Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02.11.08, 19:58   #1 (permalink)
Kullanıcı Profili
tualim
Administrator
 
tualim - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 2.920
Konular: 3793
Puan Grafiği
Rep Puanı:22464
Rep Gücü:20
RD:tualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 125
207 Mesajına 2.103 Kere Teşekkür Edlidi
:
Standart Fluxus - Sanatta Devrimci Bir Akım

Fluxus - Sanatta Devrimci Bir Akım
Fluxus (Latince: akmak kelimesinden), ilk olarak 1960 yılında Litvanyalı-Amerikalı sanatçı George Maciunas tarafından John Cage ve çevresindeki sanatçı ve müzisyenleri tanımlamak için kullanılmış, uluslararası bir avant-garde gruba verilen addır. Maciunas'a göre Fluxus'un amacı "sanatta devrimsel bir gelgitin oluşmasını sağlamak, yaşayan sanatı ve karşı sanatı (anti-art ) yaymak" idi. Bu açıdan Fluxus, Dada ile yakından ilişkilendirilebilir. Zamanın çoğu avant-garde sanatçısı Fluxus içinde yer almıştır. Bunlar arasında Joseph Beuys, Yoko Ono, Nam June Paik sayılabilir. 1960'ların çoğulculuğuna yol açması açısından önemli olup etkisi günümüzde de süremektedir.
Fluxus, çok sayıda devrimci sanat akımını doğurmuş olan bir gerilla döneminin, 1960'ların ürünüdür. Bu sözcüğü Amerikalı mimar ve grafik sanatçısı George Maciunos, 1961'de New York'ta A/G Galeri'deki bir dizi konferans için bastırdığı davetiye aracılığıyla tanıtmıştır. Fluxus sözcüğü, doğadaki ve insan yaşamındaki sürekliliği, değişimi ve yenilenmeyi, durağanlığa karşı koyuşu ifade eder. Buna bağlı olarak, sürekli değişim içinde olan bir evrende sanat eseri de tamamlanmış bir çalışma değil, sürekli değişen ve gelişen bir süreçtir. Fluxus, yaratımı ve yok oluşu,daha genel olarak da geçici olanı ön plana çıkararak yaşamın akışına gönderme yapar.
Joseph Beuys, George Brecht, Robert Filliou, Ken Friedman, Dick Higgins, Ray Johnson, Alison Knowles, La Monte Young, Jackson Maclow, Charlotte Moorman, Yoko Ono, Nam June Paik, Daniel Spoerri, Wolf Vostell, Robert Watts gibi Maciunas'ın çevresinde toplanmış bazı isimler belirleyici bir rol oynamış olsalar da Fluxus hiç bir zaman bir grup haline gelememiştir.
Fluxus sanatçılarında toplumsal kaygılar, estetik düşüncelerden önce gelir. Burjuva tavır ve tutumunun şemalarını kırmak isterler.
Fluxus'un amacı, popüler kültürü canlandırmak değildir. Fluxus, sanatçılara; müzisyenlere, avangard şairlere, ressamlara, heykeltraşlara yepyeni kültür yaratma olanakları sağlamak ister.
Onu aynı dönemde ortaya çıkan sanat akımlarından farklı kılan yanı ise bir akımdan ziyade farklı sanat kategorileri arasındaki keskin sınırları kaldırmak ve onları alternatif kültürel formlar altında birleştirmek isteyen radikal yenilikçi sanatçıların oluşturduğu bir koalisyon olmasıdır.
George Macianus, 1960-61'de Avangard besteci La Monte Young ile birlikte A/G Galeri'de konserler düzenledi. 1963'te Fluxus başlığı altında antolojiler yayınlamaya başladı. 1966'da kooperatifçiliğe girişerek Manhattan çevresinde büyük bir sanatçılar komünü kurulmasını sağladı.
1960 yılından 1978'e kadar çeşitli Fluxus etkinlikleri düzenleyen George Maciunas, ardında şu sözleri vasiyet bırakarak öldü; "Sanatta devrimci bir tufanı ve akıntıyı yükseltin. Yaşayan sanatın ve karşı sanatın ilerlemesini sağlayın ki, sanatsal olmayan gerçeklik sadece eleştirmenler, sanat meraklıları ve profesyonellerce değil, herkes tarafından kavranabilsin. Kültürel, toplumsal ve politik devrimci kadroları birleşik cephe ve eylemde kaynaştırın."
Fluxus'da tıpkı diğer karşı-sanat akımları gibi akademik sanatı gülünçleştirerek onunla alay eder. Dönemin eylem ve "happening"leriyle benzerlik gösteren Fluxus hareketlerinde birbirine hiç uymayan tutarsız ama bilince doğrudan etki eden anlatım biçimleri sergilenir. Bir Fluxus hareketi kesinlikle önceden kararlaştırılmış değildir. Yaratma sürecinde rastlantıya büyük önem verilir. Bu nedenle Fluxus koalisyonuna katılanlar yaptıklarının gerçekte sanat olmadığını ve kendilerinin de sanatçı olmadığını ve sanatçı olarak tanımlanmak istemediklerini her fırsatta dile getirirler. Bu görüş doğrultusunda Schmidt, bir gösterisinin sonunda izleyiciye, "Sizleri, bilmem kaç saat ve kaç dakikanızı sanata ayırmaya özendirmiş olmaktan dolayı pişmanlık duyuyoruz." yazılı bildiriler dağıtır.
Fluxus koalisyonundakiler, sanat yapıtının satın alınabilen bir nesne ve sanatçının ayrıcalıklı bir insan olmadığını kanıtlamaya çalışırlar. Buna bağlı olarak da galerilerde sergilenebilir, alınıp satılabilir, özel koleksiyon ve müzelerde saklanabilir, ticari değeri olan eserler üretmek yerine, bilince doğrudan etki eden ve bellekte iz bırakan deneyimleri tercih ederler. Bu nedenle de geriye olabildiğince az şey bırakırlar.
Akademik sanata tepkilerini her fırsatta dile getirirler. 1962 yılında Londra'da gerçekleştirilen Festival of Misfits (aykırılıklar festivali)'de Gustav Metzger, galerinin duvarlarına boş çerçeveler asar; Ben Vautier, sergi boyunca onbeş gün boyunca hiç kıpırdamadan canlı bir heykel olarak dikilir. Emmet Williams ise ziyaretçilere mühür ve ıstampalarla nasıl şiir yazılabileceğini gösterir. Robin Page, Çağdaş Sanatlar Enstitüsünde gerçekleştirilen konserde bir gitarı tekmeleyerek salonun dışına, sokağa çıkarır ve orada bulunan insanlarla beraber gitarı Londra'nın en şık caddelerinin birinde paramparça eder. Robin Page ayrıca, tualin iki boyutuyla sınırlı olmayan, tualin önündeki boşluğu dolduran çalışmalar yapar ve bu çalışmalarının birinde bu gitarın parçalarını kullanır.
Daha önce belirttiğim sanat eserinin ticari bir haline getirilmesini reddeden ve her insanın sanatçı olduğunu söyleyen Fluxus koalisyonu mensubu Gustev Metzger bu anlayışa bağlı olarak "kendi kendisini yıkan sanat anlayışını geliştirir. Bu anlayış Hitler Almanya'sından kaçarak İngiltere'ye sığınmış olan Metzger'in radikal sol politik inançlarının bir uzantısıdır. Bir başka deyişle bu anlayış yazgısı atom bombası ve ölümcül teknolojiyle belirlenen bir çağa, doğaya ve kardeşlerine karşı yıkıcı insana tepki olarak doğar. Böyle bir çağda ve toplumda sanatın da yıkıcı bir eylem olması gerektiği düşüncesine dayanır. Sanat ancak yıkıcı olduğunda devrimci olabilir. Metzger, bu noktada tual yerine naylon, boya yerine asit kullandığı çalışmalar yapar. Asit tuale değdiğinde naylon erir ve eser yaratılış anında bizzat yaratıcısı tarafından yıkılır. Yani yaratma ve yıkma eylemleri aynı anda gerçekleşir.
Bu dönemde Robert Fillou "sürekli yaratma anlayışı" çerçevesinde oyuncuların sahnede sessizlik içerisinde öylece oturdukları yok oyunlar yazar. Ona göre, "mutlak ve sürekli yaratmanın gizi, hiçbir şey yapmadan orada öylece oturmaktan ibarettir." der.
20. yüzyıl sanatının en yaratıcı ve devrimci adlarından biri olan karizmatik sanatçı Joseph Beuys da bir süre için Fluxus'a katılır. 1921 yılında Almanya'nın Cleve şehrinde dünyaya gelen Beuys'un sanatının temelinde "action" yani eylem kavramı yatar. Beuys için sanat bir "eylem" dir.
Geleneksel yani klasik sanat, "konu-malzeme" ayrımıyla birlikte, "sanat eylemi - sanat ürünü"nü de birbirinden ayırır. Örneğin, bir portre belirli malzeme be boyutlarla bir "yapıt" olarak üretilir. Ürün "resim yapma" eyleminin sonucudur, ama sanat eyleminden de, sanatın kendisinden de bağımsız bir kalıcı varlık kazanır.
Modern sanat da farklı anlayışlara ulaştığı halde bu temel ayrımları korur. Beuys ise bu ayrımları ortadan kaldırarak "postmodern" bir konuma ulaşır. Ama aslında sanatın en eski anlamına; ilkel kültürlerde taşıdığı, bütün bir insan topluluğunu kapsayan anlamına geri döner.
Sanatçı, eylem ve sanat yapıtını tek bir çerçeve içerisinde birleştirir. Sanat yapıtı, sanatçının eyleminin kendisidir. Sergilenebilecek nesneler ise sadece tortudur.
Bir örnek verecek olursak; Beuys Berlin'in Karl Marx meydanındaki 1 Mayıs gösterilerine katılır. Kızıl renkli bir süpürgeye dayanıp sadece olup biteni seyreder ve gösteri bittiğinde sıra sanatçının eylemine gelmiştir. Kızıl renkli süpürgesiyle bütün meydanı süpürür. SüPage Rankingüntüleri biri kara biri sarı derili iki asistanının taşıdıkları torbalara doldurur. Eylem bittikten sonra galeride sergilenecek yapıt da, işte bu süPage Rankingüntülerdir.
2. Dünya Savaşı'nda Alman Hava kuvvetlerinde pilot olarak görev alan Beuys'un uçağı isabet alır ve Kırım'a düşer. Ağır yaralı halde, donmak üzereyken göçebe tatarlar tarafından kurtarılır. Tatarlar, Beuys'u iyileştirebilmek için vücuduna iç yağ-bal karışımı sürerler ve keçeyle sararlar. Bu olay onun hayatının dönüm noktası olur. Yıllar sonra Beuys, onu hayata döndüren bu üç ana maddeyi yani "iç yağ-keçe-bal"ı heykellerinde temel malzeme olarak kullanır.
Beuys'un çizgisel, plastik ve aksiyonel yapıtlarının anahtarı yine kendisinin belirttiği "düşünce plastiktir" deyişinde bulunur. Şöyle der Beuys;
"Benim nesnelerim, heykel düşüncesinin ya da genel olarak sanatın dönüştürülmesi için birer uyarıcı olarak görülmelidir. Onlar, heykelin ne olabileceğini ve heykel yapma kavramının nasıl herkesin kullandığı görülmez malzemeler kadar yaygınlaştırılabileceği konusunda düşünceleri tahrik etmelidirler. Düşünen formlar, düşüncelerimizi nasıl biçimlendirdiğimizdir veya konuşan formlar, düşüncelerimizi nasıl sözcükler olarak şekillendirdiğimizdir veya sosyal heykel yaşadığımız dünyayı nasıl biçimlendirdiğimiz ve şekillendirdiğimizdir."
Beuys'un sanat anlayışı, pek çok noktada Fluxus ile çakışır. Daha önce belirttiğim gibi Fluxus, sürekli değişim içinde olan bir dünyada sanat yaptının da sürekli değişen bir ürün olduğu görüşünü iler sürer. Beuys da tıpkı Metzger ve diğer Fluxus mensupları gibi sanatı sürekli bir değişimle özdeşleştirir. Bu konuda Beuys şöyle demektedir;
" Heykellerimin doğası kesin ve bitmiş değildir. Bir çoğunda işlemler sürmektedir; kimyasal reaksiyonlar, mayalanmalar, renk değişiklikleri, çürüme, koruma. Her şey bir değişim durumundadır. "
"Her insan sanatçıdır, " der Beuys. Bu da şu demektir: Her insanda potansiyel olarak sanat yapma imkanı zaten vardır. İlla estetize edilmiş bir sunuş varoluş değildir. İnsanın önce bilme yoluyla kendi hayatını biçimlendirmesidir. Bu bağlamda Beuys'un eseri bir bakıma kendisidir. Ölümüyle birlikte tamamlanmış olan hayatıdır.
"Her insan sanatçıdır. O -kendi özgürlüğü noktasından- ilk elde kazandığı özgürlük deneyimlerinin konumundan -gelecekteki sosyal düzende- total sanatın diğer durumlarını belirlemeyi öğrenir. Kültürel dünyaya (özgürlük), yasalarının oluşturulmasına (demokrasi) ve ekonomi dünyasına (sosyalizm) katılmak ve kararlı olmak. Böylece kendi kendini yönetme ve merkeziyetçilikten uzaklaşma (üç boyutlu heykel) oluşur. Özgür, demokratik sosyalizm."
tualim isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla