Tekil Mesaj gösterimi
Alt 30.10.08, 19:46   #3 (permalink)
Kullanıcı Profili
AnGeL
Delta Üye
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Aug 2008
Nerden: Konya
Mesajlar: 833
Konular: 724
Puan Grafiği
Rep Puanı:1364
Rep Gücü:0
RD:AnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud ofAnGeL has much to be proud of
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 16
29 Mesajına 34 Kere Teşekkür Edlidi
:
Standart

Bunları, cesaretinden şüphe edilmesine dayanamayacak bir kimse gibi metin bir edayla söylemiştim. Fakat sözlerim herkesi kahkahalarla güldürmekten başka bir etki yapmadı: Krala olan saygılarına karşın yanındakiler gülmekten kendilerini alamamışlardı. Bu durum karşısında, insanın kendinden her bakımdan yüksek kimseler önünde kendine onurdan pay biçmeye kalkışmasının ne kadar hoş bir çaba olduğunu düşündüm. Oysa, İngiltere'ye döndüğümden beri çok kez tıpkı benim gibi davranan birçok kimse gördüm. Doğuşları, kişilikleri, zekâları ve sağduyuları bakımından hiçbir hak iddia edemeyecekleri halde önemli adam tavrı takınıp kendilerini İngiltere'nin en yüksek kişileriyle aynı ayarda sayan nice küçük, bayağı soysuza rasladım. Artık sarayda her gün gülünç bir öykünün konusu oluyordum. Glumdalclitch beni çok sevdiği halde muziplik eder, ilişkisiz bir şey yaptığım zaman kraliçeyi eğlendirir diye hemen ona yetiştirirdi. Biraz rahatsız olan kızcağızı, hava alması için eğiticisi bir gün kentten otuz mil öteye, bir saatlik bir yola gezmeye götürmüştü. Bir tarlanın kıyısındaki keçiyolunda arabadan indiler; Glumdalclitch yolculuk kutumu yere koydu, ben de biraz dolaşmak üzere dışarı çıktım. Keçiyolunda bir inek pisliği vardı; sanki çevikliğimi göstermek gerekiyormuş gibi üzerinden atlamaya kalktım. Hız aldım, fakat pisliği aşamadım; tam ortasında, dizlerime kadar içine gömüldüm; yürüyerek, biraz zorlukla dışarı çıkabildim. Hizmetçilerden biri mendiliyle, elinden geldiği kadar, üstümü başımı temizledi; pis, berbat bir durumdaydım. Dadım beni eve dönünceye kadar kutumdan çıkarmadı. Başıma geleni hemen kraliçeye anlattılar; hizmetçiler de bütün saraya yaydı; öyle ki birkaç gün bütün saray bana gülüp durdu. VI Kral ve kraliçenin hoşuna gitmek için yazarın yaptıkları. Müzikte ustalığını gösteriyor. Kral Avrupa üzerine bilgi istiyor, yazar da veriyor. Kralın bu konudakidüşünceleri. Haftada iki kez kralın yataktan kalkış törenine gitmeyi âdet edinmiştim; traş olurken de sık sık yanında bulunurdum; bu, önceleri insana korku veren bir görünümdü, çünkü ustura hemen hemen iki tırpan uzunluğundaydı. Kral hazretleri ülke göreneklerine göre haftada iki kez traş olurdu. Bir gün, berbere rica ederek kral hazretlerinin yüzlerinden usturasıyla aldığı köpükleri elde etmeyi başardım; bunların içinden kırk elli tane kadar sağlam kıl ayıkladım; ince bir tahta parçası buldum; yontarak tarak sırtı olabilecek bir duruma getirdim. Bunu, Glumdalclitch'den aldığım ufacık bir iğneyle, eşit aralarla deldim. Kılları bu deliklere büyük bir ustalıkla yerleştirdim ve diplerinden uçlarına doğru çakımla kazıyarak sivrilttim. Böylece oldukça işe yarar bir tarak elde ettim. Bunu tam zamanında yapmıştım. Birçok dişi kırılmış olduğundan eski tarağım kullanılamaz bir duruma gelmişti ve bu ülkede bana tarak yapacak kadar ince işlerle uğraşan bir usta olup olmadığını bilmiyordum. Aklıma gelmişken, çok olan boş saatlerimi geçirmek için bulduğum bir eğlenceyi de anlatayım: Kraliçenin bir hizmetçisinden, hanımının başını tararken dökülen saçları biriktirmesini rica ettim ve bir süre sonra bir hayli saç elde ettim. Bana ufak tefek şeyler yapmak buyruğunu almış olan marangoza danışarak, kutumdaki koltuklar boyunda iki koltuk çerçevesi yapmasını istedim; bunların arkalığına ve oturacak yerlerine ince bir bizle küçük delikler açmasını da söyledim. Bu deliklere kraliçenin saçlarından en sağlamlarını geçirerek, İngiltere'de hasır sandalyecilerinin yaptıkları gibi sıkıca ördüm. Koltuklar bitince kraliçe hazretlerine armağan ettim, o da bunları antika eşya olarak ona buna göstermek için odasına koydu. Görenler hayranlıklarını gizleyemiyorlardı. Kraliçe bu koltuklardan birine oturmamı istediyse de, bir zamanlar kraliçe hazretlerinin başlarını süslemiş olan bu değer biçilmez saçların üzerine vücudumun en bayağı bir parçasını koymaktansa, en kötü ölümleri göze alacağımı söyleyerek bu isteğini yerine getirmedim. El işlerine çok yeteneğim olduğundan, yine bu saçlardan, beş ayak uzunluğunda küçük, güzel bir kese yaptım; üzerine altın harflerle kraliçe hazretlerinin adlarını işledim ve onayıyla Glumdalclitch'e armağan ettim. Doğrusu bu kese, kullanışlı olmaktan çok süs içindi; çünkü iri paraları taşıyacak kadar sağlam değildi. Onun için Glumdalclitch içine bir şey koymadı ve genç kızların hoşlandıkları o ufak tefek oyuncaklarla birlikte sakladı. Müzikten çok hoşlanan kral, sarayda sık sık konser verdirirdi. Bu konserlere ara sıra beni de götürürler ve iyi işitmem için kutumu, bir masanın üzerine koyarlardı. Fakat çıkan ses o kadar gürültülüydü ki ezgiyi bir türlü ayırt edemiyordum. Eminim, bir krallık ordusunun bütün davul ve borazanlarını kulağınızın dibinde hep bir arada çalsalar yine aynı sesi çıkaramazlar! İyi dinleyebilmek için şu çareyi bulmuştum: Kutumu, çalgıcıların oturduğu yerden olabildiği kadar uzak bir yere koydurur, kapımı, pencerelerimi kapar, perdelerimi çekerdim; ancak böylece müziklerinin pek de kötü olmadığını anladım. Gençliğimde biraz çenbalo (3) çalmasını öğrenmiştim. Glumdalclitch'in odasında da, çenbaloya benzediğinden ve onun gibi çalındığından çenbalo diyebileceğim bir çalgı vardı: Haftada iki kez bir öğretmen gelir, ders verirdi. Bir gün kral ve kraliçeye bu çalgıyla bir İngiliz havası dinletmek hevesine kapıldım. Fakat bu iş çok güç olacaktı; çünkü çenbalo aşağı yukarı altmış ayak uzunluğunda, her tuş da hemen hemen bir ayak genişliğindeydi; öyle ki, iki kolumu uzatmama karşın ancak beş tuşa yetişebiliyordum; bunlara basmak için de yumruklarımı olanca gücümle vurmam gerekiyordu; bu da çok yorucu, hem de boşuna bir çaba olacaktı. Sonunda şu çareyi buldum: Sıradan bir sopa kalınlığında iki değnek hazırladım; her birinin bir ucu, öteki ucundan daha kalındı; kalın uçları fare derisiyle kapladım; böylece tuşlara vurunca ne onlara bir zarar gelecekti, ne de çıkacak sesi bozacaktım. Çenbalonun önüne, tuşlardan dört ayak kadar aşağıya bir sedir yerleştirdiler; beni de üzerine koydular. Bunun üstünde, yan yan sağa sola koşup, değneklerimle gereken tuşlara vurarak bir İngiliz dans havası çalmayı başardım: kralla kraliçe son derece hoşnut kaldılar. Ömrümde bu kadar yorucu bir iş görmemiştim; bununla birlikte, ancak altı tuş kullanabilmiş; başka müzikçilerin yaptığı gibi yukarı ve aşağı tuşları birlikte çalamamıştım; konserim de bu yüzden biraz aksamıştı. Önce de belirttiğim gibi, çok derin anlayışlı bir hükümdar olan kral, sık sık kutumun çalışma odasına getirilmesini, masasının üzerine konmasını buyururdu. Sonra kutumdan bir iskemle çıkararak, kendisinden üç yarda ötede, çalışma masasının üstünde oturmamı isterdi, böylece tam yüzünün karşısına gelmiş olurdum. İşte bu durumda, kralla birçok kez konuştum. Bir gün hükümdara, Avrupa'yı ve bütün dünyayı küçük görmesinin, sahip bulunduğu o yüksek akıl artamlarına uymadığını söylemeye cesaret ettim; aklın boyutla orantılı olmadığını; aksine bundan en az payı olanların, ülkemizde de görüldüğü gibi en uzun boylular olduğunu ekledim. Öteki hayvanlara bakacak olursa, karınca ve arıların, çalışkanlık, ustalık ve anlayış bakımından daha iri hayvanlardan çok ün salmış oldukları görülürdü; beni de çok önemsiz bir yaratık saymakla birlikte, bir gün kendisine büyük hizmetlerde bulunabileceğimi umuyordum. Kral, sözlerimi dikkatle dinledi ve hakkımda, önce olduğundan, daha iyi düşünceler beslemeye başladı. İngiltere'nin yönetimi üzerine kendisine elimden geldiği kadar tam ve doğru bilgi vermemi istedi; hükümdarlar genellikle kendi göreneklerini yeğlemekle birlikte (daha önceki konuşmalarımızda, başka hükümdarlardan söz ederken böyle düşündüğünü söylemişti) ülkemde öykünmeye değer bir şey olup olmadığını öğrenmekten çok hoşnut olacaktı. Benim iyi yürekli okuyucularım, sevgili yurdumu, bahtına ve değerine uygun bir deyişle övebilmem için bilseniz, Demostenes ya da Cicero (4) gibi güzel konuşabilmeyi ne kadar isterdim! Sözlerime, ülkelerimizin, Amerika'daki yerleşmelerimizden başka bir hükümdarın yönettiği üç krallıktan oluşan iki adayı kapladığını anlatarak başladım. Toprağımızın verimliliği, iklimimizin ısısı üzerinde uzun uzun durdum. Sonra ana çizgileriyle İngiliz parlamentosunu anlattım: Lordlar Kamarası denen seçkin bir topluluk bulunduğunu, lordların da çok eski zamanlardan kalma en büyük geliri olan, en soylu soydan kimseler olduğunu söyledim ve sözümü şöyle sürdürdüm: ''Lordların, çeşitli bilgi ve sanatlarda, silah kullanmada eğitilmelerine son derece dikkat edilir ve bunlar, böylece kralın doğuştan danışmanı olmak niteliğini kazanırlar; ülke yasalarının yapılmasında payları olur; son kararı veren en yüksek mahkemede üyelik eder; yiğitlikleri, davranışları ve bağlılıklarıyla hükümdarlarını, yurtlarını her zaman korumayı üzerlerine alırlar. Lordlar, ülkemizin süsü ve dayanağıdır; onurlarını yalnızca erdemleriyle kazanmış, oğullarının da bu onur yolundan hiçbir zaman sapmadığı ünlü ataların değerli ardıllarıdır. Bunlara, bu meclisin bir parçası olarak, piskopos denen birçok saygın kimseler katılmıştır; görevleri din sorunlarını, halkı din konusunda aydınlatan kimseleri gözetim altında tutmaktır. Piskoposları, hükümdarla en bilge danışmanları bütün yurdu arayıp tarayarak, yaşamlarının kutsallığı ve bilgilerinin derinliğiyle haklı olarak kendilerini göstermiş rahipler arasından seçerler; bunlar da gerçekten ulusun ve rahip sınıfının manevi babalarıdır. ''Parlamentonun öteki bölümü, halkın bütün ülke bilgeliğini temsil etmek üzere serbestçe seçtiği, büyük yetenekleri ve yurt sevgileri bakımından en önde gelen kişilerden oluşur ve adı Avam Kamarası'dır. Bu iki bölüm, Avrupa'nın en yüce meclisini oluşturur; ve kralla birlikte bu meclise, bütün yasaları yapma yetkisi verilir.'' Sonra mahkemelere geçtim ve başlarında, birbirleriyle çatışan insan hak ve mülkiyetleri üzerine karar veren, düşkünlükleri cezalandırıp suçsuzluğu koruyan yargıçlar -o yasa yorumcuları, o saygı değer bilgeler- bulunduğunu söyledim. Maliyemizin ne büyük bir anlayışla yönetildiğinden; askerlerimizin, denizde, karada kazandıkları başarılardan söz ettim. Ülkenin nüfusunu, çeşitli din mezheplerinde ve siyasal partilerde olan yurttaşlarımızın sayısına göre hesapladım. Oyunlarımızı, eğlencelerimizi bile unutmadım; özetle yurdumun onuruna yararlı olacak her şeyi söyledim ve sözlerimi İngiltere'de son yüz yıl içinde, olup biten olayların kısa bir tarihini anlatarak bitirdim. Bütün bu bilgiyi, her biri saatlerce süren, beş konuşmada ancak verebildim. Kral her şeyi büyük bir dikkatle dinledi; sık sık not aldı ve soracağı soruları defterine yazdı. Bu uzun konuşmalarım bitince hükümdar, altıncı konuşmamızda notlarını gözden geçirdi; birçok şeyi iyi anlayamadığını, birçok soruları, itirazları olduğunu söyledi. Genç soylularımızın ruh ve bedenlerinin eğitimi için ne gibi yöntemlere başvurulduğunu, yaşamlarının ilk çağını, o bir şey öğrenebilecekleri çağı, nasıl geçirdiklerini sordu. Soylu bir soyun kökü kuruyunca lordlar meclisine nasıl üye bulunuyordu? Kendilerine lordluk verilen kimselerde ne gibi yetkiler aranıyordu? Hükümdarın huyu, saray hanımlarından birine ya da başbakana verilen bir miktar para ya da halk çıkarlarına karşıt bir partiyi güçlendirme isteği, bir kimseye lordluk verilmesini etkiliyor muydu? Bu lordlar, yurttaşlarının mülkiyetleri üzerinde son kararı verebilmek için ülke yasalarını ne dereceye kadar biliyorlardı ve bu bilgiyi nasıl elde etmişlerdi? Bunlar açgözlülük, yanlılık ve gereksinimden o kadar uzak mıydılar ki rüşvet ya da daha başka kötü şeylerin etkisi altında kalmıyorlardı? O sözünü ettiğim saygın lordlara gelince, bunlar, o rütbeye, din bilgileri ve yaşamlarının kutsallığıyla mı yükselmişlerdi? Bir soylunun buyruğunda köle gibi rahiplik ettikten sonra meclise kabul edildikleri zaman, yine kölece o soyluların düşünce ve kanılarını tutuyorlar mıydı? Kral, Avam Kamarası dediğim meclisin üyeleri seçilirken ne gibi yollara başvurulduğunu öğrenmek istedi. Kesesi dolu olan bir yabancı, bilgisiz seçmenleri etkileyip efendilerinin ya da çevredeki yüksek bir kişinin yerine kendini seçtiremez miydi? Nasıl oluyordu da, bu meclise girmek, söylediğim gibi birçok emek ve harcamaya mal olduğu, çok defa da ailelerinin parasız pulsuz kalması sonucunu verdiği halde, birçok kimse, para ya da aylık gibi bir karşılık beklemeden (5) üye olmaya can atıyorlardı? Hükümdara göre, böyle bir durum, erdemin ve halka hizmet anlayışının abartılmış bir biçimiydi; içten olabileceğinden şüphe edilebilirdi. Bundan ötürü, bu çalışkan ve yurtsever efendilerin, halk çıkarlarını, bir hükümdarın ahlakı bozuk bakanlarıyla birlikte kurmuş olduğu planlara feda ederek, harcadıkları paraları, katlandıkları sıkıntıları karşılayıp karşılamadıklarını öğrenmek istedi. Daha birçok soru sordu; bu sorunun her noktası üzerinde istediği herşeyi öğrendi; bir sürü incelemede bulundu; bazı şeylere karşı çıktı. Bunları burada yinelemek ne sakınmalı, ne de uygun olur sanıyorum. Mahkemelerimiz üzerine söylediklerime gelince, kral hazretleri birçok konuda doyurulmak istedi. Bunu, kolayca başarabilirdim; çünkü, bir zamanlar, hukuk mahkemesinde uzun bir davam görülmüş; mahkeme bana karşı karar vererek bütün giderleri de üzerime yüklemişti: hemen hemen bütün malımı mülkümü yitirmiştim. Kral, hangi yanın haklı, hangi yanın haksız olduğunu bulmak için ne kadar vakit ve para harcandığını sordu. Avukatlar, eğriliği, sıkıntı çektirmek, kötülük etmek için açılmış oldukları açıktan açığa bilinen davaları savunmakta özgür müydüler? Dinsel ve siyasal toplulukların adalet terazisinde ağır bastıkları görülüyor muydu? Bu avukatlar, haklılık bilgisi temellerine göre mi eğitilmişlerdi; yoksa bütün bildikleri yerel ya da ulusal görenekler miydi? Avukatlarla yargıçların, istedikleri gibi yorumladıkları yasaların hazırlanmasında katkıları olmuş muydu? Avukatlar, başka başka zamanlarda aynı davaya hem karşı, hem de ondan yana söz söylemişler, ve birbirine karşıt düşünceleri kanıtlamak için örnek göstermişler miydi? Zengin mi, yoksa yoksul muydular? Davaları savunmak ya da düşüncelerini söylemekle ellerine para geçiyor muydu? Ve hele, bu avukatlar, Avam Kamarası'na üye olarak hiç kabul edilmişler miydi? Kral, sonra, maliyemizin yönetimine geçti; ve burada belleğimin yanılmış olduğunu sandığını söyledi. Çünkü, vergilerimizin yılda beş, altı milyon getirdiğini hesaplamış bu gelirin nasıl harcandığını anlatmıştım; Kral da, harcamaların geliri iki kat aştığını görmüştü; bu yolda nasıl davrandığımızı öğrenmekle yararlanabileceğini umduğundan, not almaya özellikle dikkat etmişti; hesabında yanılmış olmasına da olanak veremiyordu. Söylediğim doğruysa, bir devletin nasıl olup da, sıradan bir insan gibi, gelirinden fazlasını harcadığına bir türlü akıl erdiremiyordu. Bize borç verenlerin kimler olduğunu; bu borçları ödemek için nereden para bulacağımızı sordu. Bu kadar çok gidere neden olan, bu kadar geniş ölçüde savaşlara giriştiğimizi duymakla şaşkınlıklar içinde kaldı: herhalde kavgacı bir ulustuk; çok kötü komşular arasında yaşıyorduk; komutanlarımız da, herhalde krallarımızdan kat kat daha zengindi. Ticaret ya da anlaşma yapmak, ya da kıyılarımızı donanmamızla korumak gibi nedenlerden başka, adalarımızın dışında ne işimiz olabilirdi? Hele barış ve dinginlik içindeyken, özgür bir ulus içinde, parayla sürekli bir ordu beslediğimizi söyleyince kral şaştı, kaldı. Seçtiğimiz kimseler kendi isteğimizle bizi yönettikçe, kimden korktuğumuzu, kiminle dövüşeceğimizi bir türlü anlayamadığını söyledi. Kral, yurdumun nüfusunu çeşitli dinsel ve siyasal topluluklardaki kişileri sayarak hesaplamamı, garip bir aritmetik diye adlandırmak lütfunda bulunarak güldü. Halkın zararına olacak düşünceler besleyen kimselerin bu düşünceleri değiştirmeye niçin zorlanacaklarını ve bunları gizlemeye niçin zorlanamayacaklarını anlayamadığını söyledi; bir hükümetin, bu gibi düşüncelerin değiştirilmesini istemesi baskı olacağı gibi, böyle düşüncelerin gizlenmesini sağlayamaması da zayıflığının belirtisi olur; bir kimsenin dolabında zehir saklamasına izin verilebilir, fakat bu zehiri yararlı bir ilaç olarak ötede beride satmasına izin verilmemelidir. Kral, soylularımızın ve yüksek tabakadan kimselerin eğlencelerinden söz ederken kumar sözünü ettiğime işaret etti. Böyle bir eğlenceye kaç yaşında başlandığını; ne zaman bırakıldığını; oynayanların ne kadar vaktini aldığını öğrenmek istedi; bu oyunların soyluların servetlerine zararı dokunacak kadar yüksek olup olmadığını sordu. Bayağı, düşkün kimseler, oyundaki ustalıklarıyla, büyük zenginlikler elde ediyorlar mıydı? Sonra da, soylularımızı köle gibi kullanıyor; onları düşünce ve ruhlarının eğitiminden alıkoyuyor; birtakım alçak ve ahlaksız arkadaşlarla düşüp kalkmaya alıştırıyor; yitirdikleri para yüzünden bu onursuz ustalığı öğrenip başkalarının üzerinde denemeye sürüklüyorlar mıydı?

Konu AnGeL tarafından (30.10.08 Saat 19:50 ) değiştirilmiştir..
AnGeL isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla