Peygamber Efendimize Hicret İzninin Verilmesi
Kureyş müşrikleri Resûl-i Ekrem Efendimizin vücudunu ortadan kaldırmak için kat’î karar almışlardı ve bunun için faâliyetlerini sürdürüyorlardı. Bu sırada Cenâb-ı Hak, Sevgili Resûlüne hicret emrini verdi.
Peygamber Efendimiz, Hz. Ebû Bekir’in evine her gün sabah veya akşam vakitlerinde uğrardı. Fakat, hicret emrini aldığı gün, öğle vakti sıcağında, âdeti olmadığı bir saatte başını sararak Hz. Ebû Bekir’in evine vardı. Efendimizin geldiği haber verilince Hz. Ebû Bekir şaşırdı ve “Vallahi, Resûlullah bu saatte hiç gelmezdi. Bu gelişinde mutlaka bir iş var” diye konuştu.
Sonra Efendimizi içeri alıp minderinin üzerine oturttu ve “Anam, babam sana fedâ olsun, Yâ Resûlallah, ne haber var?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz, “Yüce Allah, bana Mekke’den çıkmaya ve Medine’ye hicret etmeye izin verdi” buyurdu.
Hz. Ebû Bekir merakla, “Senin refakatınla şereflenecek miyim, yâ Resûlallah?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz, “Evet” deyince gönlüne sürûr, gözlerine sevinç göz yaşları doldu.
Hz. Âişe bu ânı şöyle anlatır:
“O güne kadar, bir insanın sevincinden böylesine ağladığını görmemiştim.”1
Resûl-i Ekrem ve Hz. Ebû Bekir, Medine’ye kadar kendilerine kılavuzluk etmek üzere, henüz müşrik, fakat güvenilir, sözünde durmasıyla tanınmış biri olan Abdullah bin Ureykit’le anlaştılar. İki binit devesini kendisine teslim ettiler. Üç gün sonra Sevr Dağı eteğinde buluşmak üzere sözleştiler.
Bundan sonra Peygamber Efendimiz, Hz. Ebû Bekir’in yanından ayrılarak Hâne-i Saadetine döndü.1
Hz. Cebrâil’in ihbârı
Bu sırada vahiy meleği Cebrâil (a.s.) gelip Peygamber Efendimize müşriklerin kararını bildirdi ve başvuracağı tedbiri de şöyle açıkladı:
“Şimdiye kadar yattığın yatağında, bu gece yatma!”
Bunun üzerine Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Hz. Ali’yi çağırdı ve “Yatağımda bu gece yat uyu! Şu yeşil, geniş aba hırkamı da üzerine ört! Korkma! Sana hiç bir zarar erişmeyecektir” dedi.
Ayrıca Hz. Ali’ye, kendisine teslim edilen emânetleri sahiplerine verinceye kadar da Mekke’de kalmasını emretti.
Mekkeliler, “Muhammedü’l-Emîn” lâkabını verdikleri Peygamber Efendimize son derece güvenirler ve en kıymetli eşyalarını, saklayamamaktan korktukları için ona teslim ederlerdi. Kureyş ileri gelenlerinin, hakkında ölüm kararı aldıkları sırada da kendilerinde emanet olarak bir çok kıymetli eşya vardı. Ama o, bu karara rağmen, emânetlerin sahiplerine verilmesini Hz. Ali’ye emretmekle bir kere daha büyüklüğünü ve emânete sadakatını ortaya koyuyordu.
Peygamberimizin evinin kuşatılması
Plân gereği her kabileden seçilmiş eli kılıçlı iki yüze yakın müşrik, gecenin üçte biri geçince, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin evinin önünde toplandılar. İçlerinde Ebû Cehil, Ebû Leheb ve Ümeyye bin Halef gibi azılıları ve elebaşıları da vardı. Katiller, gecenin geçmesini, aydınlığın etrafı sarmasını ve Fahr-i Âlem’in evinden çıkmasını bekliyorlardı. Zira, âdetlerine göre, bir adamı evinin içinde katletmek korkaklığın en âdisi sayılırdı.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, eli kılıçlı katillerin Hâne-i Sâadetinin etrafını sardıkları sırada evinden çıktı. Yerden aldığı bir avuç toprağı başlarına attı ve “Yasîn Sûresi”nin ilk sekiz âyetini okudu. İçlerinden hiç biri onu görmedi çıkıp gitti.
Bir müddet sonra yanlarına bir hemşehrileri uğradı:
“Burada ne bekleyip duruyorsunuz?” diye sordu.
“Muhammed’i bekliyoruz” dediklerinde, “Muhammed, sizin başınıza toprak saçıp ve içinizden çıkıp gideli hayli vakit olmuş. Hele bir kere üstünüze başınıza bakınız” diyerek gözü dönmüş katillerle âdeta alay etti.
Birbirlerine baktılar. Üzerlerinin toz toprak içinde kalmış olduğunu gördüler. Şaşırıp kaldılar. Derhal Hane-i Sâadetin içerisine baktılar. İçerde birinin abaya sarınıp bürünerek yattığını görünce, “İşte, Muhammed yatıyor” diyerek beklemeye devam ettiler. Tâ ortalık ağarıncaya kadar.
Sabahleyin Resûl-i Kibriyâ Efendimiz yerine Hz. Ali’nin yataktan doğrulup kalktığını görünce, bütün bütün şaşırdılar ve “Vallahi, bize söylenen doğru imiş” dediler.
Sonra da Hz. Ali’ye, “Muhammed nerede?” diye sordular.
Hz. Ali, “Bilmem” deyince hayrette kalıp ne yapacaklarını şaşırdılar.
Cenâb-ı Hak, bu münâsebetle indirdiği âyet-i celîlede şöyle buyurdu:
“Hani kâfirler, bir zaman seni yakalamak, öldürmek ve yurdundan çıkarmak için bir tuzak kurmaya kalkmışlardı. Onlar tuzak kurar, Allah da tuzaklarını başlarına geçirir. Allah, hileyi hile ile cezalandıranların en hayırlısıdır.”1
Sevr Mağarasına gidiş
Hâne-i Sâadetinden çıkan Resûl-i Ekrem Efendimiz, doğruca Hz. Ebû Bekir’in evine vardı. Kendileri için acele sefer malzemesi hazırlandı ve bir dağarcığa bir miktar azık kondu.
Sonra, Resûl-i Ekrem Efendimizle Hz. Ebû Bekir evin arkasındaki küçük kapıdan çıktılar ve Mekke’nin aşağısındaki güney batısına düşen, şehre üç mil takriben bir saat uzaklıkta bulunan Sevr Dağına doğru yol aldılar.
Hz. Ebû Bekir, Resûl-i Kibriyâ Efendimizin kâh önüne geçerek yürüyor, kâh arkasında kalarak yol alıyordu. Efendimiz, “Yâ Ebâ Bekir! Niçin böyle yapıyorsun?” diye sordu.
Hz. Ebû Bekir, “Önünüzü arkanızı gözetlemek, sizi korumak için yâ Resûlallah” diye cevap verdi.
Cum’a gecesi Sevr Mağarasına vardılar.
Mağara oldukça ıssızdı. Önce Hz. Ebû Bekir içeri girdi. Yeri temizleyip düzeltti. Mağaradaki delikleri elbisesini yırtarak tıkadı. Yetmeyince, geriye kalan bir deliğe de ayağını dayadı. Sonra Fahr-i Âlem Efendimizi içeri dâvet etti.
Resûl-i Ekrem içeri girdi ve mübârek başını Sıddık-ı Ekber’in dizini dayayarak uyudu.
Az sonra, Hz. Ebû Bekir deliğe dayadığı ayağında müthiş bir acı hissetti. Yılan ısırması olduğunu anladı. Fakat, delikten ayağını çekmedi. Hatta, Kâinatın Efendisi uykudan uyanabilir diye yerinden bile kımıldanmadı. Canı öylesine acıdı ki, gözlerinden ister istemez yaş aktı. Akan gözyaşlarının bir kaç damlası mübârek yüzlerine damlayınca Resûl-i Kibriyâ Efendimiz uyandı ve “Ne var, yâ Ebâ Bekir?” diye sordu.
Sadakat timsali Hz. Ebû Bekir, “Yâ Resûlallah! Ayağımı bir şey soktu. Ama mühim değil. Anam babam sana fedâ olsun” diye cevap verdi.
Resûl-i Kibriyâ, yılanın soktuğu yeri mübarek tükürüğü ile meshetti. Allah’ın lütfu ile acı derhal kayboldu ve Sıddık-ı Ekber şifâ buldu.
O anda Allah’ın emriyle bir örümcek gelip mağaranın ağzına ağını gerdi, bir çift güvercin ise gelip yuva kurdu.1 Bu hayvanlar, Resûl-i Kibriyâ ve Hz. Ebû Bekir’i bütün Kureyş’e karşı korumak için nöbettârlık etmeye başlıyorlardı.
Resûl-i Kibriyâ Efendimizi Hâne-i Sâadetinde bulamayan müşrikler fazlasıyla sıkılıp üzüldüler. Derhal Mekke’nin her tarafını didik didik aramaya koyuldular. Hz. Ebû Bekir’in evine vardılar. Onu da bulamayınca büs bütün öfkelendiler.
Mekke’de Resûl-i Kibriyâ Efendimizi (a.s.m.) bulamayınca bu sefer tellal çağırttılar:
“Muhammed’i ve Ebû Bekir’i bulup getirene veya öldürene yüz deve veririz.”
İçlerinde ne kadar hırsız, cani ve gözü dönmüş var ise, bu ilânı duyunca, kimi eline kılıç, kimi de sopalar alarak Mekke’nin dışına çıktılar ve etrafta koşuşturmaya başladılar.
Arayıcılar, yanlarına Müdlicoğullarından iki iz takib edici de almışlardı. Resûl-i Ekrem Efendimizle, Hz. Ebû Bekir’in izlerini buldular. Takip ede ede gelip Sevr Dağının eteklerine dayandılar.
İzcilerden biri, “Vallahi” dedi. “Onlar, şu mağaradan ileri geçmemişlerdir. İz burada kesiliyor.”
İçlerinden bir kısmı Ümeyye bin Halef ile beraber mağaranın ağzına kadar geldiler.
Bu sırada sevgili Peygamberimiz ile Hz. Ebû Bekir onları görüyor, fakat müşrikler, onları göremiyorlardı.
Hz. Ebû Bekir, fazlasıyla telâşa kapıldı ve üzüldü:
“Yâ Resûlallah!” dedi. “Beni öldürseler de gam çekmem. Ben nihâyet bir ferdim. Amma, Allah göstermesin, sana bir zarar ve ziyan eriştirecek olurlarsa bu, bütün ümmetin helâkine sebep olur.”
Resûl-i Kibriyâ kemâl-i emniyet içinde, “Üzülme, Allah bizimle beraberdir” buyurarak ona teselli verdi.
Hz. Ebû Bekir, “Yâ Resûlallah” dedi. “Onlardan birisi eğilip de ayaklarının dibinden bir bakıverse, bizi görür.”
Fahr-i Âlem Efendimiz, yine emîn ve mütevekkil bir şekilde şöyle konuştu:
“Yâ Ebâ Bekir, iki kişinin üçüncüsü Allah olursa, sen âkibetin ne olacağını zannediyorsun? Yakalanacağımızı mı sanırsın?”1 Sonra da Hz. Ebû Bekir’in iç ferahlığına kavuşması için Cenâb-ı Hakka duâ etti.2
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’inde bu hâdiseye şu âyetiyle işâret eder:
“Siz Allah’ın Resûlüne yardım etmeseniz de, Allah ona yardım etmiştir. Kâfirler onu yurdundan çıkardıklarında, mağaradaki iki kişiden biri olduğu halde o, yanındaki dostuna ‘Üzülme,’ diyordu, ‘Allah bizimle beraberdir.’ Allah böylece onun üzerine emniyet ve rahmetini indirdi, sizin göremediğiniz ordularla onu takviye etti ve kâfirlerin dâvâsını alçalttı. Yüce olan Allah’ın dâvâsıdır. Allah’ın kudreti herşeye galiptir ve Onun her işi hikmet iledir.”1