü saati budur asıl. Velhasıl O pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle Bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı Hürriyet denen ifrit... Bu bittecrübe sabit, karıcığım, Bittecrübe sabit... -III- Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak Bu kadar mavi Bu kadar geniş olduğuna şaşarak Kımıldanmadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, Dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım... Nazım Hikmet |
Bir Fotoğrafa Bir Fotoğrafa Karşımdasın işte... Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni. Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim. Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim. Tıkandığım o an, Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte, Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim. Ellerim boşlukta, ben darda kaldım. Ellerim buz gibi, ben harda kaldım. Bir senfoni vardı kulağımda çalınan, Bitti artık hepsi... Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme. Bakış açım belli oldu yine. Geride kalan, ardından bakar gidenlerin. Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim. Dağlara çarptım her esişimde. Yollara küfrettim her gidişinde. Demiştim sana hatırlarsan: Önemli olan ‘zamana bırakmak değil, Zamanla bırakmamak’tir.. Şimdi bana, geçen o zamanın Unutulmaz sancısı kalır Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim? Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim... Nazım Hikmet |
Bir Küvet Hikayesi Bir Küvet Hikayesi Süleyman'a karısı telefon etti : - Konuşan ben, ben, Fahire. Tanımadın mı sesimden? Demek çok bağırdım birdenbire. Çığlık mı? Belki... Hayır, Çocuklar hasta değil. Dinle beni : İşini bırak da gel, Çabuk ol ama. Telefonda anlatamam, Olmaz. Daha kıyamet kadar vakit var akşama. Saatlar, saatlar, Kıyamet kadar. Sorma. Dinle beni... Hemen vapur bulamazsan Üsküdar'a kayıkla geç. Bir taksiye atla. Paran yoksa patrondan avans al. Yolda hiçbir şey düşünme, Mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış. Yalan kuvvetliye söylenir Ben kuvvetsizim. Alay etme kuzum. Evet kar yağacak, Evet Hava güzel. Koynuna girdiğim adam gibi Kocam gibi değil, Büyüğüm, akıllım, Babam gibi gel... Geldi Süleyman, Fahire, kocası Süleyman'a sordu : -Doğru mu? - Evet. - Teşekkür ederim Süleyman. Bak işte rahatladım. Bak işte ağlamıyorum artık. Nerde buluşuyordunuz? - Bir otelde. - Beyoğlu tarafında mı? - Evet. - Kaç defa? - Ya üç, ya dört. - Üç mü, dört mü? - Bilmiyorum. - Bunu hatırlamak bu kadar mı güç Süleyman? - Bilmiyorum. - Demek ki bir otel odasında. Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi. Bir İngiliz romanında okudum, Bu işlere yarayan otellerde Kırık küvetler varmış. Sizinkinde de var mıydı Süleyman? - Bilmiyorum. - Hele düşün, Toz pembe çiçekli, kırık bir küvet? - Evet. - Hiç hediye verdin mi? - Hayır. - Çukulata, filân? - Bir defa. - Çok mu seviyordun? - Sevmek mi? Hayır... - Başkaları da var mı Süleyman? - Yok. - Olmadı mı? - Hayır. - Bunu sevdin demek... Başkaları da olsaydı Daha rahat ederdim... Çok mu güzel yatıyordu? - Hayır. - Doğru söyle, bak ne kadar cesurum... - Doğru söylüyorum... - Zaten gösterdiler bana. İnek gibi karı. Belimden kalın bacakları... Fakat zevk meselesi bu... Bir sual daha, Süleyman : Niçin? - Bilmiyorum... Karanlıkta pencerenin hizasında Karlı, ağır bir çam dalı. Bir hayli zaman oldu Sofada asma saat on ikiyi çalalı. Süleyman'ın karısı Fahire Şunları anlattı kocasına ertesi gün : - ... Dayanılmaz bir acı halindeydi Kendime karşı duyduğum merhamet, Ölmeye karar verdimdi, Süleyman... Annem, çocuklarım ve en önde sen Bulacaktınız karda ayak izlerimi. Bekçi, polisler, bir tahta merdiven Ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız Arka arsada bostan kuyusundan. Kolay mı? Gece bostan kuyusuna doğru yürümek, Sonra kenarına çıkıp durarak Baş aşağı atlamak karanlığına? Fakat bulmadınızsa eğer Karda ayak izlerimi Sade korktuğumdan değil. Bekçi, merdiven, polisler, Dedikodu, kepazelik, Aldatılmış bir zevcenin intiharı : Komik. Niçin öldüğümü anlatmak müşkül. Kime? Herkese, sana meselâ. İnsan, ölmeye karar verirken bile İnsanları düşünüyor... Sen yatakta uyuyordun Yüzün rahat, Her zaman nasıl uyursan Ondan evvel ve o varken. Dışarda kar yağmaya başladı. Bir tek gecelikle çıkmak balkona : Zatürree ertesi gün, Nümayişsiz ölüvermek. Hayır, Hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali. Yaktım sobamızı. İyice ısınmak lâzım ilkönce. Ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış. Pencereye, kara bakıyorum : Eşini gaip eyleyen bir kuş gibi kar Geçen eyyamı nev baharı arar... Babam bu şiiri çok severdi. Sen beğenmezsin. Sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan... Lambayı söndürmeden balkona çıktım. ... gibi kar düşer düşer ağlar... Oturdum balkonda iskemleye. Havada çıt yok. Karanlık bembeyaz. Uykudayım sanki. Sanki çok sevdiğim bir insan Korkarak beni uyandırmaktan Yumuşacık dolaşıyor etrafımda. Üşümüyordum. Kederim duruluyor Berraklaşıyor. Odanın camlı kapısından balkona vuran ışık Sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin. Ben rehavetli bir mahzunluk içinde Acayip şeyler düşünüyordum : Feneryolu'ndaki çınar 150 yaşındaymış. Ömrü bir gün süren böcekler. Gün gelecek İnsanlar çok uzun Çok bahtiyar yaşayacaklar. İnsanın yüreği ve kafası var... İnsanın elleri... İnsan? Ne zamanki, Nerdeki, Hangi sınıftan? Onların insanları, Bizim insanlarımız. Ve her şeye rağmen Yeni bir dünya için yapılan kavga. Sonra sen Ben Bir kırık küvet Ve benim Kendime karşı duyduğum merhamet... Kar durdu. Sökmek üzre şafak. Utanarak Odaya döndüm. O anda uyansaydın Sarılıp boynuna... Uyanmadın. Evet, Çok şükür nezle bile değilim. Şimdi? Zaman zaman hatırlayıp Zaman zaman unutacağım. Yine yan yana yaşayacağız Beni sevdiğine emin olarak. Altı ay kadar geçti aradan. Bir gece karı koca denizden dönüyorlardı. Gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı. Fahire birdenbire durdu Baktı muhabbetle kocasının gözlerine Ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu. Nazım Hikmet |
Bulut Mu Olsam ? Bulut mu Olsam ? Denizin üstünde ala bulut Yüzünde gümüş gemi İçinde sarı balık Dibinde mavi yosun Kıyıda bir çıplak adam Durmuş düşünür... Bulut mu olsam, Gemi mi yoksa? Balık mı olsam, Yosun mu yoksa? .. Ne o, ne o, ne o. Deniz olunmalı, oğlum, Bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla Nazım Hikmet |
Cenaze Merasimim Cenaze Merasimim Bizim avludan mı kalkacak cenazem? Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan? Asansöre sığmaz tabut, Merdivenler daracık Belki avluda dizboyu güneş ve güvercinler olacak, Belki kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu, Belki ıslak asfaltıyla yağmur. Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi. Kamyona, yerli gelenekle,yüzüm açık yükleneceksem, Bir şey damlayabilir alnıma bir güvercinden; uğurdur. Bando gelse de, gelmese de çocuklar gelecek yanıma, Meraklıdır ölülere çocuklar. Bakacak arkamdan mutfak penceremiz. Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla. Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar. Avludaşlarım, uzun ömürler dilerim hepinize... Nazım Hikmet |
Cevap No:2 Cevap No : 2 İki serseri var: Birinci serseri Kö p rü altında yatar, Sularda yıldızları sayar geceleri.. İki serseri var: İkinci serseri Atlas yakalı sarhoş sofralarında Bağdatlı bir dilencinin çaldığı sazdır. Fransız emperyalizminin İdare meclisinde ayvazdır. Ben: Ne kö p rü altında yatan, Ne de atlas yakalı sarhoş sofralarında Saz çalıp Arabistan fıstığı satanların Şairiyim; Topraktan, ateşten ve demirden Hayatı yaratanların Şairiyim ben. İki serseri var: İkinci serseri Yolumun üstünde duruyor Ve soruyor Bana: Proleter dediğimin Ne biçim kuş olduğunu? Anlaşılan Bağdadî şaklaban Unutmuş Mösyö kimle beraber Adana-Mersin hattında o kuşu yolduğunu... İki serseri var: İkinci serseri Pencerelerden bir gölge gibi girergeceleri.. İki serseri var: İkinci serseri Halkın alınterinden altın yapanlara Kendi kafatasında hurma rakısı sunar. Ben hızımı asırlardan almışım, Bende her mısra bir yanardağ hatırlatır. Ben ki halkın ne alınterinden on para çalmışım Ne de bir şairin cebinden bir satır... İki serseri var: İkinci serseri Meydana dört topaç gibi saldığım dört eseri Sanmış ki yazmışım kendileriiçin. Halbuki benim Bir serseriye hitap eden İkinci yazım işte budur: Atlas yakalı sarhoş sofralarının sazı Fransız sermayesinin hacı ayvazı Bu yazdığım yazı Örse balyoz salanların şimşekli yumruğudur Katmerli yağ yağ ensende Ve sen o kemik yaladığın Sofranın altına girsen de -Dostun Karamaçabey gibi- Kaldırıp kaldırıp yere çaaalmak için Canını burnundan aaalmak için, Bulacağım seni.. Koca göbeklerin Russel kuşağı sen, Sen uşşşak murabbaı, Sen uşşşak mik'abı Satılmış uşşakların uşşşağı sen! Nazım Hikmet |
çekilmez Bir Adam Çekilmez Bir Adam Çekilmez bir adam oldum yine Uykusuz, aksi, lanet Bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi Azgın bir hayvan döver gibi O gün çalışıyorum Sonra birde bakıyorsun ki Ağzımda sönük bir cigara gibi tembel bir türkü Sabahtan akşama kadar sırt üstü yatıyorum ertesi gün Ve beni çileden çıkarıyor büsbütün Kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet Çekilmez bir adam oldum yine Uykusuz, aksi, lanet Yine her seferki gibi haksızım Sebep yok olması da imkansız Bu yaptığım iş ayıp rezalet Fakat elimde değil Seni kıskanıyorum. Nazım Hikmet |
Davet Davet Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan Bu memleket bizim! Bilekler kan içinde, dişler kenetli Ayaklar çıplak Ve ipek bir halıya benzeyen toprak Bu cehennem, bu cennet bizim! Kapansın el kapıları bir daha açılmasın Yok edin insanın insana kulluğunu Bu davet bizim! Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür Ve bir orman gibi kardeşçesine Bu hasret bizim... Nazım Hikmet |
Dostluk Dostluk Biz haber etmeden haberimizi alırsın, Yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin. Gözümüzün dilinden anlar, Elimizin sırrını bilirsin. Namuslu bir kitap gibi güler, Alnımızın terini silersin. O gider, bu gider, şu gider, Dostluk, sen yanı başımızda kalırsın... Nazım Hikmet |
Durup Dururken Durup Dururken Durup dururken içimde bir şeyler kopup tıkıyor boğazımı Durup dururken sıçrayıp kalkıyorum yarıda bırakıp yazımı Durup dururken rüya görüyorum bir otelde, holde, ayakta Durup dururken çarpıyor alnıma kaldırımdaki ağaç Durup dururken bir kurt uluyor aya karşı bahtsız, öfkeli, aç Durup dururken yıldızlar inip sallanıyor bir bahçede, salıncakta Durup dururken mezardaki halim geçiyor aklımdan Durup dururken kafamda bir güneşli duman Durup dururken hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıyorum başladığım güne, Ve her seferinde sen çıkıyorsun suyun yüzüne... Nazım Hikmet |
Dünyayi Verelim çocuklara Dünyayı Verelim Çocuklara Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar Oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında Dünyayı çocuklara verelim Kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı Çocuklar dünyayı alacak elimizden Ölümsüz ağaçlar dikecekler... Nazım Hikmet |
Giderayak Işlerim Var Giderayak İşlerim Var Giderayak işlerim var bitirilecek,giderayak. Ceylanı kurtardım avcının elinden Ama daha baygın yatar ayılamadı. Kopardım portakalı dalından Ama kabuğu soyulamadı. Oldum yıldızlarla haşır neşir Ama sayısı bir tamam sayılamadı. Kuyudan çektim suyu Ama bardaklara konulamadı. Güller dizildi tepsiye Ama taştan fincan oyulamadı. Sevdalara doyulamadı. Giderayak işlerim var bitirilecek,giderayak. Nazım Hikmet |
Gözleri Siyah Kadin Gözleri Siyah Kadın Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki Çok sevdiğim başına yemin ediyorum ben Koyu bir çiçek gibi gözlerin kapanırken Bir dakika göğsünün üstünde olsa yerim Ömrümü bir yudumda ellerinden içerim Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki... Nazım Hikmet |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 04:30 . |
Powered by vBulletin Version 3.8.7
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0 RC 2