Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15.11.09, 03:21   #1 (permalink)
Kullanıcı Profili
Kedi
Gamma Üye
 
Kedi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Feb 2008
Mesajlar: 3.713
Konular: 3171
Puan Grafiği
Rep Puanı:3699
Rep Gücü:56
RD:Kedi has a reputation beyond reputeKedi has a reputation beyond reputeKedi has a reputation beyond reputeKedi has a reputation beyond reputeKedi has a reputation beyond reputeKedi has a reputation beyond reputeKedi has a reputation beyond reputeKedi has a reputation beyond reputeKedi has a reputation beyond reputeKedi has a reputation beyond reputeKedi has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 45
128 Mesajına 262 Kere Teşekkür Edlidi
:
Arrow İzmir Phokaia (Foça)

İzmir Phokaia (Foça)

İzmir Phokaia (Foça) Tarihi

İzmir Phokaia (Foça) Resimleri



Güney Eolia’nın antik kentlerinden Phokaia İzmir’e 70 km. uzaklıkta olup Çandarlı körfezi ile İzmir körfezi arasındaki yarımada üzerinde kurulmuştur. Karşısındaki Orak ve Fener adaları nedeniyle de doğal bir liman konumundadır. Phokai, sözcük olarak Helen dilinde bir anlam taşımamaktadır.Prof. Bilge Umar Luwi dilinde sulak yer anlamındaki “Pauwake” den gelmiş olduğunu ileri sürmektedir. Josef Keil, bu ismin limanın önünde olan ve su yüzüne çıkmış foklara benzediğinden verildiğini ileri sürmüştür.

Herodot, Paktolos (Şart çayı) , Phrygios (Kum çayı), Hermos (Gediz Irmağı) ve onlarla birlikte daha az önemli nehirler birleşerek Phokaia’nın yakınından denize döküldüğünü anlatır. 1702’de çizilmiş bir “İzmir körfezi ve yakınları” haritasında, Hermos (Gediz)’un, tıpkı şimdi olduğu gibi, o zaman da Menemen ile Foça arasında denize aktığı görülüyor. Irmak sonradan kendi doldurduğu ova içindeki yatağını değiştirip Menemen yakınında güneye yönelmiş, Karşıyaka’nın batı yanı başından geçerek İzmir körfezi iç bölümünün en dar yerinden akmaya başlamıştır. Irmağın İzmir’i denizden ayıracağı, Menderes’in Latmos körfezi batı yarımını doldurarak geriye kalan doğu yarımında yarattığı Bafa Gölü gibi bir gölün kıyısında bırakacağı anlaşılınca, 1886 yılında Menemen yakınlarında bir kanal kazılıp ırmak eski yatağına çevrildi ve yine Foça’nın güneydoğu yakınında Ege denizine akmaya başladı. Bunlar göz önünde tutulunca, yörenin adının Luwi’ler çağında Pa-uwa-ka “akarsuyu bol yer” olduğunu ve Helenlerin Pauwaka adını, Phokaa söyleyişiyle, sonunu da “kendi yurdu” anlamına gelen “ia” yı ekleyerek Phokaia (Phoko yurdu) anlamında kullandığını görüyoruz.

Phokaia’nın kuruluşu ile bazı görüşler ortaya atılmıştır. Antik çağın tarihçilerinden Herodotos, Strabon ve Şamlı Nikolaos, burada yaşayanların Orta Yunanistan’da Peloponnes yarımadasındaki Pholisliler tarafından kurulduğunu ileri sürerler. Ord.Prof. Dr. Ekrem Akurgal, kazılarda bulduğu, M.Ö. IX.yy.a kadar inen keramiklere dayanarak kentin geçmişini daha önceye götürmektedir. Ona göre de büyük olasılıkla Aioller tarafından kurulmuştur. Phokaia’da 1989’da kazılara başlayan Ege Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Ömer Özyiğit, kazılardaki keramik ve buluntulara dayanarak yerleşimi M.Ö. 2000’e indirmiştir.

Tarihçi Livius Phokaia’dan şöyle bahsetmektedir:

“ Kent dikdörtgen biçimindedir ve bir körfezin başında yer alır. Surlar, alanı yaklaşık 2500 adım boyunca çevreledikten sonra,iki yandan ilerliyerek bir üçgen oluştururlar. Yerli halk buraya Lampter adını vermektedir. Bu kısımda genişlik 1200 adımdır. Sonra yaklaşık 1000 adım uzunluğunda bir dil gelir ve körfezi aşağı yukarı tam ortadan ikiye böler; Ana karaya bitiştiği noktanın her iki tarafında da çok güvenli birer liman oluşturur. Güneydeki Naustathmos adıyla anılır, çünkü çok sayıda gemiyi barındırabilir,öbürü Lampter’in yakınındadır.”
Livius’un anlattıklarından açıkça anlaşıldığı gibi o devirde Phokaia’nın iki önemli limanı, Athena mabedi, kutsal bir temenosu, surları ve nekropolü vardı.

Herodotos, M.Ö. 700’lerde Phokaia’nın denizcilikte büyük aşama yapmış, 50 kürekli ve 500 insanı taşıyabilen teknelerle Akdeniz’de ulaşımı,ticareti sağladığını belirtmiştir. Phokai’lılar Adriyatik, Etruria, İberia ve İspanya’daki Tartessos’a kadar uzanan, o zamana göre en uzun deniz yolculuğunu yapmışlardır. İonia’nın en kuzeyinde yer alan ve 12 İon kentinden biri olan Phokaia , Mısır’daki Naukratis kenti ile ticaret yapmıştır. Ayrıca Miletos ile deniz gücünü birleştirerek, Çanakkale Boğazı’nda Lampsakos (Lapseki), Karadeniz kıyısında Amisos (Samsun) kentlerinin kurulmasında ön ayak olmuştur. Bunun yanı sıra M.Ö. 600 yıllarında Güney Fransa’da Massalia (Marsilya), İspanya’da Emporion (Ampurios), Korsika’da Alalia, Güney İtalya’da Elea,(Velia), Midilli’de Methymna kolonilerini de kurmuşlardır.
M.Ö.VII.yüzyılda, İran’ın Susa kentinde başlayan “Kral Yolu” Sardes’e kadar geliyor, orada da Kyme’den gelen yolla birleşiyordu. Ephesos’dan ve Smyrna’dan geçerek Phokaia’ya ulaşıyordu.

Phokaia M.Ö. 600 yıllarında ekonomi ve kültürel yönden en üst düzeye erişmiştir. Smyrna’nın Lydia tarafından yıkılmasıyla da yörenin tüm ticaretini ele geçirmiştir. Bu arada İonia’daki ilk elektron sikkeleri basan kent olmuştur. Bu sikkelerin ön yüzünde Zeus, Hera, Herakles ve Hermes, arka yüzlerinde de griffon, fok, boğa ve koç başlarına yer verilmiştir. M.Ö.546’da Pers Kralı II. Kyros (M.Ö.559-529) batıya doğru ilerleyerek Lydia kralı Kroisos’u yenerek Sardes’i ele geçirmiştir. Phokai’nin bu parlak durumu da diğer Batı Anadolu kentleri gibi bundan sonra sona ermiştir. Herodotos, Pers komutanı Harpagos’un Phokaia surları önüne toprak tepecikler yaparak duvarları aştığını ve kente girdiğini söylemektedir. Phokaia’da 1992 yılında yapılan kazılarda sur duvarları ortaya çıkarıldığı gibi bir mancınık güllesi ile ok uçları ele geçmiştir. Bu savaşın ardından Phokaia’lılar kenti terk ederek diğer Akdeniz kolonilerine göç etmişler, sonraki yıllarda gidenlerin bazıları geri dönmüştür.

Hellenistik çağda Büyük İskender, Anadolu’daki Pers egemenliğine son verdikten sonra Phokaia’da onun egemenliğini tanımıştır. İskender’in ölümünden sonra İmparatorluğu generalleri arasında paylaşılmış ve yeni devletler ortaya çıkmıştır. Phokaia da bu Seleukoslar ve Pergamon krallıklarına bağımlı kalmıştır. Pergamon kralı II.Attalos’un ölümünden sonra toprakları veraset yoluyla Roma’ya bırakılınca da Phokaia’da zorunlu olarak Roma’ya katılmıştır. M.Ö.136 da Roma’ya baş kaldıran Pergamon’lu Aristonikos’un yanında yer almışsa da kent Masala’nın yardımıyla yıkılmaktan kurtulmuştur. Ardından Pompeius kente özgürlüğünü geri vermiştir. Erken Hıristiyanlık döneminde Bizans İmparatorluğu’nun Thema Thrakesion bölgesinin piskoposluk merkezi olmuştur. Ancak eski görkemli konumuna bir daha ulaşamamış, XI. yüzyılda önemsiz bir Bizans yerleşimi olmaktan ileriye gidememiştir. 1082’de Venediklilerin ticaret kolonisi olmuş, ardından Çaka Bey 1086’da Smyrna,Khios ve Klazomenai’den sonra Phokaia’yı da ele geçirmiştir.


Phokaia arkeolojik kazıları:


Phokaia’da ilk kazıları Fransız arkeologu Felix Sartiaux 1913-1914 ve 1920 yıllarında yapmıştır. F.Sartiaux, Foça’nın 1/5000 ölçekli planını çizmiş ve bunun üzerinde yapacağı sondajların yerlerini belirlemiştir. Ayrıca toprak üstü kalıntılarını da tarihi bilinmeyenler, Helenistik ve Roma,Orta çağ eserleri diye üçe ayırmıştır. Kayalara oyulmuş bir mezar olan Şeytan hamamı, kentin doğusundaki Değirmenli tepe ve onun güneyindeki Altın mağarası denilen tepede kayalara oyulmuş merdivenlerle adak nişleri o zaman belirlenmiştir. Ancak F.Sartiaux’un merdiven diye isimlendirdiği kayalara oyulmuş kalıntıların sur yatakları olduğu 1990 yılı kazılarında anlaşılmıştır. Sartiaux, çalışmalarında kalkerden, beyaz kırmızı,yeşil mermerlerden yapılmış antik çağa ait bir bloğa, kaideye ve yazıtlara rastlamıştır. O dönemde bulunmuş bir aslan heykeli bugün İzmir Arkeoloji müzesindedir. Ayrıca Şeytan Hamamının içerisi temizlenmiş ve kayalara oyulmuş mezarlarla karşılaşılmıştır. Bu mezar çok daha önceden soyulduğundan içerisinde herhangi bir buluntu ile karşılaşılamamıştır. Yarımadanın kıstağında yapılan sondajlarda 1860 yıllarına kadar korunduğu sanılan mermer bloklar ortaya çıkarılmıştır. Sonraki yıllarda bu taşlar başka yapılarda kullanılmak üzere yerlerinden sökülmüştür. F.Sartiaux, Değirmen Tepe’de tiyatroyu bulabilmek için çalışmalarını burada yoğunlaştırmışsa da olumlu bir sonuç alamamıştır. Çok sayıda pişmiş topraktan çanak çömlekler, heykelcikler ve keramik parçaları dışında bir kalıntı ile karşılaşılmamıştır.

I. Dünya Savaşı nedeniyle ara verilen çalışmalara 1920’de yeniden başlanmış ve Jeoloji Profesörü Dalloni ekibe katılmıştır. Bu kez araştırmalar, körfezi küçük ve büyük deniz diye ikiye ayıran Yarımada’da yoğunlaşmıştır. Erken Bizans dönemine ait mezarların yanı sıra çok sayıda çanak çömlekler ele geçmiştir. Kazı ekibi bunları Myken geometrik dönem,Arkaik çağ,Rodos işi ve Roma olarak gruplara ayırmıştır.

Foça’da ikinci dönem kazılara 1952 yılında Ord.Prof.Dr.Ekrem Akurgal, İzmir Arkeoloji Müzesi Müdürü Hakkı Gültekin ile birlikte başlamıştır. Başlangıçta sondajlardan ileriye gidilmeyen çalışmalarda asıl kazılara 1953 yılında başlanmıştır. Yarımada’da geç geometrik ve arkaik yerleşimlerle karşılaşılmış, M.Ö. VI.yüzyılın ilk yarısına tarihlenen Athena mabedinin temelleri ortaya çıkarılmıştır. Bunu M.Ö. VI.yüzyıla ait bir evin temel duvarları, Hellenistik, oryantalizan ve Attika keramikleri, skyphoslar ile Roma dönemi mimari parçaları izlemiştir.
Foça’da son dönem çalışmaları Ege Üniversitesi adına Prof. Dr. Ömer Özyiğit yürütmektedir. Özellikle antik dönem yerleşimleri ile yüzey araştırmaları yapılmıştır. Arkaik çağda kentin geniş bir alana yayıldığı ve sınırlarının yarımadayı aştığı saptanmıştır. M.Ö. VI.yüzyılda Anadolu’nun en büyük kentlerinden biri olduğu anlaşılan Phokaia’da Pers mezar anıtının kazı, restorasyon ve çevre düzenlemesi yapılmış, Tiyatro Tepesi üzerindeki değirmenler, Athena mabedi kazıları sürdürülmüş, tiyatronun yeri bulunmuştur.
Kedi isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla