Kuva-yı Milliye
Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasıyla İstanbul Hükûmeti ve buna bağlı olarak ordu İtilaf Devletleri'nin kontrolüne girmiş, devlet müesseseleri vazifelerini yerine getiremez duruma gelmişti. Türk milleti uğradığı haksızlıkların önüne geçilmesi hususunda resmî makamlara yapmış olduğu müracaat sonuç vermeyince vazifenin kendine düştüğünü kabullenip, işgal gören bölgelerde düşmana karşı harekete geçti. İşte bu direniş hareketini başlatanlara Kuva-yı Milliye(Millî Kuvvetler) adı verilmiştir.
Mili Mücadele tarihimizde "Kuva-yı Milliye" deyiminin biri dar, diğeri geniş olmak üzere iki ayrı manası vardır. Bunlardan ilki "Milis" teşkilâtı adıyla da anılan millî kuvvetleri, yani silâhlı mukavemet teşkilatını anlatmaktadır. Diğeri ise Millî Mücadele'yi bütünüyle içine alan daha geniş bir anlamı ifade eder. Bu geniş mana içerisinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Kongreler, İlk Büyük Millet Meclisi , Misak-ı Millî gibi dönemin temel gelişmeleri yer almaktadır.
Yakın tarihimizde Kuva-yı Milliye dönemi İzmir'in işgali ile I.İnönü Muharebesi arasında geçen yaklaşık bir buçuk yıllık (Mayıs 1919-Aralık 1920) dönemi ihtiva eder. Bu zaman zarfında fiilen yabancı işgaline karşı koyan Kuva-yı Milliye hareketi Osmanlı Devleti'ne bağlı bir kuvvet hüviyetinde değildir. Mevcut hükûmetten ayrı fakat Türk milletine dayanan ve onun adına faaliyet gösteren, dolayısıyla yalnız Anadolu Türk halkının bünyesinden çıkmış bir direniş hareketidir. Kuva-yı Milliye'nin ortaya çıkışı bir siyasî parti hüviyetinde de olmamış, taraftarlarını memnun edecek mevkileri ve memuriyetleri de vaat etmemiştir. Buna rağmen az zamanda ülke genelinde samimî bir Türk birliği meydana getirmiş olmasını ancak halkın "hâlet-i ruhiyyesi", geçirdiği sıkıntılar ve istiklâlini müdafaa hususundaki hassasiyeti ile izah etmek mümkündür.
Kuva-yı Milliye'nin Milli Mücadele döneminde birçok faydaları olmuştur. Sağladığı en önemli fayda, dünya kamuoyunda Türk halkının Yunan işgalini sükûnetli karşılığı kanaatinin yerleşmesini önlemek ve Milli Mücadele hareketini mazlum bir milletin istiklâl hareketi olarak göstermek olmuştur.
Mustafa Kemal Paşa "Anadolu'ya ayak bastığım zaman milleti bir istiklâl cidaline hazır ve teşne bir hâlde buldum" derken mevcut olan bu ortamın geniş bir propaganda şebekesi vasıtasıyla sağlandığı anlamına gelmediği açıktır. Anadolu Türkünün bu noktaya gelmesini sahip olduğu "cevher-i aslî"sinden çıkan tabiî ve an'anevî bir netice olarak kabul etmek en isabetli görüş olacaktır. "Kuva-yı Milliye" ruhundan anlaşılması gereken mana da bu olmalıdır." demiştir
Kuva-yı Milliye ruhu sadece Milli Mücadele döneminde ortaya çıkan bir vakıa değildir. Kaynağını Türk milletinin bilinmeyen tarihinden bu tarafa sahip olduğu ve nesilden nesile intikal etmiş olan ilk cevherinden alan yeni bir Türk ruhudur. Yahya Kemal bu anlayışı şu şekilde dile getirmektedir.:
"Anadolu'nun bu üç senelik tarihi yeni Türk ruhu olduğunu, en görmek istemeyen gözlere bile gösteriyor. Avrupalılar, Amerikalılar İstanbul'a geliyorlar. Bu hadisenin ne olduğunu bizden soruyorlar, daha yakından seçebilmek için Anadolu'ya kadar gidiyorlar. İnkârdan şüpheye, şüpheden tereddüde, tereddütten inanmaya doğru günden güne beliren bir hareket var. Bir gün gelecek ki bir Türklük , yeni bir Türk ruhu tâ karşıdan seçilecek"
Milli Mücadele dönemi aydınlarının eserleri incelendiğinde Kuva-yı Milliye ruhunun Türk milleti için yeni bir istiklâl mücadelesini ifade ettiği hususunda müşterek bir görüşün ortaya çıktığı görülür. İstiklâl mücadelesinden amaç ise; Türklerin ekseriyeti teşkil ettiği bir coğrafî alan içerisinde "Türk milletinin gerek irfanca ve gerek iktisadiyatça bilâkaydü şart her türlü haricî nüfuzlardan ve kayıtlardan azade olarak kendi vesaitiyle azami inkişafına mazhar olmasıdır. "
Millî İstiklâl davasına atılmış olan Türk milleti bu dava devam ettiği sürece, bu istiklâle inanan ve onu gerçekleştirmek için hesapsız fedakarlığı göze alan bir ruh hâleti içerisinde olmuştur. Bu esrarengiz şuur hiçbir, ilmin, hiçbir eğitimin ve hiçbir propagandanın mahsulü değil, Türk karakterinin samimî bir tezahürüdür.
Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi Kuva-yı Milliye, "Millilik" vasfının ön plânda tutulduğu, millî istiklâl ve iktisadî hürriyet mücadelesinin hareket noktasıdır. İstiklâl Savaşı'nda, millî heyecana dinî heyecanın da karıştığı, din ve milliyet fikirlerinin birbirinden ayrılmadığı şüphe götürmez bir gerçek olmakla beraber, o dönemin dinî duygularının millî bir karakter taşıdığı ve "millilik" vasfına hizmet ettiği söylenebilir.
Millî Mücadele'nin yayın organı olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesi ilk sayılarından birinde Kuva-yı Milliye'yi kamuoyuna şu şekilde anlatmaktadır:
"Kuva-yı Milliye, milletin ruhundan ve ihtiyacı beka ve istiklâlinden doğmuş bir vahdettir ki, onu hiçbir şey ihlal edemeyecektir".
Sonuç olarak Kuva-yı Milliye ruhu yüksek bir siyasî olgunluk seviyesine gelmiş bir milletin, bu siyasî kudretini en azametli ve göz kamaştırıcı bir şekilde kullanmasından başka bir şey değildir. Kuva-yı Milliye'yi ortaya çıkaran "ruh" bu hareketin başlangıç dönemi ile de sınırlı kalmamıştır. Millî Mücadele dönemi boyunca Türk halkının müşterek ve hâkim anlayışını ifade etmiş, yeni Türk devletinin kurulmasında bir manevî menbaa olmuş, yaşatılmasında milletin tarihi tekâmüllerinden kaynaklanan manevî dayanağı temsil etmiştir. Kuva-yı Milliye'nin boz kalpaklı kahramanlarının o günkü ruh hâli bugünde Türk milletinin benliğinde yaşamaktadır. Bu günkü yeni nesil, bedeli can ve kan ile ödenmiş Türk vatanının muhafazasında fevkalâde hassas olan sessiz ekseriyettir ve Millî Mücadele hareketinin Türk milleti adına gerçekleştirildiğini asla unutmamalıdır.