Konu: Hicret
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 16.02.08, 21:55   #4 (permalink)
Kullanıcı Profili
tualim
Administrator
 
tualim - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 2.920
Konular: 3793
Puan Grafiği
Rep Puanı:22464
Rep Gücü:20
RD:tualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 125
207 Mesajına 2.103 Kere Teşekkür Edlidi
:
Arrow Hicret

Örümcek ve güvercinlerin nöbettarlığı

Sevr Mağarasına oldukça yaklaşan müşrikler, “Şu mağarayı da arayalım” dediler.

Konuşulanları Fahr-i Kâinat Efendimizle Sıddık-ı Ekber duyuyorlardı.

İçlerinden biri mağaranın ağzına kadar geldi. Fakat içeri girip bakma lüzumu hissetmeden geri döndü.

“Neden girip içeri bakmadın?” diye sordular.

“Mağaranın ağzında iki yabanî güvercinin yuva kurduğunu gördüm. Orada olduklarına asla ihtimal vermem” diye cevap verdi.

Azılı müşrik Ümeyye bin Halef ise, arkadaşlarına hiddetli hiddetli şöyle seslendi:

“Hâlâ mağaranın orada ne dolaşıp duruyorsunuz. Orada örümceğin ağ bağladığını görmüyor musunuz? Vallahi ben, bu ağın Muhammed doğmadan önce gerilmiş olduğu kanaâtındayım.”2

Bunun üzerine mağaranın yanından uzaklaştılar.

Böylece Cenâb-ı Hak, nöbetçi tayin ettiği bir örümcek ve iki yabanî güvercin ile Sevgili Resûlünü bütün Kureyş’e karşı korumuş oluyordu.

Perşembe günü sabahleyin Sevr Mağarasına, Hz. Ebû Bekir’le birlikte giren sevgili Peygamberimiz Cuma, Cumartesi ve Pazar gecelerini orada geçirdi. Üç gün üç gece mağarada gizlenmeleri, tedbir içindi. Müşrikler bu zaman zarfında, onların Mekke civarından uzaklaşmış olduklarına kanaat getirecek ve bir derece takiplerini gevşetmiş olacaklardı. Nitekim de öyle oldu.

Mağarada gizlendikleri zaman zarfında, Hz. Ebû Bekir’in oğlu Abdullah, aldığı tâlimat üzere gündüzleri Kureyşliler arasında dolaşıyor, ne konuştuklarını, neler düşündüklerini öğrendikten sonra, geceleri gelip Resûl-i Ekreme haber veriyordu. Geceyi orada geçiriyor ve aydınlık tamamıyla etrafı sarmadan Mekke’ye geri dönüyordu.

Diğer taraftan Hz. Ebû Bekir’in kölesi Âmir bin Fuheyre de o civarda koyunlarını güdüyor, hem Abdullah’ın izlerini yok ediyor, hem de onlara süt götürüyordu.

Böylece üç gün, üç gece süren hayat da geride kalmış oluyordu. Kureyşlilerin Resûl-i Ekrem ve Hz. Ebû Bekir hakkındaki arama taramaları da bir derece gevşemişti. Hz. Abdullah’ın Mekke’den getirdiği haber bu meyandaydı.

Bu arada, daha evvel kararlaştırıldığı üzere kılavuz olarak tutulan Abdullah bin Üreykit de kendisine teslim edilen iki deve ile birlikte kendi devesi de yanında bulunduğu halde Pazartesi günü seher vakti Sevr Dağının eteğinde göründü.

Peygamber Efendimiz ve beraberindekilere yol azığı olarak bir koyun kesilmiş, eti pişirilmişti. Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ (r.a.), bunu bir dağarcığa koyup bir tulum su ile birlikte mağaraya getirdi.

Hz. Esmâ, dağarcık ve tulumun ağzını bağlamak için bağ getirmeyi unutmuştu. Mağaradan hareket edileceği sırada civarda bağlayacak bir şey bulamayınca belindeki kuşağı yırtıp, iki parçaya ayırdı. Bir parçasıyla yemek dağarcığının, diğer parçasıyla su tulumunun ağzını bağladı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, “Esmâ’ya Cennette iki kuşak var” diye buyurdu.

Bu sebeple, Hz. Esmâ’ya “Zatü’n-nıtakeyn (iki kuşak sahibi)” denilmiştir.1

Sevr mağarasından ayrılış

Rebiülevvel ayının 4’ü, Pazartesi günüydü. Mağaradan hareket saatı gelmişti.

Hz. Ebû Bekir, iki devesinden üstün olanını Resûl-i Kibriyâ Efendimize takdim ederek, “Anam babam sana fedâ olsun, yâ Resûlallah, buyur bin” dedi.

Resûl-i Ekrem, “Ben, benim olmayan deveye binmem” diye karşılık verdi.

Hz. Ebû Bekir tekrar, “O, senindir. Babam, anam sana fedâ olsun, buyur bin” dedi.

Resûl-i Ekrem “Binmem,” dedi. “Satın aldığın bedeli bana söylemedikçe binmem.”

Mecbur kalan Hz. Ebû Bekir, devenin fiâtını söyledi ve Peygamberimiz de onu kabul etti.

Resûl-i Ekrem ve Hz. Ebû Bekir develerine bindiler. Hz. Ebû Bekir, yolda kendilerine hizmet etsin diye terkisine azadlı kölesi Amr bin Füheyre’yi aldı.

Yol göstermekte oldukça mâhir olan Abdullah bin Ureykit önlerine düştü. Sevr Mağarasından ayrıldılar.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, doğup büyüdüğü mübârek şehirden ayrılıyordu. Aşağısından geçerken Hezreve nâm mevkide devesini durdurdu. Kudsî Beldeye mahzun mahzun baktı ve ona olan sevgisini şöyle dile getirdi:

“Vallahi, sen Allah’ın yarattığı yerlerin en hayırlısı, Allah katında en sevimli olanısın. Bana, senden daha sevgili, daha güzel yurt yoktur.

“Çıkarılmaya zorlanmamış olsaydım, senden asla ayrılmaz, senden başka yerde yurt, yuva tutmazdım.”1

Bunun üzerine, Cenâb-ı Hak, Habîb-i Edîbini teselli eden şu âyeti inzâl buyurdu:

“Kur’ân’ı okumayı, tebliğ etmeyi ve ona uymayı sana farz kılan Allah, muhakkak ki, seni tekrar Mekke’ye döndürecek, âhirette de övülmüş bir makam olan en büyük şefaat makamına kavuşturacaktır.”1

Düşmanın takibini zorlaştırmak ve onu şaşırtmak gayesiyle Medine’ye doğru, herkesin gittiği yoldan ayrı bir yol takib edildi. Önce, güney istikametinde Kızıl Denize yakın Tihâme’ye gittiler. Sonra Kuzey’e döndüler. Denizden uzak çöl içinden sahile paralel yol aldılar. Salı günü öğleye kadar durup dinlenmeden deve sırtında yol katettiler. Salı günü öğle üzeri bir gölgelikte bir nebze dinlenmek için konakladılar. Peygamber Efendimiz, istirahata çekildi. Hz. Ebû Bekir ise başında bir muhafız gibi bekliyordu. Bir taraftan da etrafa göz gezdiriyordu. Uzakta bir çoban gördü. Yanına gitti. Çobanın koyunundan sağdığı bir miktar sütü alıp getirdi. Resûl-i Ekrem uyanınca kendisine takdim etti. Efendimiz kanasıya içti.2

Sütsüz keçinin süt verişi

Yolculuk esnasında garip hâdiseler cereyan ediyordu.

Yanına varıp süt istedikleri bir çoban, “Yanımda süt verecek şu keçiden başkası yok. Fakat o da hamile oldu ve sütü çekildi” dedi.

Resûl-i Kibriyânın şifâlı ve bereketli eli keçinin memelerine uzandı. Mübârek elleriyle, onları sığadı ve duâ etti. Memeler, anında sütle doldu. Sağılan sütü hepsi kana kana içti.

Hayretler içinde kalan çoban, “Allah aşkına, sen kimsin? Şimdiye kadar senin gibisine rastlamadım” diye sordu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Kim olduğumu söylerim, ama gördüğünü, duyduğunu gizli tutmak şartıyla” dedi.

Çoban, “Olur, gizli tutarım” diye söz verince, Fahr-i Âlem Efendimiz, “Ben Allah’ın Resûlü Muhammed’im” buyurdu.

Hayreti bütün bütün artan çoban, “Demek Kureyş’in ‘Yolunu sapıttı’ dedikleri zât sensin, öyle mi?” dedi.

Server-i Kâinat Peygamber Efendimiz, “Onlar, böyle söylüyorlar” buyurdular.

Bunun üzerine çoban, “Ben; şehâdet ederim ki, sen bir peygambersin. Getirdiğin de haktır. Senin yaptığını ancak bir peygamber yapabilir. Ben, sana tâbi oldum” dedi ve orada İslâmiyetle şereflendi.

Çoban, ayrıca kendileriyle gitme arzusunu da izhar etti. Fakat Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Senin, buna bugün gücün yetmez. Benim muvaffak olduğumu haber aldığın zaman, bize gel, katıl” buyurdu.1

Kısır keçinin süt vermesi

Fahr-i Âlem Efendimiz beraberindekilerle üçüncü uğrak yerleri olan Kudeyd mevkiine geldiler. Orada oturan Ebû Ma’bed’in çadırı önünden geçerken satın almak maksadıyla, “Hurma veya yiyecek başka bir şey var mı?” diye sordular.

Ebû Ma’bed o anda orada yoktu. Hanımı Âtike Ümmü Ma’bed, “Hayır, yiyecek bir şey yok” diye cevap verdi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir tarafta zâif bir keçi gördü.

“Bunda süt yok mu?” diye sordu.

Ümmü Mâ’bed, “Onun vücudunda kan yoktur, nereden süt verecek?” dedi.

Peygamber Efendimiz, “İzin verirsen sağarım” buyurdu.

Ümmü Ma’bed, sürü ile otlamaya gidemeyecek kadar zâif olan keçiden süt çıkmayacağını biliyordu. Fakat, misâfire “olmaz” demenin uygun düşmeyeceğini düşünerek, “Pekâlâ, onda süt bulursan, sağıver” dedi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, gidip keçinin beline elini sürdü ve memesini de mübârek eliyle meshetti. Sonra, “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek duâ etti. Daha sonra, “Bir kap getiriniz, sağınız” buyurdu.

Sağdılar. Getirdikleri kocaman kap doldu.

Peygamber Efendimiz önce Ümmü Ma’bed’e, sonra da orada bulunanlara doyuncaya kadar içirdi. En sonunda kendileri içti. Tekrar sağıp içtiler. Üçüncü defa da sağıp, onu Ümmü Ma’bed’e bıraktılar. Sonra da oradan ayrılıp yollarına devam ettiler.

Az sonra, Ebû Mâ’bed geldi. Kap içindeki sütü görünce, “Bu ne?” diye sordu.

Ümmü Mâ’bed, “Buraya mübârek bir zât geldi. Şöyle şöyle söyledi, keçiyi böyle sağdı” diyerek olup bitenleri tafsilatıyla anlattı.

Ebû Ma’bed, “Bunda bir hikmet var. O zâtın şekil ve simâsı nasıldı?” diye sordu.

Ümmü Mâ’bed, “Orta boylu, kara kaşlı, kara gözlü ve gayet nurânî yüzlü, lâtif bir adamdı” diyerek Peygamber Efendimizin şekil ve şemâilini birer birer beyan etti.

Bunun üzerine Ebû Mâbed, “Vallahi” dedi. “Bu senin tarif ettiğin zât, Kureyş içinde zuhûr eden peygamberdir. Eğer, ben burada bulunsaydım, ona tâbi olur, beraberinde gitmeyi ondan dilerdim.”1

Resûlullahtan “Bu keçiyi kesme” diye de emir alan Ümmü Ma’bed şöyle demiştir:

“Resûlullahın memesini meshettiği o zâif keçi Hz. Ömer’in hilâfetinde meydana gelen hicretin 18. yılındaki kıtlık ve kuraklığa kadar sağ kaldı. Yeryüzünde hayvanlar yiyecek bir şey bulamazken, biz onu sabah ve akşam sağardık.”1
--------------Tualimforum İmzam--------------
TUALİM



Tualimforum kurallarını okuyunuz Lütfen.
Forum kullanımı hakkında bilgi için TIKLAYINIZ%TIKLAYINIZ.
Soru ve sorunlarınızı BURADAN bize yazabilirsiniz.
Kurallara uymayan kişilerin tualimforum'a girişleri yasaklanacaktır.
Lütfen imzanıza site adı, link içeren resimler koymayınız sorgusuz silinecektir.
tualim isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla