Konu
:
GULLIVER CÜCELER ÜLKESİNDE- Lilliput'a Yolculuk
Tekil Mesaj gösterimi
30.10.08, 19:37
#
5
(
permalink
)
Kullanıcı Profili
AnGeL
Delta Üye
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Aug 2008
Nerden: Konya
Mesajlar: 833
Konular: 724
Puan Grafiği
Rep Puanı:1364
Rep Gücü:0
RD:
Teşekkür
Ettiği Teşekkür: 16
29 Mesajına 34 Kere Teşekkür Edlidi
:
VI Lilliputluların bilgileri, yasaları, görenekleri, çocuklarını eğitme yöntemleri. Yazarın bu ülkede nasıl yaşadığı. Soylu bir bayanın onurunu kurtarması. Lilliput'u betimlemeyi, bu ülke hakkında yazacağım bir yapıta bırakmak niyetindeysem de, şimdilik genel bir görüş edinmelerini sağlayarak meraklı okuyucularımı hoşnut etmek istiyorum. Halkın boyu ortalama altı parmaktan aşağı olduğu gibi, bütün hayvanlar, bitkiler ve ağaçların büyüklükleri de aynı orandadır. Örneğin, en büyük at ve öküzlerin boyları dört beş parmak arasındadır; koyunların boyu aşağı yukarı bir buçuk parmaktır; kazlarsa birer serçe kadardır. İşte böylece, derece derece aşağı inerek, en küçük hayvanlarına gelirsiniz; bunları gözle görebilmek benim için hemen hemen olanaksızdı; ama doğa Lilliputluların gözlerini kendilerine özgü olan her şeyi görebilecek bir duruma getirmiş; görüşlerinde büyük bir sağlık var; fakat, uzakları pek göremiyorlar; yakınlarında olan eşyaları görmekte gözleri pek keskindir; bir ahçının sinek kadar bir çayır kuşunu yolduğunu; bir genç kızın göze görünmez bir iğne iplikle dikiş diktiğini gördüm. En büyük ağaçları, yani tepelerine ancak kolumu uzatarak yetişebildiğim kral parkındaki ağaçlar, yedi ayak yüksekliktedir; öteki bitkiler de aynı ölçüde olduğundan büyüklüklerini okuyucularım kolayca gözlerinin önüne getirebilirler. Lilliputluların bilgileri üzerine şimdilik fazla bir şey söylemeyeceğim; yalnızca, değişik bilimlerin, yıllar boyunca, büyük gelişmeler gösterdiğini belirteceğim. Fakat, yazma biçimleri çok garip! Ne Avrupalılar gibi soldan sağa, ne Araplar gibi sağdan sola, ne Çinliler gibi yukardan aşağı, ne de Cascagialılar gibi aşağıdan yukarı; tıpkı İngiltere'deki bayanların yazıları gibi, kâğıdın üst köşesinden alt köşesine doğru eğri büğrü bir şeyler. Lilliputlular ölülerini baş aşağı gömüyorlar. İnançlarına göre, on bir bin ay sonra ölüler dirilecekmiş; o zaman, düz sandıkları dünyanın altı üstüne gelecek, baş aşağı gömülenler de dirilince, kendilerini ayak üstünde bulacaklarmış. Okumuşlar, bu inancın saçma olduğunu itiraf ediyorlar ama, okumamışlara uyularak bu yöntemden bir türlü vazgeçilemiyor. Lilliput'ta birtakım garip yasa ve görenekler de var; bunlar, benim sevgili ülkemdekilere o kadar aykırı ki, onlardan yana uzun uzun söz söylemeye pek isteğim yok; ama, yasaların, ülkemde de, burada olduğu gibi uygulanmalarını dilememek elden gelmiyor. Önce, ötekinin berikinin suçlarını haber verenlerden söz edeceğim. Devlete karşı işlenen her suç büyük bir şiddetle cezalandırılıyor; fakat sanık suçsuz olduğunu mahkemede açıkça kanıtlarsa, ona suç yüklemiş olan kimse hemen en yürekler acısı bir biçimde öldürülüyor; malı mülkü varsa, suçsuz olan adama bundan bol bol verilerek, yitirdiği zaman, geçirdiği tehlike, tutukluluktan ötürü çektiği sıkıntı ve savunması için harcadığı para karşılanmış oluyor. Suçu yükleyen adamın malı mülkü yoksa, zararı İmparator Hazretlerinin hazinesinden karşılanıyor. İmparator suçsuz adama yakınlık duygusunu ve lütfunu gösteren bir de nişan veriyor; suçsuzluğunu bütün kentte ilan ettiriyor. Lilliputlular dolandırıcılığı hırsızlıktan daha büyük bir suç sayıyor, çoğunlukla ölümle cezalandırıyorlar. Şöyle düşünüyorlar: dikkat, uyanıklık, biraz da zekâ, bir adamın malını mülkünü hırsızlardan korumaya yeterlidir; fakat doğruluk, düzenciliğe karşı kendini hiçbir zaman koruyamaz. İnsanlar arasında sürekli bir biçimde alışveriş ve krediyle işlem yapılması gerekli olduğundan, düzmeceliğe izin edilir, göz yumulursa veya düzmeceliği cezalandırmak için hiçbir yasa konmazsa, namuslu tüccar büyük zararlara uğrar, düzmeceliği yapanlar da bundan yararlanır. Hiç unutmam, bir gün, İmparator Hazretlerinden, efendisine havaleyle gelen büyük bir parayı çalıp kaçan bir suçlunun bağışlanmasını dilemek istemiştim; suçu hafifletmek için, İmparator Hazretlerine, bunun güveni bozmaktan başka bir şey olmadığını söyleyince, hükümdar, suçu büsbütün ağırlaştıran bir şeyi savunma olarak ileri sürmemi son derece saçma buldu. Ben de, her ulusun kendine özgü görenekleri vardır, diye basmakalıp bir yanıt vermekten başka bir şey söyleyemedim: fena halde utanmıştım. Her hükümetin, işini, ödül ve cezaya dayanarak yürütebildiğini hepimiz genellikle kabul ederiz; fakat, bu kuralın Lilliput'tan başka hiçbir ülkede uygulandığını görmedim. Burada, bir kimse, yetmiş üç ay, ülkenin yasalarından hiçbir biçimde dışarı çıkmadığını kanıtlayabilirse, durumuna ve davranışlarına göre birtakım ayrıcalıklar elde etmeye ve salt bu iş için ayrılan paradan bir miktar almaya hak kazanır; aynı zamanda adına eklenen Snilpall, yani ''yasal'' sanını da alır, ama bu san oğullarına geçmez. Ben, yasalarımızı hiç ödül sözü etmeden, yalnızca cezayla korkutarak uyguladığımızı söyleyince, bunu, yönetimimizin çok büyük bir eksikliği saydılar. Bunun içindir ki, Lilliput mahkemelerinde adalet şöyle simgelenmektedir: adaletin ikisi önde, ikisi arkada, birer tanesi de yanlarda olmak üzere altı gözü var: bu, gözlerinden hiçbir şeyin kaçmayacağını göstermek içindir; sağ elinde, içi altın dolu, ağzı açık bir torba, sol elindeyse, kını içinde bir kılıç var: bu da, cezalandırmaktan ziyade ödüllendirmek istediğini göstermek içindir. Lilliputlular, hangi görev için olursa olsun, iş verecekleri adamlarda büyük yetenekten ziyade ahlak arıyorlar. Şöyle düşünüyorlar: insanlığın yönetilmeye gereksinimi vardır; her insan zekâsı da şu veya bu göreve uygundur; Tanrı, ülke işleri yönetiminin, ancak yüksek deha sahibi birkaç kişinin çözebileceği bir bilmece olmasını hiçbir zaman istememiştir; çünkü bir çağda, böyle dehalardan ancak iki üç tane bulunabilir. Fakat, doğruluk, adalet, ölçü ve bunlara benzer daha başka erdemlere erişmek herkesin elindedir; herhangi bir kimsede bu erdemlerle birlikte deneyim ve iyi niyet bulunursa, o, ülkesine hizmet etmeye elverişlidir (özel eğitim isteyen görevler doğal olarak bunun dışındadır). Aklın yüksek nitelikleri, ahlak erdemlerinin yokluğunu hiçbir zaman gideremeyeceğinden, yüksek yetenekli fakat düşkün kimselerin tehlikeli ellerine hiçbir iş bırakılamaz; çünkü bilgisiz fakat erdemli bir kimsenin düşeceği yanlışların, çoğunluğun çıkarı üzerinde, eğilimleri kendisini kötüye sürükleyen, bunu semerelendirmek, artırmak ve savunmak için büyük yetenekleri olan bir kimsenin yapabileceği şeyler kadar korkunç etkileri olamaz. Tanrı'ya inanmayanlara da iş verilmiyor; çünkü, hükümdarlar Tanrı'nın vekili olduklarını kabul ettiklerinden, Lilliputlular, bir hükümdarın, buyruğu altında olduğu bir gücü tanımayanlara iş vermesini çok saçma buluyorlar. Yalnız şunun iyi anlaşılmasını isterim ki; bu söz ettiğim, aşağıda da söz edeceğim yasalar, Lilliput yasalarının ana biçimleridir; yoksa insanın o bozuk yaratılışının yöneltişiyle Liliputlularda görülen ahlak düşkünlüklerini vurgulamak istemiyorum. İpler üzerinde cambazlık ederek yüksek görevler elde etmek, değneklerin üstünden atlayarak veya altında sürünerek övgü ve saygınlık nişanları elde etmek gibi bayağı görenekleri, ülkeye, şimdiki İmparatorun dedesi sokmuş ve bu görenekler, particiliğin gitgide şiddetlenmesiyle bugünkü durumunu almış. Kitaplarda okuduğumuza göre bazı ülkelerde olduğu gibi, burada da, iyilik bilmezlik, ölümle cezalandırılan bir suçtur. Lilliputlularca, bir kimse, kendine iyilik eden birisine kötülük ederse, kendisine hiç iyilik etmemiş olan insanlara kesinlikle kötülük edecektir: böyle bir adam yaşamaya layık değildir. Lilliput'ta her kentte herkese açık eğitim evleri vardır; ve köylülerle rençberlerden başka, her ana baba, erkek kız bütün çocuklarını, yaşları yirmi ay olunca, yani söz dinleyecek bir çağa gelince, yetiştirilmek üzere bu evlere göndermek zorundadırlar. Bu okullar, çocukların toplumsal durumlarına, erkek ve kız oluşlarına göre birkaç türlüdür. Çocukları, yetenek ve eğilimlerine ve babalarının konumuna uyacak bir biçimde yaşama hazırlamak için uzman öğretmenler vardır. Önce erkek, sonra da kız okullarından söz edeceğim. Soylu ve yüksek doğuşlu erkek çocukların okullarında, ciddi, bilgin öğretmenlerle bunların yardımcıları bulunur. Çocukların giyecek ve yiyecekleri basit ve yalındır; gördükleri eğitim, onur, adalet, gözüpeklik, alçak gönüllülük, acıma duygusu, din ve yurt sevgisi temellerine dayanır. Pek kısa olan yemek ve uyku zamanlarıyla, beden idmanlarına ayrılan iki saatlik soluk alma arasından başka, çocuklar hep bir işle uğraşırlar. Dört yaşına gelinceye kadar giysilerini erkek hizmetçiler giydirip çıkarırsa da, ne kadar yüksek ailelerden olurlarsa olsunlar, dört yaşından sonra kendi kendilerine giyinmek zorundadırlar. Bizdeki elli yaşında kadınlar kadar yaşlı kadın hizmetçiler ancak en küçük hizmetleri görürler. Çocuklar, hizmetçilerle hiçbir biçimde konuşmazlar; soluk alma aralarına küçük veya büyük kümeler halinde, öğretmenleri veya yardımcısıyla birlikte çıkarlar; ve böylece bizim çocuklarımızın daha genç yaşlarında uğradıkları çılgınlık ve ahlaksızlığın kötü etkilerinden kurtulmuş olurlar. Ana babalar, çocuklarını, birer saat olmak üzere, yılda ancak iki kez görebilirler; çocuklarını gördükleri vakit onlardan ayrılırken bir kez öpmelerine izin verilir. Bu ziyaretlerde kesinlikle bir öğretmen bulunur: bu öğretmen, ana babaların çocuklarıyla gizli gizli konuşmalarına, şımartıcı sözler söylemelerine, oyuncak, şeker gibi armağanlar getirmelerine izin vermez. Bir aile, çocuğunun eğitimi için gereken parayı vermezse, bu para, İmparator Hazretlerinin görevlilerince ödetilir. Sıradan insanların, tüccar, satıcı ve ustaların çocukları da aynı biçimde yetiştirilir; bu çocuklar yalnızca bir sanat öğrenir ve on bir yaşlarına gelince, başkalarının yanında çıraklık etmeye başlarlar. Oysa, yüksek aile çocukları öğrenimlerini, bizde yirmi bir yaş demek olan, on beş yaşlarına kadar sürdürürler; fakat son üç yıl içinde gittikçe daha özgür bırakılırlar. Kız okullarında, yüksek aile kızlarının gördüğü eğitim erkeklerinki gibidir; yalnızca bunları, kesinlikle bir öğretmenin gözetiminde, kadın hizmetçiler giydirir; beş yaşına gelince, kendi kendilerine giyinmeye başlamak zorundadırlar. Kadın hizmetçilerin, kızlara korkunç ve saçma sapan masallar söyledikleri ve bizim ülkede oda hizmetçilerinin yaptığı gibi, birtakım delilikler ettikleri duyulacak olursa, bunlar, kentte herkesin önünde üç kez dövülür; bir yıl hapsedilir; ve ömürlerinin sonuna kadar kalmak üzere ülkenin en ıssız bir bucağına sürülürler. Böylece, Lilliput'taki genç kızlar korkak olmaktan, budalalığa düşmekten erkekler kadar utanırlar; edep ve temizlikten başka her türlü süsten nefret ederler. Cinsiyetlerinin farklı olmasına karşın eğitim biçimlerinin erkeklerinkinden pek farklı olmadığını da gördüm; yalnızca idmanları erkeklerinki kadar sert değil; ayrıca, ev işleriyle ilgili dersler de görüyorlar; edindikleri bilgi de erkeklerinki kadar değil; çünkü, Lilliputluların kabul ettiği bir kurala göre, kadınlar her zaman genç kalmayacaklarından, yüksek aileden bir kadın kocasına akıl ve zarafetiyle hoş görünen bir arkadaş olmalıdır. Kızlar, Lilliput'ta evlenme çağı olan on iki yaşına gelince, ana babaları veya vasileri onları, çoğunlukla arkadaşlarının göz yaşları arasında okuldan alıp eve götürürler; öğretmenlerine teşekkürlerini bildiren sözler söylerler. Daha aşağı tabakadan kızların okullarında, çocuklar, cinsiyet ve durumlarına göre her türlü konuda ders görmektedirler; işçilik edecekler dokuz yaşında okulu bırakıp, başkalarının yanında çıraklık etmeye giderler; ötekiler on üç yaşına kadar okurlar. Bu okullarda çocukları olan aşağı tabakadan aileler, gayet az olan yıllık okul ücretinden başka aylık gelirlerinin küçük bir parçasını çocuklarının payı olarak okul müdürüne vermek zorundadırlar: böylece, ana ve babanın harcamaları yasayla sınırlanmış olur; çünkü, Lilliputlulara göre, dünyaya çocuk getiren kimselerin, bunların bakımını halkın sırtına yüklemesinden daha haksız bir şey olamaz. Yüksek tabakadan kimselere gelince, bunlar da, gelir durumlarına göre, her çocuk için belli bir para ayıracakları konusunda güvence vermektedirler: bu paralar her zaman büyük bir tutumluluk ve tam bir doğrulukla kullanılır. Köylülerle toprak işçileri, çocuklarını okula göndermezler. Bunların görevi toprağı sürmek ve işlemek olduğundan, öğrenim ve eğitimlerinin halkça büyük bir önemi yoktur: fakat bunlardan yaşlı ve hastalıklı olanlar hastanelerde bakılır; çünkü, dilencilik bu ülkede bilinmeyen bir sanattır. Hizmetçilerim üzerine biraz bilgi vermek ve dokuz ay on üç günümü geçirdiğim bu ülkede nasıl yaşadığımı kısaca anlatmak, meraklı okuyucularımı eğlendirir umuduyla burada biraz durmak istiyorum. Elimden doğramacılık gibi işler geldiğinden, gereksinimlerimi de karşılamak zorunda olduğumdan, krallık parkının en büyük ağaçlarından kendime uygun bir masayla bir iskemle yapmıştım. İki yüz kadar terzi, en kaba, en sağlam kumaşlardan bana gömlek, masama örtü, yatağıma da çarşaf yapmışlardı; fakat kumaşları birkaç kat olarak dikmek zorunda kalmışlardı; çünkü en kalın bezleri bile keten bezlerinden birkaç kat daha inceydi. Kumaşları çoğunlukla üç parmak eninde, üç ayaklık parçalardı. Terzi kadınların ölçümü alabilmeleri için yere uzandım. Bunlardan biri boynumun, bir ikincisi dizimin yanında durdu; uçlarından tuttukları bir ipi çekip gerdiler; bir üçüncü terzi kadın da, bir parmak boyunda bir cetvelle ipin uzunluğunu ölçtü; başparmağımın kalınlığını da aldıktan sonra başka bir yerimi ölçmediler; çünkü hesaplarına göre, başparmağımın kalınlığının iki katı bileğimin; bileğimin kalınlığının iki katı, boynumun; boynumun kalınlığının iki katı da, belimin çevresini gösterirmiş. Örnek olarak yere serdiğim eski gömleğimden de yararlanarak, tam bedenime göre bir gömlek yaptılar. Üç yüz terzi de bana giysi dikmekle görevlendirilmişti. Fakat bunlar, ölçümü almak için başka bir çare bulmuşlardı: dizlerimin üstüne çöktüm; boynuma bir merdiven dayadılar; terzilerden biri merdivene çıkarak, yakamdan yere doğru bir çekül sarkıttı; bu çekülün uzunluğu, ceketimin boyunu verecekti; belimi kollarımı ben kendim ölçtüm. giysilerimin dikilmesi bitince (giysilerimi en geniş evleri bile almayacağından benim evde dikmişlerdi) İngiltere'deki bayanların yaptıkları yamalara benzediğini gördüm: yalnızca, renkleri başka başka değildi. Yemeklerimi pişirmek için üç yüz aşçım vardı: bunlar evimin yanında, rahat kulübelerde, aileleriyle birlikte oturuyorlar, bana her öğün için iki kap yemek hazırlıyorlardı. Yirmi kadar hizmetçiyi elimle kaldırıyor, masamın üstüne koyuyordum; yüz kadar hizmetçi de, ellerinde yemek kapları, omuzlarına asılı şarap ve daha başka içki fıçılarıyla yerde duruyorlardı. Masanın üzerindeki hizmetçiler, tıpkı Avrupa'da kuyudan kovayla su çektiğimiz gibi, bu yemek ve içkileri, ben istedikçe, büyük bir ustalıkla yukarı çekiyorlardı. Bir kap yemek bir lokma, bir fıçı içki de bir yudum kadar bir şeydi; koyunları bizimkiler ayarında değilse de, sığırları çok lezzetliydi; bir gün o kadar büyük bir filetoyla karşılaştım ki, ancak üç lokmada yiyebildim; ama böyle şeyler seyrek oluyor. Hizmetçilerim, İngiltere'de çayırkuşu butlarını yediğimiz gibi, kemikleri de yediğimi görünce şaşkınlıktan şaşkınlığa düşüyorlardı. Kaz ve hindilerini bir lokmada yutuveriyordum; bunların bizimkilerden çok daha lezzetli olduğunu söylemeliyim. Daha küçük kuşlarının yirmi otuzunu bir hamlede çatalımla alabiliyordum. Nasıl yaşadığımı duymuş olan İmparator Hazretleri, bir gün, sayın eşleri ve kral kanından olan prens ve prenseslerle birlikte gelip benimle yemek yemek mutluluğunu (İmparator Hazretleri lütfen bu sözcüğü kullanmışlardı) kendilerinden esirgemememi istedi; geldiler; hepsini tam karşıma, masamın üstündeki koltuklara yerleştirdim; korumanlarını da yanlarına koydum. Hazine bakanı Flimnap da elinde beyaz asasıyla oradaydı; ekşi bir yüzle beni süzdüğünü fark ettim, ama aldırmaz görünerek, sevgili yurdumun onurunu korumak ve bütün sarayı şaşkınlıklara düşürmek için her zamankinden çok yedim. İmparator Hazretlerinin bu ziyaretinin, Flimnap'a, bana karşı konuşmak için fırsat verdiğini gizliden gizliye duydum. Bu bakan bana, huysuz yaratılışına hiç uymayacak biçimde güler yüzlü davrandığı halde, gizli bir düşmanımdı. İmparator Hazretlerine hazinenin bozuk durumundan söz etmiş; büyük indirimlerle borçlanmak zorunda kaldığını; hazine tahvillerinin ancak yüzde dokuz kırılarak satılabildiğini; İmparator Hazretlerine bir buçuk milyon sprug'a (sprug, bunların en büyük altın parasıdır, bir pul kadardır ) mal olduğumu; özetle, beni başından savmak için ilk fırsatı kollamasının çok yerinde olacağını söylemişti. Burada, hiç suçu olmadığı halde, başı derde giren çok değerli bir bayanın onur ve namusunu kurtarmak zorundayım. Hazine bakanı, birtakım kötü kimselerin kötü sözlerine inanarak tuttu, karısını kıskanmaya başladı. Bunlar, sayın eşinin bana şiddetle tutulduğunu söylemişlerdi; hatta bir kez de gizlice evime geldiği dedikodusu sarayda bir süre dolaştı, durdu. Bunun, aslı olmayan iğrenç bir yalan olduğunu; ve sayın bayanın bana, kendisine hiç zarar getirmeyen serbestlik ve dostlukla davranmaktan daha ileri gitmediğini resmen açıklıyorum. Evime birkaç kez geldi, ama bu ziyaretleri hiçbir zaman gizli olmamıştır; arabasında her zaman üç kişi bulunurdu; ve bunlar çoğunlukla kızkardeşi, kızı ve yakın bir dostuydu; hem sonra, saraydan, daha başka bayanlar da beni ziyarete gelirdi. Hizmetçilerim de söylesinler: evime hiçbir araba gelmiş midir ki, içinde kimin olduğunu bilmemiş olsunlar! Ziyaretçi geldiğini, hizmetçilerimden biri haber verince, hemen kapıya gider, saygılarımı sunar, arabayı ve iki beygiri (altı beygir olunca, sürücü dördünü kesinlikle çözerdi) dikkatle elime alır ve masamın üstüne koyardım. Her türlü kazayı önlemek için masama, beş parmak yüksekliğinde, takılır çıkarılır bir kenar yapmıştım; masamın üstünde, çok kez, atlarıyla birlikte, içleri dolu dört araba bulunmuştu; ben de iskemlemde oturur, yüzümü onlara doğru eğerdim; ben böylece bir kümeyle ilgilenirken, arabacılar öteki arabaları masamın çevresinde yavaş yavaş dolaştırırlardı. Birçok öğleden sonralarımı, işte böyle hoş söyleşilerle geçirirdim. Hazine bakanını ve o iki laf taşıyıcıyı (adlarını söyleyeceğim, başlarının çaresine baksınlar!) Clustriy'le Drunlo'yu davet ediyorum: beni, Genel Yazman Reldresal'dan başka, gizli olarak ziyarete kim gelmiş, kanıtlasınlar bakalım... Reldresal da, zaten, önce de söylediğim gibi, İmparator Hazretlerinin özel buyruğuyla gelmişti. Benimki neyse ama, çok saydığım bir bayanın namus ve onuruyla ilgili olmasaydı, bu sorunun üzerinde böyle uzun uzadıya durmazdım; hem sonra, şunu da söyleyeyim ki, ben, Nardac olmak onurunu kazanmıştım; Hazine bakanı ise, herkesin de bildiği gibi, bir derece aşağı olan Clumglum'dan başka bir şey değildi; yani aramızda marki ile dük arasındaki fark vardı; fakat, bakan olduğundan, protokolda benim önümde geldiğini de itiraf etmeliyim. Burada söz etmeyi uygun bulmadığım bir olayla sonradan öğrendiğim bu kuru iftiralardan ötürü, Hazine bakanı Flimnap, karısına bir süre çok soğuk, bana ise daha da soğuk davranmıştı; fakat sonunda gerçeği öğrenip karısıyla barıştığı halde, ben, gözünde bütün saygınlığımı yitirmiştim; hatta, bu çok sevdiği bakanının fazla etkisi altında kalan İmparatorun bile, benimle artık pek öyle fazla ilgilenmediğini gördüm. VII Devlete karşı hıyanetle suçlandığını öğrenen yazar Blefuscu'ya kaçıyor. Orada gördüğü kabul. Lilliput'tan nasıl ayrıldığımı anlatmadan önce, okuyucularıma, bana karşı iki aydır kurulmakta olan gizli bir düzenden söz etmeyi uygun buluyorum. Doğuşum elverişli olmadığından, şimdiye kadar saray yaşamına uzak kalmıştım. Büyük hükümdarların ve bakanların huy ve yaratılışları üzerine birçok şey okumuş ve işitmiştim; ama bunların korkunç etkilerinin böyle uzak bir ülkeye kadar yayılabileceğini hiç düşünmemiş; Lilliput'un, Avrupa ülkelerinden büsbütün başka kurallara göre yönetildiğini sanmıştım. Blefuscu İmparatoru'nun yanına gitmeye hazırlandığım sırada, sarayda yüksek konumda olanlardan biri, bir gece, evime, kapalı bir tahtıravanla gizlice geldi; ve adını vermeden, kabul edilmesini rica etti. Bu adama, İmparator Hazretlerinin gözünden düştüğü sırada, büyük hizmetlerim dokunmuştu. Uşaklarını savdıktan sonra tahtıravanını, içinde Lord cenaplarıyla birlikte, ceketimin cebine koydum; güvendiğim bir hizmetçiye, beni arayan olursa, biraz rahatsız olup yattığımı söylemesi buyruğunu vererek, evimin kapısını kilitledim; tahtıravanı, her zaman yaptığım gibi, masanın üstüne koydum; ben de yanında oturdum. Selamlaşıp birbirimizin hatırını sorduktan sonra, Lord cenaplarının pek düşünceli olduğunu görerek nedenini sordum. Onurumu ve yaşamımı çok yakından ilgilendiren bir sorun üzerinde konuşacağını, kendisini sabırla dinlememi rica etti; şunları söyledi: (Lord cenapları gider gitmez, söylediklerini not etmiştim.) - Şunu bilmelisiniz ki, son zamanlarda, sizinle ilgili bir sorun için, gizliden gizliye birçok kurul toplandı; ve İmparator Hazretleri ancak iki gün önce tam bir karara varabildi. Siz de farkına varmışsınızdır: Skyresh Bolgolam (Galbet, yani Büyük Amiral ) ülkemize ayak bastığınızdan beri sizin korkunç düşmanınız kesildi. Bu düşmanlığın neden doğduğunu bilmiyorum ama, Blefuscu'ya karşı kazandığınız büyük başarıdan sonra, amirallik şanına halel geldiğinden size olan nefreti büsbütün arttı. Bu Amiral, karısından ötürü size düşmanlığıyla tanınmış Hazine bakanı Flimnap, General Limtoc, Başmabeyinci Lalcon, Başyargıç Balmuff'la işbirliği yaparak, sizi, hıyanet ve daha başka cinayetlerle suçlayan birtakım maddeler hazırladı. Konuğumun bu başlangıcı bende öyle bir heyecan uyandırdı ki, yararlıklarımı ve suçsuz olduğumu bildiğimden, hemen sözünü kesecektim; fakat konuğum, bir şey söylemememi rica etti, ve sözünü şöyle sürdürdü: - Bana ettiğiniz iyiliklerden ötürü size gönül borcum olduğundan, bu kurullarda olup bitenleri öğrendim ve maddelerin bir kopyasını elde ettim; size hizmet etmek isteyerek ben de başımı tehlikeye koymuş oluyorum.
AnGeL
Açık Profil bilgileri
AnGeL - Özel Mesaj gönder
AnGeL´nin Web Sitesini ziyaret edin
AnGeL - Daha fazla Mesajını bul