19.03.08, 04:55 | #72 (permalink) |
Super Moderator Üyelik tarihi: Jan 2008 Nerden: Ankara
Mesajlar: 2.303
Konular: 931 Rep Puanı:7806 Rep Gücü:20 RD: Ettiği Teşekkür: 542 199 Mesajına 659 Kere Teşekkür Edlidi : | Memede Son Mektubumdur Memede Son Mektubumdur Bir yandan cellatlar girdi araya, Bir yandan, oyun etti bana Bu mendebur yürek, Nasip olmayacak Memed'im yavrum, Seni bir daha görmek. Biliyorum, Buğday başağı gibi delikanlı olacaksın, Ben de öyleydim gençliğimde, Kumral, ince, uzun; Gözlerin ananınkiler gibi kocaman, Bazen de bir parça bir tuhaf mahzun; Alnın alabildiğine aydınlık; Herhalde sesin de olacak - Berbattı benimkisi - Türküler döktüreceksin yanık mi yanık... Konuşmasını mı bileceksin - Ben de becerirdim o işi Sinirlenmediğim zamanlar - Bal damlayacak dilinden. Vay, Memet, kızların çekeceği var Senin elinden. Müşküldür Babasız büyütmek erkek evladı. Ananı üzme oğlum, Ben güldürmedim yüzünü, Sen güldür. Anan, İpek gibi kuvvetli, ipek gibi yumuşak; Anan, Nineliğinde bile güzel olacak Onu ilk gördüğüm günkü gibi, Boğaziçi’nde, On yedisinde Ay ışığı, gün ışığı, can eriği, Dünya güzeli. Anan, Ayrıldık bir sabah, Buluşmak üzre, Buluşamadık. Anan, Anaların en iyisi en akıllısı, Yüz yıl yaşar inşallah... Ölmekten, oğlum korkmuyorum, Ama ne de olsa İş arasında bazen İrkilip ansızın, Yahut yalnızlığında uyku öncesinin Günleri saymak biraz zor. Dünyada doymak olmuyor, Medet, Doymak olmuyor... Dünyada kiracı gibi değil, Yazlığa gelmiş gibi de değil, Yaşa dünyada babanın eviymiş gibi... Tohuma, toprağa, denize inan. İnsana hepsinden önce. Bulutu, makineyi, kitabi sev, İnsani hepsinden önce. Kuruyan dalın Sönen yıldızın Sakat hayvanın Duy kederini, Hepsinden önce de insanın. Sevindirsin seni cümlesi nimetlerin Sevindirsin seni karanlık ve aydınlık, Sevindirsin seni dört mevsim. Ama hepsinden önce insan sevindirsin seni. Memet, Memleketler içinde bir şirin memlekettir Türkiye, Bizim memleket, İnsanı da, Su katılmamışı, Çalışkandır, ağırbaşlı, yiğittir, Ama dehşetli fakir. Memet, Ben dilimden, türkülerimden, Tuzumdan, ekmeğimden uzakta, Anana hasret, sana hasret, Yoldaşlarıma, halkıma hasret öleceğim, Ama sürgünde değil, Gurbet ellerde değil, Öleceğim rüyalarımın memleketinde, Beyaz şehrinde en güzel günlerimin Nazım Hikmet |
19.03.08, 04:59 | #73 (permalink) |
Super Moderator Üyelik tarihi: Jan 2008 Nerden: Ankara
Mesajlar: 2.303
Konular: 931 Rep Puanı:7806 Rep Gücü:20 RD: Ettiği Teşekkür: 542 199 Mesajına 659 Kere Teşekkür Edlidi : | Nasilsin Nasılsın İyi günlerimde çok eller uzanır ellerime, Resmimi, suratımı baş köşeye asarlar... Fakat demir kapıların her kapanışında üzerime, Ardında taş duvarların her kaldığım zaman, Ne arayan beni, ne soran... Eeeehh, daha iyi be, bunun böyle olduğu... Minnetim ve borçluluğum yalnız sana kalsın. İyi günlerimde benim unuttuğum insan eli Nasılsın ? Nazım Hikmet |
19.03.08, 05:02 | #74 (permalink) |
Super Moderator Üyelik tarihi: Jan 2008 Nerden: Ankara
Mesajlar: 2.303
Konular: 931 Rep Puanı:7806 Rep Gücü:20 RD: Ettiği Teşekkür: 542 199 Mesajına 659 Kere Teşekkür Edlidi : | Ne Güzel şey Hatirlamak Seni Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni Ne güzel şey hatırlamak seni: Ölüm ve zafer haberleri içinden, Hapiste Ve yaşım kırkı geçmiş iken... Ne güzel şey hatırlamak seni: Bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin Ve saçlarında Vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının... İçimde ikinci bir insan gibidir Seni sevmek saadeti... Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının, Güneşli bir rahatlık Ve etin daveti: Kıpkızıl çizgilerle bölünmüş Sıcak koyu bir karanlık... Ne güzel şey hatırlamak seni, Yazamak sana dair, Hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek: Filanca gün, falanca yerde söylediğin söz, Kendisi değil Edasındaki dünya... Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine: Bir çekmece Bir yüzük, Ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım. Ve hemen Fırlayarak yerimden Penceremde demirlere yapışarak Hürriyetin sütbeyaz maviliğine Sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım... Ne güzel şey hatırlamak seni: Ölüm ve zafer haberleri içinde, Hapiste Ve yaşım kırkı geçmiş iken... Nazım Hikmet |
19.03.08, 05:03 | #75 (permalink) |
Super Moderator Üyelik tarihi: Jan 2008 Nerden: Ankara
Mesajlar: 2.303
Konular: 931 Rep Puanı:7806 Rep Gücü:20 RD: Ettiği Teşekkür: 542 199 Mesajına 659 Kere Teşekkür Edlidi : | O Mavi Gözlü Bir Devdi O Mavi Gözlü Bir Devdi O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadın sevdi. Kadının hayali minnacık bir evdi, Bahçesinde ebruli Hanımeli Açan bir ev. Bir dev gibi seviyordu dev. Ve elleri öyle büyük işler için Hazırlanmıştı ki devin, Yapamazdı yapısını, Çalamazdı kapısını Bahçesinde ebruli Hanımeli Açan evin. O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadın sevdi. Mini minnacıktı kadın. Rahata acıktı kadın Yoruldu devin büyük yolunda. Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, Girdi zengin bir cücenin kolunda Bahçesinde ebruliiii Hanımeli Açan eve. Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz: Bahçesinde ebruli Hanımeli Açan ev.. Nazım Hikmet |
19.03.08, 05:05 | #76 (permalink) |
Super Moderator Üyelik tarihi: Jan 2008 Nerden: Ankara
Mesajlar: 2.303
Konular: 931 Rep Puanı:7806 Rep Gücü:20 RD: Ettiği Teşekkür: 542 199 Mesajına 659 Kere Teşekkür Edlidi : | Otobiyografi Otobiyografi 1902'de doğdum Doğduğum şehre dönmedim bir daha Geriye dönmeyi sevmem Üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim On dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği Kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu Ve on dördümden beri şairlik ederim Kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir Ben ayrılıkların Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını Ben hasretlerin Hapislerde de yattım büyük otellerde de Açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir Otuzumda asılmamı istediler Kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini Verdiler de Otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu Elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de 961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır Partimden koparmağa yeltendiler beni Sökmedi Yıkılan putların altında da ezilmedim 951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün 52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü Sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım Şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile Aldattım kadınlarımı Konuşmadım arkasından dostlarımın İçtim ama akşamcı olmadım Hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana Başkasının hesabına utandım yalan söyledim Yalan söyledim başkasını üzmemek için Ama durup dururken de yalan söyledim Bindim tirene uçağa otomobile Çoğunluk binemiyor Operaya gittim Çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın Çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri Camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye Ama kahve falıma baktırdığım oldu Yazılarım otuz kırk dilde basılır Türkiye'mde Türkçemle yasak Kansere yakalanmadım daha Yakalanmam da şart değil Başbakan filân olacağım yok Meraklısı da değilim bu işin Bir de harbe girmedim Sığınaklara da inmedim gece yarıları Yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında Ama sevdalandım altmışıma yakın Sözün kısası yoldaşlar Bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da İnsanca yaşadım diyebilirim Ve daha ne kadar yaşarım Başımdan neler geçer daha Kim bilir. Nazım Hikmet |
19.03.08, 05:07 | #77 (permalink) |
Super Moderator Üyelik tarihi: Jan 2008 Nerden: Ankara
Mesajlar: 2.303
Konular: 931 Rep Puanı:7806 Rep Gücü:20 RD: Ettiği Teşekkür: 542 199 Mesajına 659 Kere Teşekkür Edlidi : | ölüme Dair Ölüme Dair Buyrun, oturun dostlar, Hoş gelip sefalar getirdiniz. Biliyorum, ben uyurken Hücreme pencereden girdiniz. Ne ince boyunlu ilâç şişesini Ne kırmızı kutuyu devirdiniz. Yüzünüzde yıldızların aydınlığı Başucumda durup el ele verdiniz. Buyrun, oturun dostlar Hoş gelip sefalar getirdiniz. Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor? Osman oğlu Hâşim. Ne tuhaf şey, Hani siz ölmüştünüz kardeşim. İstanbul limanında Kömür yüklerken bir İngiliz şilebine, Kömür küfesiyle beraber Ambarın dibine... Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı Ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız Simsiyah başınızı. Kim bilir nasıl yanmıştır canınız... Ayakta durmayın, oturun, Ben sizi ölmüş zannediyordum, Hücreme pencereden girdiniz. Yüzünüzde yıldızların aydınlığı Hoş gelip sefalar getirdiniz... Yayalar-köylü Yakup, İki gözüm, merhaba. Siz de ölmediniz miydi? Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp Çok sıcak bir yaz günü Yapraksız kabristana gömülmediniz miydi? Demek ölmemişsiniz? Ya siz? Muharrir Ahmet Cemil? Gözümle gördüm Tabutunuzun toprağa indiğini. Hem galiba Tabut biraz kısaydı boyunuzdan. Onu bırakın Ahmet Cemil, Vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan, O ilâç şişesidir Rakı şişesi değil. Günde elli kuruşu tutabilmek için, Yapyalnız Dünyayı unutabilmek için Ne kadar çok içerdiniz... Ben sizi ölmüş zannediyordum. Başucumda durup el ele verdiniz, Buyrun, oturun dostlar, Hoş gelip sefalar getirdiniz... Bir eski Acem şairi: Ölüm âdildir-diyor, Aynı haşmetle vurur şahı fakiri. Hâşim, Neden şaşıyorsunuz? Hiç duymadınız mıydı kardeşim, Herhangi bir şahın bir gemi ambarında Bir kömür küfesiyle öldüğünü? Bir eski Acem şairi: Ölüm âdildir -diyor. Yakup, Ne güzel güldünüz, iki gözüm. Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir... Fakat bekleyin, bitsin sözüm. Bir eski Acem şairi: Ölüm âdil... Şişeyi bırakın Ahmet Cemil. Boşuna hiddet ediyorsunuz. Biliyorum, Ölümün âdil olması için Hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz... Bir eski Acem şairi... Dostlar beni bırakıp, Dostlar, böyle hışımla Nereye gidiyorsunuz? Nazım Hikmet |
19.03.08, 05:10 | #78 (permalink) |
Super Moderator Üyelik tarihi: Jan 2008 Nerden: Ankara
Mesajlar: 2.303
Konular: 931 Rep Puanı:7806 Rep Gücü:20 RD: Ettiği Teşekkür: 542 199 Mesajına 659 Kere Teşekkür Edlidi : | Pencereler Pencereler Sabaha karşı mıydı bilmiyorum Yoksa akşamüstü müydü Belkide gece yarısı Bilmiyorum Girdi odama pencereler Perdeli perdesiz Ben basma perdeleri severim Ama tül perdeler de vardı Kara ustorlar da Ustorları çekip çekip bırakıyordum Bir daha inmez oldu kimisi Kimisi bir daha çıkamadı yukarı Ve camları kırık pencereler Elimi kestim Kimi camsızdı büsbütün Camsız pencereler içime dokunur Camsız gözlükler gibi Pencereler Yağmur yağıyordu camlarınıza Kızıl saçları kederli uzun Ben alt dudağımda cıgaram Türkü söylüyordum içimden Yağmur sesini kendi sesimden çok severim Pencereler Beşinci katta güneşli boşluğunuzda bir deniz Bir deniz mavi yüzük taşından Serçe parmağıma geçirdim usulcacık Üç kere öptüm ağlayarak Öpüp alnıma koydum üç kere Pencereler Çıktım kırmızı velenseli yataktan Çocuk burnumu dayadım terli camına pencerenin Oda sıcaktı ve genç anamın kokusu vardı odada Dışarda kar yağıyordu Ben kızamık çıkarıyordum Pencereler Sabaha karşı mıydı bilmiyorum Belki de gece yarısı Bilmiyorum Odamın içindeydi yıldızlar Ve gece kelebekleri gibi Çırpınıyorlardı camlarınızda Ben onlara dokunmaktan çekinerek Açtım sizi pencereler Salıverdim yıldızları geceye Aydınlık sınırsız hür geceye Yapma ayların geçtiği geceye Kurtlar duruyor ayın altında Hasta aç kurtlar Kurtlar duruyor önünde pencerenin Kadife perdeleri kapasam da sımsıkı Ordadırlar bilirim Gözetliyorlar beni Pencereler Düştüm bir pencereden Bir güzele bakarken Dünya halime güldü Güzel dönüp bakmadı Belki farkında değildi Pencereler Pencereler Kırk evin penceresi odama girdi Ben oturdum birinin içine Sarkıttım ayaklarımı bulutlara Bahtiyarım Diyebilirdim belki Nazım Hikmet |
19.03.08, 05:12 | #79 (permalink) |
Super Moderator Üyelik tarihi: Jan 2008 Nerden: Ankara
Mesajlar: 2.303
Konular: 931 Rep Puanı:7806 Rep Gücü:20 RD: Ettiği Teşekkür: 542 199 Mesajına 659 Kere Teşekkür Edlidi : | Piraye Için Yazilmiş şiirler Piraye İçin Yazılmış Şiirler 22 Eylül 1945 Kitap okurum: İçinde sen varsın, Şarkı dinlerim: İçinde sen. Oturdum ekmeğimi yerim: Karşımda sen oturursun, Çalışırım: Karşımda sen. Sen ki, her yerde "hâzırı nâzır"ımsın, Konuşamayız seninle, Duyamayız sesini birbirimizin: Sen benim sekiz yıldır dul karımsın... 23 Eylül 1945 O şimdi ne yapıyor Şu anda, şimdi, şimdi? Evde mi, sokakta mı, Çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı? Kolunu kaldırmış olabilir, - Hey gülüm, Beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi... O şimdi ne yapıyor, Şu anda, şimdi, şimdi? Belki dizinde bir kedi yavrusu var, Okşuyor. Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir, - Her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren Sevgili, canımın içi ayaklar!.. Ve ne düşünüyor Beni mi? Yoksa Ne bileyim Fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi? Yahut, insanların çoğunun Neden böyle bedbaht olduğunu mu? O şimdi ne düşünüyor, Şu anda, şimdi, şimdi?.. 24 Eylül 1945 En güzel deniz: Henüz gidilmemiş olandır. En güzel çocuk: Henüz büyümedi. En güzel günlerimiz: Henüz yaşamadıklarımız. Ve sana söylemek istediğim en güzel söz: Henüz söylememiş olduğum sözdür... 30 Eylül 1945 Seni düşünmek güzel şey Ümitli şey Dünyanın en güzel sesinden en güzel Şarkıyı dinlemek gibi bir şey. Fakat artık ümit yetmiyor bana, Ben artık şarkı dinlemek değil Şarkı söylemek istiyorum... 1 Ekim 1945 Dağın üstünde: Akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var Dağın üstünde. Bugün de: Sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti Bugün de. Birazdan açar Kırmızı kırmızı: Gecesefeları birazdan açar kırmızı kırmızı. Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar Vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı... 6 Ekim 1945 Bulutlar geçiyor: haberlerle yüklü, ağır. Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda. Yürek kirpiklerin ucunda uzayıp giden toprak uğurlanır. Benim bağırasım gelir: -"Pîrâye, Pîrâye!.." diye Nazım Hikmet |
19.03.08, 05:14 | #80 (permalink) |
Super Moderator Üyelik tarihi: Jan 2008 Nerden: Ankara
Mesajlar: 2.303
Konular: 931 Rep Puanı:7806 Rep Gücü:20 RD: Ettiği Teşekkür: 542 199 Mesajına 659 Kere Teşekkür Edlidi : | Piraye Için Piraye İçin Ne güzel şey hatırlamak seni; Ölüm ve zafer haberleri içinden, Hapiste Ve yaşım kırkı geçmiş iken... Ne güzel şey hatırlamak seni: Bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin Ve saçlarında Vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının... İçimde ikinci bir insan gibidir Seni sevmek saadeti... Parmaklarının ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının, Güneşli bir rahatlık Ve etin daveti: Kıpkızıl çizgilerle bölünmüş Sıcak Koyu bir karanlık... Ne güzel şey hatırlamak seni, Yazmak sana dair Hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek: Filanca gün, falanca yerde söylediğin söz, Kendisi değil Edasındaki dünya... Ne güzel şey hatırlamak seni. Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine: Bir çekmece Bir yüzük, Ve üç metre kadar ince ipek dokumalıyım. Ve hemen Fırlayarak yerimden Penceremde demirlere yapışarak Hürriyetin sütbeyaz maviliğine Sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım... Ne güzel şey hatırlamak seni: Ölüm ve zafer haberleri içinden, Hapiste Ve yaşım kırkı geçmiş iken... Nazım Hikmet |
Konuyu Toplam 5 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 5 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | son Mesaj |
Sen ( Nazım Hikmet Ran ) | Josephine | Şairlerden Seçme Şiirler | 0 | 20.11.08 19:31 |
Güz ( Nazım Hikmet Ran ) | Josephine | Şairlerden Seçme Şiirler | 0 | 20.11.08 18:35 |
Ben,Sen,O ( Nazım Hikmet Ran ) | Josephine | Şairlerden Seçme Şiirler | 0 | 20.11.08 18:09 |
21-1-924 ( Nazım Hikmet Ran ) | Josephine | Şairlerden Seçme Şiirler | 0 | 20.11.08 15:56 |
nazım hikmet'ten | Türkü | Türk Şairlerin Şiirleri | 4 | 27.01.08 10:51 |