Konu
:
Adım Adım İngilizce
Tekil Mesaj gösterimi
05.12.08, 02:59
#
16
(
permalink
)
Kullanıcı Profili
SERDEM
S.Moderators
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 7.687
Konular: 6910
Puan Grafiği
Rep Puanı:11076
Rep Gücü:20
RD:
Teşekkür
Ettiği Teşekkür: 47
464 Mesajına 935 Kere Teşekkür Edlidi
:
She did her best to pass the exam
= Sınavdan geçmek için elinden geleni yaptı.
Do your best, leave the rest.
= Elinden geleni yap. Gerisini bırak (İngiliz özdeyişi).
·
-
Do one’s duty
= görevini yapmak
Everybody should do his/her duty
. = Herkes görevini yapmalıdır.
- Do it one’s way
= Bildiğin gibi yaşamak, yapmak
I did everything my way
= Herşeyi bildiğim şekilde yaptım.
·
-
Do military service
= askerlik görevini yapmak.
·
·
In Turkey, everybody is obliged to do milityary service
= Türkiye’de herkes askerlik görevini yapmakla yükümlüdür.
-
Do no good
= yararlı olmamak
This behaviour will do you no good
= Bu davranışın sana hiç yararı olmaz.
-
Do harm
= zarar vermek
Insects do harm to plants
= Böcekler bitkilere zarar verir.
-
Do a favour
= iyilik yapmak, ihsanda bulunmak.
Do me a favour and shut up
. = Bana bir iyilik yap ve sus.
-
Do business
= iş yapmak, ticaret yapmak
He isn’t a business man. He doesn’t know how to do
business
= O iş adamı değil. İş yapmasını bilmiyor.
-
Do the dance
= dans etmek
Come on, let’s do the cha cha
= Haydi ça ça yapalım
·
-
Do (one’s) hair
= saçını yaptırmak
The same coiffeur is doing my hair for years
= Yıllardır aynı kuaför saçımı yapıyor.
·
-
Do repair
= tamirat yapmak, tamir etmek
In our factory, we have a department to do the repair of machines
. = Fabrikamızda tamirat yapan bir departmanımız var.
·
-
Do kilometres
= hız yapmak,
My car can do 130 kilometres an hour
.= Arabam saatte 130 kilometre hız yapabilir.
-
Do it or leave it
=
İşine gelirse
The prime minister said to his opponents: “Do it or leave it”
= Başbakan, muhaliflere “İşinize gelirse” dedi.
- Do’s and Don’t’s of a matter
= Bir konuda yapılması veya yapılmaması gerekenler
He knows the do’s and don’t’s of his job
.= Mesleğinde neyin yapılıp neyin yapılmayacağını bilir.
-
to have to do nothing with someone or something
= Birisiyle veya bir şeyle ilgili olmamak, yapacak işi olmamak
I have nothing to do with you
= Seninle alıp veremediğim yok.
This has nothing to do with salesmanship
= Bunun satıcılıkla hiç ilgisi yok.
I have nothing to do today
= Bugün yapacak hiç işim yok.
-
Done
= Bitmiş, Tamamlanmış, iyi pişmiş (yemek için)
The chicken is done
= Piliç iyi pişmiş.
-
Done for
= Bitmiş, mahvolmuş, ölmek üzere
The enemy army was done for in Dardanelles
= Düşman ordusu Çanakkale’de mahvolmuştu.
-
To be done with
= Ayrılmak, boşanmak
I’m done with you, baby
= Bebeğim seninle işim bitti.
-
Done in
= bitkin, çokı yorgun
When the work was, over, we were all done in
= İş bittiğinde hepimiz bitkindik.
-
Well done
= Aferin, başarılı iş
The manager appreciated the work of his subordinates and said “ well done boys ”
Müdür astlarının çalışmasını takdier etti ve “aferin çocuklar” dedi.
5- Soru Cümleleri Yapar
Soru Cümlelerinin çoğu “do” fiiliyle yapılır.
Do you like apples?
= Elma severmisin?
Did you go to work yesterday?=
Dün işe gittin mi?
Have you done with your work?
= İşini bitirdin mi?
Didn’t you go to work yesterday
= Dün işe gitmedin mi?
6- Cümleyi Olumsuz Yapar
Don’t you speak French?
= Fransızca konuşmaz mısın?
Didn’t you watch the news?
= Haberleri izlemedin mi?
Haven’t you done your homework?
= Ödevini yapmadınmı?
7)
Esas fiilin anlamını güçlendirir
You don’t believe me, but I do love you
= Bana inanmıyorsun, ama seni gerçekten seviyorum.
Tomorrow is my birthday. Do come to the
party = Yarın doğumgünüm. Partiye mutlaka gel.
I did know the answer
= Cevabı (kesinlikle) biliyordum.
8) Kısa Yanıt Verilmesini Sağlar
Do ile cevaplar kısaltılır. En uzun sorular dahi “do” sayesinde kısaca ve pratik bir şekilde yanıtlanır.
Did you go to cinema with your friends yesterday evening ?(=
Dün akşam arkadaşlarınla sinemaya gittin mi?) uzun sorusuna yanıt ise kısaca şu yanıtlar verilebilir:
Yes, I did
(=Evet, gittim) veya
No, I didn’t
(=Hayır, gitmedim).
Do you really like playing football on the field near the forest
? (=Ormanın yakındaki tarlada futbol oynamayı gerçekten sever misin?)
Yes, I do
(=Evet severim) ya da
No, I don’t
(=Hayır sevmem) yanıtları verilebilir.
9) To do fiili ile yapılan emir (Imperative) cümleler
To do fiili ile aşağıdaki gibi imperative cümleler yapılabilir.
Get it done!
= Bu işi yaptırt, işin yapılmasını sağla
Do
it!
= İşi yap, bunu yap şeklinde genel bir emir şekli.
Do
your own work
= kendi işini yap
10) Kibarca Yapılan Öneri, Ricalar ile Vurgulu İstekler
Fiillerin başına “do” getirilerek kibar öneriler, ricalar ve bazen de vurgulu isteklerde bulunulabilir.
Do
join the club
= Lütfen kulübe katılınız.
Do
have some tea
= Lütfen çay iç.
Do
leave me alone
= Beni yalnız bıırak
Do
calm down
= Sakin ol
D) To Make
1- Tanım ve Açıklamalar
Yardımcı fiil değildir, asıl (ordinary) fiillerdendir. Ama, “do” fiilini iyi anlamamız için onun alternatifi olan “make” fiilini de öğrenmemiz gerekiyor. Üçüncü tekil için “makes” olur. 2. ve 3. haller “made” olur.
Make;
yapmak, imal etmek, , inşa etmek, meydana getirmek, yaratmak
anlamlarına gelir. Bu fiil, somut bir nesne yaratan faaliyetleri belirtir.
2) To Make Fiiliyle Kurulan Cümleler
Yazı ve konuşma dilinde standart kalıplar olarak kullanılan aşağıdaki ifadeler de çok önemlidir. Bunların çoğu idiyomatiktir. Öğrenilmeleri belli bir İngilizce deneyimini gerektirir.
-
To make a product
= ürün yapmak, imal etmek
We make textile products
= Tekstil ürünleri imal ederiz.
Made in Turkey
= Türkiye’de imal edilmiştir.
-
To make food
= Yemek yapmak.
She makes the food and I serve it
. = O yemeği yapar, ben servis yaparım.
-
To make a cup of tea/coffee
= Çay veya kahve yapmak
Would you make a cup of coffee for me?
= Bana bir fincan kahve yaparmısın?
-
make sense:
Mantıklı olmak
Your words make no sense to me
= Sözlerin bana mantıklı gelmiyor.
That makes sense
! = İşte bu mantıklı!
It makes no sense to fight everyone
= herkesle mücadele etmek mantıksızlıktır.
-
To make a mess
= Karıştırmak, berbat etmek, işleri arap saçına çevirmek
He made a mess of everything
= her şeyi arap saçına çevirdi(karıştırdı).
-
To make money
: Para kazanmak, para yapmak
A company has to make money to survive in the market.
= Bir şirket, piyasada ayakta kalmak için para kazanmalıdır.
-
make a deal
= Anlaşma yapmak
This is the best deal I have made in all my life.
= Bu bütün hayatım boyunca yaptığım en iyi anlaşmadır.
-
make a difference
=
Fark etmek, fark yaratmak
Hard work always makes a difference
= Sıkı çalışma daima fark yaratır.
Companies should make a differance in their product design to be competitive in the market
. = Şirketler, piyasada rekabetçi olabilmek için ürün dizaynında fark yaratmalıdır.
It makes no difference which method you apply as long as you get the same results
. = Aynı sonuçları aldığın sürece hangi yöntemi izlediğin farketmez.
-
make a profit / loss
= Kar etmek, zarar etmek
In business life you don’t always make profit. Sometimes you make a loss.
-
make plan
= Plan yapmak
She is making plans for the future = O gelecek için plan yapıyor.
- make an exception
= Hariç tutmak, istisna tanımak
I want everyone to abide the rules. I’ll make no exceptions
= Herkesin kurallara uymasını istiyorum. Hiçbir istisna tanımayacağım.
- make it :
Başarmak, köşeyi dönmek, kurtulmak (Amerikan İngilizcesinde çok yaygın bir deyimdir.)
In Turkey everyone has the chance to make it. =
Türkiyede herkesin başarılı olma şansı vardır.
-
make statement
= Demeç vermek
The minister made a statement on recent issues
. = Bakan, son gelişmeler hakkında demeç verdi.
-
make arangements
= düzenlemek, aranje etmek, hazırlık yapmak
The groom’s family is making arrangements for the wedding.
= Damadın ailesi düğün için hazırlık yapıyor.
- make a (telephone) call
: telefon görüşmesi yapmak, telefonla konuşmak
She makes (telephone) calls everyday
. = Her gün telefon görüşmesi yapar.
- make a decision = karar vermek, karara varmak
A manager has to make important decisions
= Bir yöneticinin önemli kararlar vermesi gerekir.
Decision-maker
= Karar verme mevkiinde olan.
General manager in a company is a decision-maker.
- make a mistake
= Hata yapmak
Make no mistake about it. I am the boss
= Bir hataya düşmeyin. Patron benim.
- make (a)noise
= Gürültü yapmak
Students often make noise in the classroom. = Talebeler sınıfta sıkça gürültü yaparlar.
-
make an effort
= Gayret göstermek, çabalamak
The doctor made a last effort to save the patient’s life
. = Doctor hastanın hayatını kurtarmak için son bir gayret gösterdi.
-
make an excuse
= Mazeret bulmak, mazeret beyan etmek
Make no excuse of your mistakes, but correct them
= Hatalarınıza mazeret bulmayın, onları düzeltin
-
make peace/ war
= Barış yapmak, savaş yapmak
Make peace, not war
= Barış yap, savaş yapma
-
make love
= Sevişmek
He made love to her wife
= Karısıyla sevişti
-
make speech
= konuşma yapmak
The President made a televised speech
= Başkan televizyonda yayınlanan bir konuşma yaptı.
-
make the most of something
= Bir şeyden sonuna kadar yararlanmak
A wise invester makes the most of his investment
= Akıullı bir yatırımcı yatırımından azami öşlçüde yararlanır.
-
make up
= telafi etmek, tazmin etmek, makyaj
I have to work hard to make up for the lost time
= Kayıp zamanı telafi etmek için çok çalışmalıyım.
Her make up is always awfull
= Makyajı her zaman berbattır.
-
make up your mind
= Aklını başına almak, karar vermek
He made up his mind and decided to accept the offer.
= Aklını başına topladı ve teklifi kabul etmeye karar verdi.
-
make use of
= Yararlanmak, istifade etmek.
You should learn how to make use of your devices
. = Aletlerinden istifade etmesini öğrenmelisin.
-
make a living
=
Geçim sağlamak, geçinmek
He makes his living by selling consumer
products = Tüketim maddeleri satarak
geçimini sağlıyor.
-
make someone do something
= Birisine bir şey yaptırtmak
Don’t make me shout at you
= Beni kendine bağırtma.
-
make fun of
= Alay etmek,
He never makes fun of his friends
= Arkadaşlarıyla hiçbir zaman alay etmez.
-
make sure
= emin olmak, güvenceye almak, garantilemek
Make sure that all your friends are decent
people = Bütün arkadaşlarının nezih insanlar oluşundan emin ol.
She wants to make sure that her husband is not cheating on her
= Kocasının onu aldatmadığından emin olmak istiyor.
-
make way
= ilerlemek, yönelmek
The soldiers made their way towards the
mountains =
Askerler dağlara doğru yol aldılar.
-
make do
=
İdare etmek
You have to make do with what you’ve got
= sahip olduklarınla idare etmelisin.
-make a film
: Film yapmak
Atıf Yılmaz made hundreds of films before he died
. = Atıf Yılmaz ölmeden önce yüzlerce film yaptı.
-make a meeting:
Toplantı yapmak
We make a meeting every week on Monday
. = Her hafta Pazartesi günü toplantı yaparız.
- make comparisons
: Karşılaştırma yapmak
She always makes comparisons between her boyfriends
= O, her zaman erkek arkadaşları arasında mukayese yapar.
-
make distinction
= ayırım yapmak
Those who are educated make no distinction among men
= Eğitimliler insanlar arasında ayırım yapmaz.
SERDEM
Açık Profil bilgileri
SERDEM - Özel Mesaj gönder
SERDEM - Daha fazla Mesajını bul