Tekil Mesaj gösterimi
Alt 30.10.08, 19:51   #4 (permalink)
Kullanıcı Profili
AnGeL
Delta Üye
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Aug 2008
Nerden: Konya
Mesajlar: 833
Konular: 724
Puan Grafiği
Rep Puanı:1364
Rep Gücü:0
RD:AnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud of
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 16
29 Mesajına 34 Kere Teşekkür Edlidi
:
Standart

Son yüzyıl içinde ülkemizde olup biten şeyler üzerine vermiş olduğum tarihsel bilgi de kralı şaşkınlıklar içinde bıraktı. Kral bunun, açgözlülük, ayrılık, ikiyüzlülük, hainlik, kıyıcılık, öfke, çılgınlık, kıskançlık, şehvet, kötülük ve tutkunun neden oldukları bir yığın suikast, ayaklanma, öldürme, toplu kıyım, devrim, sürgün öykülerinden başka bir şey olmadığını söyledi. Başka bir konuşmamızda, hükümdar, bütün söylediklerimi şöyle bir derleyip topladıktan sonra, sorduğu sorularla vermiş olduğum yanıtları karşılaştırdı; sonra beni eline alarak yavaşça okşadı ve şunları söyledi (bu sözleri, hele kralın söyleyişini ömrümde unutamayacağım): benim mini mini dostum Grildrig, yurdunu övmene doğrusu hayran kaldım; şunu açıkça gösterdin ki, yasalarınızı yapan kimseler, bu yoldaki yetkilerini bazan yalnızca bilgisizlik, tembellik ve ahlaksızlıklarıyla elde ediyorlar; yasalarınız da, çıkar ve yetenekleri bunları bozmak, karıştırmak ve bunlardan sıyrılmak olan kimselerce açıklanıyor, yorumlanıyor ve uygulanıyor; ülkenizde, temelde pek kötü olmayan, örgütlenmeye benzer bir şeyler görür gibi oluyorum ama, bunların bir bölümünün ancak silik bir belirtisi kalmış; ahlak bozuklukları da öteki bölümünü lekelemiş, yok etmiş. Bütün söylediklerin, bir memurluk elde etmek için bir erdem gerektiğini göstermiyor; hele, yurttaşlarına erdemlerinden ötürü soyluluk verildiğini; rahiplerin, dinlilik ve bilgilerine; askerlerin, gördükleri işlere ve yiğitliklerine; yargıçların, doğruluklarına; meclis üyelerinin yurt sevgilerine; danışmanların da, bilgeliklerine göre yükseldiklerini hiç göremiyorum. Sana gelince (kral konuşmasını sürdürüyordu), yaşamının büyük bir bölümünü yolculukta geçirdiğin için, yurdundaki ahlaksızlıkların birçoğundan uzak kalmış olmanı ummak isterim. Fakat, sözlerinden çıkardıklarıma, senden binbir zorlukla çekip koparabildiğim yanıtlara bakılırsa, yurttaşlarının çoğu, doğanın yeryüzünde sürünmelerine katlandığı o küçük, iğrenç böceklerin, kesinlikle en zararlıları. VII Yazarın yurt sevgisi. Krala çok yararlı bir öneride bulunuyor. Kral kabul etmiyor. Kralın siyaset alanındaki büyük bilgisizliği. Bu ülke bilgisinin eksiklikleri ve dar alanı; yasaları; askerlik işleri; devletteki partiler. Kralla olan bu konuşmalarımızı yazmayıp geçebilirdim; fakat doğruluğa beslediğim büyük sevgi buna engel oldu. Öfke ve üzüntülerimi açığa vurmak boşuna bir şey olacaktı; çünkü bu gibi davranışlarım her zaman alayla karşılanmıştı. Onun için, soylu ve sevgili yurdumun uğradığı bu aşağılamalara katlanmak zorunda kaldım, sesimi çıkarmadım. Krala böyle bir fırsat vermiş olmaktan, herhangi bir okuyucumun olacağı kadar, ben de yürekten üzgünüm. Fakat ne yaparsınız ki, hükümdar, her şeyi öğrenmek, araştırmak merakındaydı; onun isteğini elden geldiği kadar karşılamamak da, ne nezaketime, ne kendisine duyduğum minnet duygusuna uyardı. Yalnızca kendimi savunmak için şunu söyleyeyim ki, sorularının birçoğuna yanıt vermemek için kaçamak yolları buldum; ve her noktayı, tam doğruya uymayacak derecede uygun göstermeye çalıştım; çünkü Halikarnaslı Dionysius'un, her tarihçiye haklı olarak öğütlediği o övülmeye değer yurt yanlılığını ben de doğru bulur, her fırsatta yurdumun yanını tutardım. Yurdumun, o anamın, zayıflık ve çirkinliklerini saklayacak, erdem ve güzelliklerini parlak bir ışık altında gösterecektim; o yüce hükümdarla konuşurken bütün çabalarımı, içtenlikle, bu yolda harcadım: yazık ki başaramadım. Fakat bütün dünyaya kapalı bir ülkede yaşıyan, bundan ötürü de, başka ulusların yaşama biçemleri ve görenekleri üzerine hiçbir bilgisi olmayan bir kralın düşüncelerini hoş görmeliyiz. Böyle bir bilgi eksikliği, İngiltere'nin ve Avrupa'nın daha yetişkin uluslarının uzak olduğu o dar düşünceliliğe, peşin yargılara yol açar. Dünyanın ıssız bir bucağında yaşayan bir kralın, erdem ve düşkünlük üzerine düşüncelerini, bütün insanlığın ölçüsü olarak kabul etmek istemek de gerçekten acımasızlık olur. Bu sözlerimin doğruluğunu ve dar bir çerçeve içinde kalmış bir öğrenim ve eğitimin kötü etkilerini göstermek için, bir şeyden söz etmek istiyorum; buna belki de inanmayacaksınız. Hükümdarın daha fazla gözüne girmek için, bundan üç, dört yüzyıl önce bir toz bulunduğunu ve böyle bir toz yığınının üzerine en ufak bir kıvılcım sıçrasa, tekmil yığını -bir dağ kadar bile olsa- bir anda ateşleyip gök gürlemesinden daha büyük bir gürültü ve sarsıntıyla havaya uçuracağını söyledim. Pirinç ya da demir bir tüpün içine, büyüklüğüne uygun bir miktarda bu tozdan koyunca, demir ya da kurşun bir mermiyi öyle bir şiddet ve hızla sürüklerdi ki, bunun gücüne hiçbir şey dayanamazdı. Böylece atılan mermiler, saf saf orduları birden yok eder; en sağlam duvarları çökertip yıkar; binlerce kişiyle dolu gemileri denizin dibine gönderebilirdi. Hele böyle mermilerden birkaçı zincirle bağlanacak olursa, gemilerin bütün direk ve armalarını kesebilir; yüzlerce kişiyi ortadan biçer; yolunun üzerinde bulunan her şeyi kül ederdi. İçi oyuk, demirden büyük yuvarlakları bu tozla doldurup, sardığımız herhangi bir kente araçlarla atınca, bunlar, kaldırım ve yolları söker: evleri yerle bir eder; patlayıp da parçaları çevreye dağılırsa, yakınlarında bulunan kimselerin beyinlerini parça parça ederdi. Bu tozu yapmak için ne gibi maddeler gerektiğini biliyordum: bunlar hem ucuz, hem her yerde bulunabilirdi; maddelerin birbirine nasıl karıştırıldıklarını da öğrenmiştim. Kral hazretlerinin işçilerine, bu ülke ölçülerine göre nasıl tüp yapabileceklerini gösterebilirdim: en büyüklerinin yüz ayaktan uzun olmasına gerek yoktu. Bu tüplerin yirmi otuzuna uygun miktarda toz doldurulur, her birine de bir mermi konursa, kral hazretleri, ülkelerindeki en güçlü kentin duvarlarını birkaç saat içinde yıkabilir; başkenti, kesin buyruklarını dinlememeye kalkışacak olursa, yok edebilirdi. Kendisinden gördüğüm koruma ve iyiliklerden dolayı duyduğum minnetin ufak bir karşılığı olmak üzere, bu hizmetimi kabul etmesini, kral hazretlerinden rica ettim. O korkunç araçları betimlemem ve önerim, kralı yılgıya düşürdü. Benim gibi güçsüz ve yerlerde sürünen bir böceğin (bunlar kendi deyimleridir) insanlığa bu kadar aykırı düşünceler beslediğine ve bu araçların olağan etkileri olarak betimlediğim kan ve perişanlık sahneleri karşısında nasıl olup da, hiç sarsılmadan, sıradan şeylerden söz eder gibi konuştuğuna şaştığını söyledi; bu araçları ilk ortaya çıkaran da, herhalde, insanlığa düşman, soysuz bir ruhtu. Kendisi, sanat ve doğada yeni buluşlardan olduğu kadar pek az şeyden haz duyduğu halde, böyle bir gizi öğrenmektense ülkesinin yarısını yitirmeye razı olacağını ekleyerek, yaşamıma bir değer veriyorsam, böyle bir şeyden bir daha söz etmememi buyurdu. Dar düşünceli ve kısa görüşlü olmanın ne garip bir belirtisidir ki, kendisine saygı, sevgi ve saygınlık kazandıran her artamı olan bir kral: büyük yetenekleri, bilgeliği ve derin bilgisi olan, devlet yönetimi işlerinde olağanüstü erkli, bütün uyruklarının hemen hemen tapındığı bir hükümdar; Avrupa'da bizim bir türlü akıl erdiremeyeceğimiz titiz ve gereksiz bir çekingenlikle eline verilen bir fırsatı; kendisini, bütün ulusunun can, mal ve özgürlüğünün salt egemeni kılacak fırsatı tepiyor! Bunları, bu yüce hükümdarın erdemlerini küçültmek için söylemiyorum; fakat kişiliği, bu sorundan ötürü, İngiliz okuyucuların gözünde, değerinden bir hayli yitirecektir sanıyorum. Bu adamların eksiklikleri bilgisizliklerinden ileri geliyor; daha devlet yönetimini, Avrupa'daki daha ince zekâların başardığı gibi, bir bilime dönüştürememişler! Hiç unutmam, bir gün kralla konuşurken, bizde, devlet yönetimi sanatı üzerinde yazılmış binlerce kitap olduğunu söyledim. Amacım büsbütün başka olmakla birlikte bu sözlerim, kralda, anlayışımızın pek kıt olduğu etkisini bıraktı. Kral hazretleri, bir hükümdar ya da bakanın gizli kapaklı işler görmesini, fazla incelikler göstermesini, dolaplar çevirmesini nefret ve aşağılamayla karşılıyordu. ortada düşman ya da rakip bir ulus yokken, devlet gizi demekle ne anlatmak istediğimi anlayamıyordu. Devlet yönetimi bilgisini, akıl ve sağduyu, adalet ve yumuşaklık, hukuk ve cinayet davalarının hızla görülmesi ilkelerine ve sözü edilmeye değmez birtakım belli konulara dayatarak çok dar bir çerçeveye sokuyordu. Ona göre, önce bir buğday başağı ya da bir ot yaprağı biten bir yerde, iki buğday başağı ya da iki ot yaprağı yetiştirebilen bir kimse, yurduna, politikacılar soyunun topundan daha özlü bir hizmet görebileceği gibi, insanlıkça da daha değerli sayılırdı. Bu ülke halkının bilgileri çok eksik: ahlak, tarih, şiir ve matematikten ibaret ve kendilerini yalnızca bunların birinde göstermeleri gerekiyor. Fakat matematik, yalnızca yaşama yararlı olacak şeylere, tarımın gelişmesine ve mekanik sanatlarına uygulanıyor. Bu adamların kafasına, idea, özlük, soyutlama, aşkınlar üzerine en ufak bir düşünceyi bile sokamadım. Yasa metinlerindeki sözcükler, alfabelerindeki, yirmi ikiden ibaret olan harflerin sayısını aşmamak zorundadır; hatta yirmi iki sözcüğü bulan metinlere bile raslanmıyor. Yasalar çok yalın ve basit bir dille yazılmıştır ve bura halkının bunları başka türlü yorumlayacak kadar hızlı zekâları yok. Zaten herhangi bir yasayı yorumlamak, ölümle cezalandırılan bir suçtur. Hukuk davalarında karar verirken ya da öldürüm davaları görülürken, o kadar az örnek gösteriyorlar ki, bu davalarda yüksek ustalık göstermekle de hiç kimse övünemez. Çinliler gibi bunlar da basma sanatını çok eski zamanlardan beri biliyorlar; fakat kitaplıkları o kadar büyük değil. En genişi kralın kitaplığıdır; burada bin iki yüz ayak uzunluğunda bir galeriye yerleştirilmiş, bin kadar yapıt var. Bu kitaplıktan, istediğim her kitabı alıp okumama izin verilmişti. Kraliçenin marangozu, Glumdalclitch'in odalarının birinde kendiliğinden ayakta duran bir merdiven biçiminde, yüksekliği yirmi beş ayak olan bir araç yapmıştı: basamaklar elli ayak uzunluğundaydı. Bu, öteye beriye götürülebilir, çifte kanatlı bir merdivendi ve oda duvarlarının birinin on ayak ötesine konur, okumak istediğim kitap da duvar dayatılırdı. Ben, önce en yüksek basamağa çıkar ve kitaba doğru dönerek, sayfanın başından okumaya koyulurdum; satırların uzunluğuna göre, sağa ve sola sekiz on adım yürür; gözlerimin seçemeyeceği yere gelince bir basamak iner, böylece aşağıya kadar gelirdim. Sonra yine yukarı çıkar, öteki sayfayı da aynı biçimde okurdum. Sayfalar, mukavva gibi kalın ve katı olduğundan, en büyüklerinin uzunluğu da on sekiz, yirmi ayağı aşmadığından, her yaprağı iki elimle tutup kolayca çevirirdim. Deyişleri açık, güçlü ve akıcıdır; fakat süslü değildir; gereksiz sözcükleri sıralamaktan, değişik deyimler kullanmaktan kaçınıyorlar. Özellikle tarih ve ahlak konuları üzerine yazılmış birçok kitabı okuyup inceledim. Bunlar arasında, hep Glumdalclitch'in yatak odasında duran, eski, küçük bir kitap beni bir hayli eğlendirdi. Bu, Glumdalchitch'in, ahlak ve sofuluk üzerine yazılar yazan, ağırbaşlı, yaşlıca eğiticisinin kitabıydı ve insan soyunun güçsüzlüğünü gösteriyordu; fakat kadınlarla aşağı tabakadan olanlardan başka kimsenin değer vermediği bir yapıttı. Bununla birlikte, bu ülke yazarlarından birinin, böyle bir konu üzerinde neler söyleyebileceğini merak etmiştim. Yazar, Avrupa ahlakçılarının ele aldıkları o gündelik konular üzerinde duruyor; insanın, özü bakımından, ne kadar küçük, ne kadar önemsiz, ne kadar zavallı bir yaratık olduğunu gösteriyor; havanın şiddeti, yabanıl hayvanların öfkesi karşısında kendini korumaktan aciz olduğunu söylüyor; çeşitli hayvanlardan, güç, hız, uyanıklık ve çalışkanlık bakımlarından ne kadar aşağı olduğunu vurguluyordu. Şunları ekliyordu: doğa, dünyanın artık çürümekte olduğu bu son çağlarda, bozulmaya başlamış ve eski çağlarla karşılaştırılacak olursa, yapıları yarım kalmış ufacık yaratıklardan başka bir şey ortaya koyamaz olmuştu. İnsan soyunun, başlangıçta daha iri olduğunu kabul etmek akla uygun olacağı gibi; tarih, ağızdan ağıza yayılagelen bilgiler ve ülkenin orasını burasını kazarken raslantıyla bulunan, bugünkü küçülmüş insan soyunun boyunu kat kat aşan büyük kemik ve kafatasları da, eski zamanlarda devler bulunduğunu göstermektedir. Doğa yasalarına göre de, kesinlikle daha iri, daha sağlam olmamız ve böylece, damdan düşen bir kiremit, bir çocuğun attığı taş, ufacık bir derede boğulmak gibi önemsiz olaylarla yok olup gitmememiz gerekiyordu. Yazar böyle uslamlamalar yaparak yaşama yararlı olacak birçok ahlak dersi veriyordu; bunları yinelemeyi gereksiz buluyorum. Ben doğayla olan kavgalarımızdan ahlak dersleri, daha doğrusu hoşnutsuzluk ve yakınma konuları çıkarma sanatının ne kadar yaygın olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. Daha ayrıntılı bir incelemeyle, bizim de, bura halkının da, bu kavgaların temelsiz şeyler olduğunu göreceğimize eminim. Bu ülkenin askerlik işlerine gelince, halk, kralın yüz yetmiş altı bin piyadesi ve otuz iki bin süvarisi olan ordusuyla övünmektedir: Bilmem, birçok kentteki esnaf ve köylerdeki çiftçilerden ibaret olan bir topluluğa, yalnızca soyluların ve yüksek tabakadan kimselerin buyruğunda bulunan, hiç ödül ve aylık almayan birliklere ordu denebilir mi? Talimlerini gördüm, eksiksizdi; çok düzenliydiler; fakat bunları övecek değilim: her çiftçi, efendisinin; her kentli de, Venedik'te olduğu gibi gizli oyla seçtiği başların buyruğunda olduktan sonra zaten başka türlü olamazdı. Lorbrulgrud birliklerinin, kente çok yakın yirmi mil karelik bir alanda, talim etmek üzere sıralandıklarını sık sık görmüştüm. Bu birlikler, yirmi beş bin piyadeyle altı bin süvariden fazla değildi; fakat kapladıkları alanın genişliğinden, tam sayılarını çıkarmama olanak yoktu: iri bir ata binmiş olan bir süvari yüz ayak kadar yüksekti. Bütün süvarilerin, bir komutla, hep birden kılıçlarını çekip, havada salladıklarını görmekten daha görkemli, daha şaşkınlık verici, daha olağanüstü bir şey düşünülemez: göğün her bucağından, sanki hep birden binlerce şimşek çakıyordu. Ülkesine hiçbir yerden geçilemeyen bir hükümdarın, nasıl olup da ordu kurmayı, daha doğrusu uyruklarına askeri disiplin öğretmeyi akıl ettiğine merak sardım. Tarihlerini okuyarak, ötekine berikine sorarak, çok geçmeden bu konuda bilgi elde ettim. Birçok kuşak boyunca bura halkı da, bütün insanoğullarının uğradığı illete tutulmuş: soylular erk; halk özgürlük; kral da kesin egemenlik elde etmek için uğraşmış. Ülke yasaları, bu isteklere akla uygun bir ölçü verebilmişse de, yasaya uymayanlar çıkmış, birkaç iç savaş olmuş. Şimdiki kralın dedesi bu savaşlara, genel bir anlaşmayla son vermiş; herkesin isteğiyle kurulmuş olan bu halk ordusu da, o zamandan beri hizmete hazır bir durumda bulundurulmuş.
AnGeL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla