Bu esnâda Medineli Müslümanların ileri gelenlerinden olan Es’ad bin Zürâre Hazretleri de teberrüken Kasvâ’yı alıp kendi evine götürdü.
Hz. Eyyûb el-Ensarî, derhal gidip evini hazırladı ve gelip Efendimize, “Yâ Resûlallah! İkinize de yer hazırladım. Allah’ın bereketi ile ikiniz de yerinize buyurunuz” dedi.2
Sevgi tezahürleri arasında Resûl-i Ekrem Efendimiz de kalkıp Ebû Eyyûb el Ensarî Hazretlerinin hânesine gitti. Böylece Kâinatın Efendisini ağırlama eşsiz şerefi bu aziz Sahabîye nasib oluyordu.
Fahr-i Âlem Efendimizin, Medine’ye teşrifiyle vatanlarından ayrı düşüp de gönülleri mahzun olan Muhacirlere taze kan geldi. Ensarın yüzü ve gönlü sürûra gark oldu. Medine ise sevinçten çalkalandı ve âdeta bir bayram havasına büründü. Ashab-ı Kiramdan Bera bin Azib, o müstesna gündeki sevinç ve heyecanı şu cümlelerle anlatır:
“Resûlullah (a.s.m.) Medine’ye gelince, Medinelilerin onun gelişine sevindikleri kadar, hiç bir şeye öylesine sevindiklerini görmedim. Kadınların, çocukların, ‘İşte Resûlullah geldi. İşte Muhammed (a.s.m.) geldi’ diyerek sevinçten coştuklarını müşâhede ettim.”3
O zaman henüz bir çocuk olan Ensardan Enes bin Mâlik ise şu sözlerle o günün azamet ve parlaklığını nazara vermek ister:
“Ben, Resûlullahın (a.s.m.), Medine’ye girdiği günden daha güzel, parlak ve daha azametli hiç bir gün görmedim.”1
Mihmandar-ı Fahr-i Âlem Hz. Eyyûb el-Ensarî Hazretleri der ki:
“Resûlullah, evime şeref verdiği zaman, alt kata inmişti. Ben ve zevcem Ümmü Eyyûb ise yukarı katta bulunuyorduk. ‘Anam, babam, sana fedâ olsun, yâ Resûlallah! Ben, benim yukarıda olmamı, senin ise alt katta bulunmanı hoş görmüyorum. Bu durum bana çok ağır geliyor. Sen yukarı çık, orada bulun! Biz de aşağı inelim, orada oturalım’ dedim.
“Resûlullah, ‘Yâ Ebâ Eyyûb! Evin alt katında bulunmamız, bize daha uygun ve münasibdir’ dedi ve alt katta oturdu. Biz de meskende onun üstünde bulunuyorduk.
“O sırada içinde su bulunan testimiz kırıldı. Resûlullahın üzerine damlayıp, onu rahatsız etmesinden korkarak zevcemle tek örtüneceğimiz kadife yorganımızı hemen suyun üzerine bastırdık.”2
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, fazla ziyaretçi geleceği ve onlarla rahat görüşüp konuşabilme düşüncesiyle alt katta kalmayı münasib görmüştü. Ancak, büyük îmân sahibi Hz. Ebû Eyyûb ve zevcesinin gönlü bir türlü rahat etmiyordu. “Fahr-i Âlem alt katta, bizler üst katta, bu nasıl olur?” diye düşünüyor ve bundan son derece sıkılıyorlardı.
Hz. Ebû Eyyûb, bir gece uyandı ve bu duygunun tesiriyle bir türlü uyuyamadı. Ufak tefek eşyalarını evin bir başka tarafına taşıdılar ve orada uykusuz sabahladılar.
Sabah olunca, Hz. Ebû Eyyûb, olanları Efendimize anlattı. Peygamber Efendimiz yine, “Aşağısı bana daha uygundur” dedi.
Fakat, büyük Sahabî buna daha fazla tahammül edemedi ve “Yâ Nebiyyallah! Ben yukarıda, siz aşağıda olmaz” dedi.
Bunun üzerine Resûl-i Kibriyâ Efendimiz üst kata, Ebû Eyyûb ve zevcesi Ümmü Eyyûb ise alt kata taşındılar.1
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Ebû Eyyûb el-Ensarî Hazretlerinin mütevazi evinde tam yedi ay ikâmet buyurdu. Bu zaman zarfında Medineli Müslümanlar, bu eve yemekler taşımada ve Efendimizin ihtiyaçlarını yerine getirmede birbirleriyle âdeta yarışırlardı.
Hz. Ebû Eyyûb el-Ensarî’nin evine yerleşen Fâhr-i Âlem Efendimize, Medineli Müslümanlar her gün muntazaman yemek getirirlerdi. Hz. Ebû Eyyûb ve ailesi ise devamlı akşam yemeklerini hazırlarlardı. Hazırladıkları yemeklerden geri kalanını ise teberrüken yerlerdi.
Yine bir gece soğanlı ve sarımsaklı bir yemek yapıp göndermişlerdi. Resûlullah yemeği geri çevirdi.
Ebû Eyyûb (r.a.), yemekte Resûlullahın parmaklarının izini görmeyince feryâd ederek yanına gitti, “Yâ Resûlallah! Anam, babam sana fedâ olsun. Sen akşam yemeğini niçin geri çevirdin?” dedi.
Resûlullah, “O sebzede bir koku hissettim. Ondan yemedim. Ben arkadaşım Cebrâil’i rahatsız etmek istemem” buyurdu ve ilâve etti:
“İnsanı rahatsız eden şeyden, melekler de rahatsız olurlar.”
Bunun üzerine Ebû Eyyûb, “Yâ Resûlallah! Yoksa o yemek haram mıdır?” diye sordu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Hayır! Fakat, ben kokusundan dolayı ondan hoşlanmadım”2 buyurdu.
Ebû Eyyûb Hazretleri de, “Senin hoşlanmadığın şeyden ben de hoşlanmam” dedi.1
Mu’cizeli bir yemek ziyafeti
Resûl-i Kibriyâ Efendimizin, Hz. Ebû Eyyûb el-Ensarî’nin evinde kaldığı sıradaydı. Hz. Ebû Eyyûb, Nebiyy-i Muhterem Efendimizle Hz. Ebû Bekir-i Sıddıka kâfi gelecek iki kişilik yemek yapıp getirmişti.
Peygamber Efendimiz ona, “Git, Ensârın eşrafından bana otuz kişi çağır!” diye emretti.
Hz. Ebû Eyyûb emri yerine getirdi. Otuz kişi gelip yediler.
Sonra yine fermân etti: “Altmış kişi daha çağır!”
Hz. Ebû Eyyûb altmış kişi daha davet etti. Onlar da gelip yediler. Efendimiz sonra tekrar, “Yetmiş kişi daha çağır!” diye ferman etti.
Hz. Ebû Eyyûb bu emri de yerine getirdi. Yetmiş kişi daha gelip yediler.
Hz. Ebû Eyyûb der ki:
“Kaplarda yemek daha kaldı. Bütün gelenler o mu’cize karşısında İslâmiyete girip bîat ettiler. O iki kişi için yaptığım yemeğimden yüz seksen adam yediler.”2
Bu, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin mu’cizeli bir yemek ziyâfeti idi. Berekete dâir olan bu mu’cizeler gösteriyor ki, “Muhammed-i Arabî Aleyhissalatü Vesselâm umuma rızk veren ve rızıkları halkeden bir Zât-ı Rahîm ve Kerîm’in sevgili me’murudur; pek hürmetli bir abdidir ki, rızkın envâında, hilâf-ı âdet olarak, ona hiçten ve sırf gaybdan ziyâfetler gönderiyor.”3