Sürâka’nın başına gelenler
Kureyş’in Peygamber Efendimizi ele geçirenlere yüz deve va’d ettiği, Kinâne Kabilesinden olup o havalide yaşayan Beni Müdlic aşireti tarafından da duyulmuştu. Sahil yolundan iki deve ile dört kişinin geçip gittiğini de işitmişlerdi.
Bunlardan gayet cesur ve aynı zamanda iyi iz takip eden Sürâka bin Mâlik de, bu mükâfatın tatlılığına kanarak Resûl-i Ekrem Efendimizi takibe koyulmuştu. Bir ihbar üzerine harekete geçen Sürâka, kısa zamanda izlerini buldu. Dörtnala koşturduğu atı ile gittikçe Resûl-i Ekrem Efendimiz ve beraberindekilere yaklaşıyordu. Aralarında az bir mesafe kalmıştı. Hz. Ebû Bekir Sürâka’nın geldiğini görünce telaşlandı.
Peygamber Efendimiz, mağarada olduğu gibi, “Üzülme, Allah bizimle beraberdir” dedi ve dönüp Sürâka’ya baktı. Sürâka’nın atının ayakları bir anda dizlerine kadar yere battı. Kurtulunca, tekrar takib etti. Fakat yine atının ayakları yere saplandı ve atının ayaklarının saplandığı yerden duman gibi bir şey çıktı. O vakit anladı ki; ne onun elinden ve ne de kimsenin elinden gelmez ki, ona ilişsin.
“Yâ Muhammed” dedi. “Duâ et kurtulayım. Sana hiç dokunmayacağım. Seni takib edecek kimselere de senden hiç bahsetmeyeceğim.”2
Server-i Kâinat Efendimiz duâ etti. Cenâb-ı Hak, duâsını kabul etti ve Sürâka’yı o müşkil durumdan kurtardı.
Sürâka Resûl-i Ekrem Efendimizin yanına vardı. Kendisini tanıttı. İlerde İslâmiyetin her tarafa hâkim olacağı mülâhazasıyla bir emânname istedi. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, kendisine yazılı bir emânname verdi. Bir rivâyete göre, bu emânnameyi Hz. Ebû Bekir,1 diğer bir rivâyete göre ise Âmir İbn-i Füheyre yazdı.2
Emânnameyi alan Sürâka, “Ey Allah’ın peygamberi, emret istediğini yapayım” dedi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Git, öyle yap ki, başkası gelmesin” diye ferman etti.
Peygamber Efendimizden bu tâlimatı alan Sürâka derhal geri döndü. Arkadan gelen Kureyş’in takipçilerine de, “Ben buraları arayıp taradım, kimseyi bulamadım. Başka tarafa bakalım” diyerek onları geri çevirdi.3
Kaderin tecellisine bakınız ki, günün başlangıcında sevgili Peygamberimizi ele geçirmek ve öldürmek için atına atlayıp takibe çıkan Sürâka, günün sonunda, aynı zâtın bir muhafızı oluyor ve onu düşman takibçilerinden korumaya çalışıyor.
Sonraları Ebû Cehil, Sürâka’nın bu haline vâkıf olunca, pek ziyâde gadaba geldi ve onun gayretsizliğinden bahsederek, hakkında bir kıt’a hicviye söyledi.
Mu’cize-i Ahmediyye’ye şâhid olan Sürâka da ona, “Eğer, atımın ayaklarının yere gömüldüğünü göreydin, sen de Muhammed’in peygamberliğine îmân ederdin” kıt’asıyla cevap verdi.4
Aynı Sürâka, Hicretin sekizinci senesinde Resûl-i Ekrem Efendimizin Huneyn Gazasından dönüşü sırasında huzur-ı risâlete emânname ile gelecek ve İslâmiyetle müşerref olup, Peygamberimizin iltifatına mazhar olacaktır.
Sürâka döndükten sonra Resûl-i Ekrem Efendimiz beraberindekilerle yine kızgın çöller üzerinde yol almaya başladı. Sanki gökten alev yağıyor, yerden kızgın kıvılcımlar fışkırıyordu.
Bu sırada onları bir çoban gördü. Kureyş’e haber vermek üzere son sür’at Mekke’ye geldi. Fakat, şehre girer girmez ne için geldiğini birden unutuverdi. Ne kadar çalıştı ise, bir türlü hatırlayamadı. Mecbur olup geri döndü. Sonra anladı ki, ona unutturulmuş.1
Hz. Zübeyr bin Avvam, Şâm ticâret kafilesiyle Medine’den Mekke’ye gitmekte idi. Yolda Resûl-i Kibriyâ Efendimizle karşılaştı. Peygamber Efendimiz ile Hz. Ebû Bekir’e birer beyaz Şâm maşlahı giydirdi. Medineli Müslümanlardan birinin, “Resûlullah ve arkadaşları geciktiler” dediğini haber verdi. Bunun üzerine Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, hareketini sür’atlendirdi.2
Mekke’ye gelip işlerini yoluna koyan Hz. Zübeyr bin Avvam da Medine’ye hicret etmiştir.
Büreyde’nin Müslüman olması
Deve sırtında sür’atle yol alan Resûl-i Kibriyâ Efendimiz beraberindekilerle gelip Amim denilen mevkie ulaştı.
Sehmoğulları yurdu buraya yakındı. Reislerinden Büreyde bin Huseyb, Kureyş’in 100 deve va’dini işitmiş olduğundan yanına seksen kadar adamını da alarak Peygamber Efendimizi buldu.
Resûl-i Ekrem ona, “Sen kimsin” diye sordu.
“Ben, Büreyde’yim” deyince, Peygamber Efendimiz Hz. Ebû Bekir’e, “Yâ Ebâ Bekir! İşimiz, serinledi ve düzeldi” dedi.
Peygamberimiz tekrar Büreyde’ye, “Kimlerdensin?” diye sordu:
“Eslem Kabilesindenim” cevabını verdi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, yine Hz. Ebû Bekir’e dönerek, “Yâ Ebâ Bekir,” dedi. “Selâmete erdik.”
Peygamber Efendimiz, “Eslem’in hangi kolundansın?” diye sordu.
Büreyde, “Sehmoğullarındanım” dedi.
Bunun üzerine Efendimiz Hz. Ebû Bekir’e, “Yâ Ebâ Bekir, okun çıktı” buyurdu.
Fahr-i Kâinat, katiyyen tatayyur1 etmezdi. Yalnız güzel şeylerde, hasenatta tefeül ederdi, yani hayra yorardı. Onun için Büreyde’ye rastlamasını iyi bir hal ve alâmet saydı.
Bu sefer Fahr-i Kâinatın akval ve etvarındaki metanet ve ağırbaşlılığa, lisanındaki düzgünlüğe müsahhar ve hayran olan Büreyde, “Peki, yâ Sen kimsin?” diye sordu.
Resûl-i Ekrem, “Ben, Abdülmuttalib’in oğlu Abdullah’ın oğlu Muhammedim ve Allah’ın Resûlüyüm” dedi ve onu İslâma davet etti.
Büreyde, davete derhal icâbet etti ve beraberindekilerle birlikte kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu.2
Peygamber Efendimiz geceyi burada geçirdi.
Sabah olunca Büreyde, “Yâ Resûlallah,” dedi. “Yanında bir bayrak olmadan Medine’ye girmen doğru olmaz.”
Sonra da sarığını çıkarıp mızrağının ucuna bağladı. Medine’ye girinceye kadar Peygamber Efendimizin önünde onu taşıyarak yürüdü.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Büreyde hakkında, “Ashabımdan bir zât, bir memlekette vefât edecektir. O, kıyâmet gününde, o memleketin nûru ve o memleket halkının önderi olacaktır” buyurmuştur.1
Hakikaten, Büreyde Hazretleri İslâm uğrunda büyük fedakârlıklarda bulundu. İslâm mücahidleriyle Horasan’a kadar gitti ve Merv’de vefât etti.2