Tekil Mesaj gösterimi
Alt 16.02.08, 21:17   #6 (permalink)
Kullanıcı Profili
tualim
Administrator
 
tualim - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 2.920
Konular: 3793
Puan Grafiği
Rep Puanı:22464
Rep Gücü:20
RD:tualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond reputetualim has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 125
207 Mesajına 2.103 Kere Teşekkür Edlidi
:
Arrow

Zeyd’in yeri tesbit edildi

Günün birinde Kelb kabilesinden birkaç kişi Kâbe’yi ziyarete geldi. Bu arada Zeyd’i gördüler ve kendisiyle sohbet edince de tanıdılar. Babasının, annesinin durmadan kendisi için gözyaşı döktüklerini, hasretiyle yanıp tutuştuklarını Zeyd’e anlattılar. Fakat Zeyd, gayet sakin ve rahattı. Anne şefkati ve baba sevgisinden daha ulvî ve kudsî şeylere mazhar olmanın gönül rahatlığı içinde, onlara cevabı şu oldu:

“Annemin babamın, benim için gözyaşı döktüklerini biliyorum. Sadece sizden şu söyleyeceklerimin onlara ulaştırılmasını istiyorum: ‘Ben, her ne kadar uzaklarda bulunuyor isem de, kavmimle haber gönderdim ki, hac merâsimi yapılan belli yerler yanındaki Beytullah’da oturuyor, hizmet ediyorum. Artık, aradığınızı elde etmek için son gücünüzü harcamaktan, uzun uzun yollar kat’ etmekten, develeri yeryüzünde koşturup durmaktan vazgeçin. Allah’a hamd ederim ki, ben şimdi, öyle hayırlı, öyle şerefli bir âile içinde bulunuyorum ki, Maâdd’ın sulbünden—Uludan uluya geçerek gelmiş olan—en şerefliler bu âiledendir.’”1

Bu haberi alan Hârise, kardeşi Kâb’la birlikte yanına fazla miktarda akçe de alarak Zeyd’i kurtarmak için derhal Mekke’ye geldi. Sorup soruşturup, Resûl-i Ekrem Efendimizi buldu ve “Ey Kureyş Kavminin Efendisi, efendisinin oğlu! Siz, Harem halkı ve Harem-i Şerifin komşususunuz. Beytullah’ın yanında esirlerin esâret bağlarını çözer ve karınlarını duyurursunuz,” diye konuştuktan sonra, asıl maksadını şöyle arzetti:

“Yanında bulunan oğlumuz için sana geldik. Sen bizi memnun ve razı edecek bir fidye-i necât (kurtuluş akçesi) iste; biz sana onu verelim, oğlumuzu serbest bırak.”

Nebiyy-i Ekrem, “Oğlunuz kimdir?” diye sordu.

“Zeyd bin Hârise” dediler.

Peygamberimiz, “Bundan başka bir istediğiniz var mı?” dedi.

Onlar, “Hayır, başka isteğimiz yok” cevabını verdiler.

Bunun üzerine Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, “Eğer sizi tercih ederse, fidye-i necât almaksızın o sizindir, alın götürün. Yok, eğer beni tercih ederse, vallahi, ben, beni tercih edene, kimseyi tercih etmem.”1 diye konuştu.

Hârise ve kardeşi, Efendimizin bu konuşmasından memnun oldular ve “Sen,” dediler, “bize karşı çok insaflı davrandın.”

Huzura gelen Zeyd’e, Efendimiz, “Şunları tanıyor musun?” diye sordu.

Zeyd, “Evet, tanıyorum” dedi.

Peygamberimiz tekrar, “Kimdir onlar?” dedi.

Zeyd, “Bu babamdır, şu da amcamdır” cevabını verdi.

Bundan sonra Peygamber Efendimiz, Zeyd’e, “Sen benim kim olduğumu öğrendin. Sana olan şefkat ve sevgimi de gördün. O halde ya beni tercih et, yanımda kal; ya onları tercih et, git” diyerek onu tercihinde serbest bıraktı.

Zeyd’in cevabı şu oldu:

“Ben hiçbir kimseyi sana tercih etmem. Sen, benim için anne ve baba makamındasın.”

Oğlunun bu cevabı karşısında şaşıran ve sarsılan baba Hârise, hiddetle, “Yazıklar olsun sana,” dedi. “Demek ki, sen köleliği hürriyete, anne, babana, amcana ve ev halkına tercih ediyorsun.”

Fakat Zeyd, babasıyla aynı kanaatte değildi.

“Babacığım,” dedi, “ben, bu zâttan öyle şeyler gördüm ki, kendisine hiçbir zaman başka bir kimseyi tercih edemem.”1

Küçük Zeyd, böylece Resûl-i Ekrem Efendimize olan sadakat ve bağlılığını ispatlamıştı. Kader, ona nurlu ve parlak bir istikbal hazırlıyordu. Bu hali, onun ilk müjdesiydi.

Efendimizin Zeyd’i evlâd edinmesi

Peygamber Efendimiz Zeyd’e, bu eşsiz bağlılığının mükâfatını vermede gecikmedi. Hemen elinden tutarak, onu Kureyş’in oturduğu Hıcır mahalline götürdü ve halka şöyle hitap etti:

“Ey hazır bulunanlar!

“Şâhid olunuz ki, bundan böyle Zeyd benim oğlumdur. Ben, ona vârisim, o da bana vâristir.”

Mekkeliler birini evlâd edinmek istedikleri zaman böyle yaparlardı. Efendimiz de, onların bu âdetlerine uyarak Zeyd’i böylece kendisine evlâd edinmiş oldu.

Peygamber Efendimizin bu güzel davranışı, şaşkın ve dalgın duran Hârise’nin mahzun gönlünde sevinç rüzgârı estirdi. Demek ki, oğlu emîn bir elde bulunuyordu. Gönül huzuru içinde, oğlunu Kâinatın Efendisinin yanında bırakarak yurduna döndü.2

Bundan sonra, Mekke’de, herkes Zeyd’i “Muhammed’in oğlu Zeyd” diye çağırmaya başladı. Efendimiz, peygamberlik vazifesiyle memur edilip, vahiy gelmeye başlayınca, evlâdlıkların kendi öz babalarının adlarıyla çağrılmaları emredildi.3 Bunun üzerine, Hz. Zeyd, babasının ismiyle, Hârise oğlu Zeyd diye çağrıldı.

Bu konudaki âyet-i kerimede meâlen şöyle buyurulur:

“Onları kendi babalarına nisbet edin; Allah katında doğru olan budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, zâten onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır…”1

Hazret-i Ömer’in oğlu Abdullah (r.a.), bu hususu şöyle ifade etmiştir:

“Biz, ‘Evlâtlıkları babalarının adı ile çağırın’ âyeti ininceye kadar, Zeyd’i Hârise oğlu Zeyd diye değil, Muhammed oğlu Zeyd diye çağırırdık.”2

Ayrıca, bu âyetle evlâtlıkların evlâd edinen kimseye vâris olması hükmü de ortadan kaldırıldı. Hazret-i Zeyd, Efendimize peygamberlik vazifesi verildikten sonra, Hz. Hatice ve Hz. Ali’yi müteâkip derhal İslâmın sinesine koşacak ve üçüncü Müslüman olma şerefine erecektir.

Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hazret-i Zeyd’i fazlasıyla severdi. Zaman zaman kendisine, “Ey Zeyd, sen kardeşimiz ve azadlımızsın”3 diyerek iltifatta bulunurdu.

Resûl-i Ekrem, daha sonra da çok sevdiği bu büyük insanı, dadısı Ümmü Eymen’le evlendirecektir ve bu evlilikten yine çok sevdiği ve çoğu zaman terkisinde taşıdığı Üsâme hazretleri dünyaya gelecektir.

* * *



Kâbe'nin Yeniden İmarı ve Peygamberimizin Hakemliği

Kâinatın Efendisi otuz beş yaşında idi. Bu sırada Kureyş kabilesi, Kâbe duvarlarını yıkıp, yeniden tamir kararını verdi. Zira, yıllardan beri yağan yağmur ve neticede meydana gelen seller, yapı itibarıyla pek sağlam olmayan bu ma’bedi oldukça yıpratmıştı. Çatısız bulunması sebebiyle de, yağan yağmurlar temeline kadar tesir etmiş ve binâyı âdetâ harab bir hale getirmişti. Son olarak gelen büyük bir sel, Kâbe’yi bütün bütün sarsmış, duvarlarını çatlatmıştı. Bu durum Mekkelilerde bir korku ve telâş uyandırmıştı.

Bu arada bir hâdise daha oldu. Kadının biri Harem’de ateş yaktı. Ateşin korundan sıçrayan kıvılcımlar, Kâbe’nin örtüsünü tutuşturdu ve yanmasına sebep oldu.

Bütün bunların üzerine bir de Kâbe’nin içinde bulunan bir definenin çalınması eklenince, Mekkeliler, artık, verdikleri kararı bir an evvel gerçekleştirme gayretine girdiler.1



İnşaat malzemesi yüklü gemi

Kureyşliler, Kâbe’yi nasıl ve neyle tamir edeceklerini düşünüp istişare ediyorlardı. Bu sırada Cidde’ye gitmek üzere Mısır’dan yola çıkmış bulunan bir Bizans gemisi, Cidde yakınlarında karaya oturdu. Bunu haber alan Kureyş, olay yerine bir heyet gönderdi. Geminin yükü yumuşak aktaş, tahta, direk ve demirdi. Bunlar Kureyş’in arayıp da bulamadıkları şeylerdi.

Heyet, gemide bulunanlarla anlaşarak keresteyi satın aldı. Bunun yanında, gemideki tüccara, Mekke’ye serbestçe girebilme ve mallarını gümrüksüz satabilme garantisi de verdiler. Halbuki, daha evvel Mekkeliler, şehirde ticâret eşyası satanlardan öşür alırlardı.

Gemide ayrıca Bâkûm adında Bizanslı bir mîmar da bulunuyordu. Kâbe yapımında kendisinden istifade etmek üzere bu mîmarla da anlaştılar.

Buna göre, duvarlarını yeniden tamire karar verdikleri Kâbe’nin mîmarlığını Bizanslı Bûkûm, marangozluğunu ise Mekke’de oturan Kıbtî bir usta yapacaktı.1



Duvarların taksimi

Kâbe duvarlarının taşlarla örülmesi işi, kur’a ile kabileler arasında dörde taksim edildi. Buna göre, Abd-i Menaf ile Zühreoğullarına Kâbe’nin cephe ve kapı tarafı; Abdüddar, Esed ve Adiyyoğullarına Kâbe’nin Şam cephesi (Hatiym, Hıcır tarafı); Şehm, Cehm (Cümâh) ve Amiroğulları payına Kâbe’nin Yemen köşesi ile Hacerü’l-Esved köşesi arası, Mahzum ve Teymoğullarına ise, Safâ ve Ecyad’a bitişik olan Yemen cephesi düştü.2



Mekke’nin sarsılması

Her kabile, kendisine düşen tarafı yıkıyordu. Hazret-i İbrâhim’in attığı temele kadar inildi. Bundan sonra, birbiriyle kaynaşmış deve sırtı gibi yeşil yeşil taşlar görülmeye başlandı. Niyetleri daha da aşağı inmekti. Ne var ki, buna muvaffak olamadılar. İçlerinden biri bu yeşil taşlara kazmayı sallayınca, birden zelzeleye uğramış gibi Mekke’nin sarsıldığını gördüler. Herkeste bir korku ve telâş başladı. Bundan sonrasını yıkmaya müsaade bulunmadığını anlayıp, kazdıklarıyla iktifâ ettiler.3
--------------Tualimforum İmzam--------------
TUALİM



Tualimforum kurallarını okuyunuz Lütfen.
Forum kullanımı hakkında bilgi için TIKLAYINIZ%TIKLAYINIZ.
Soru ve sorunlarınızı BURADAN bize yazabilirsiniz.
Kurallara uymayan kişilerin tualimforum'a girişleri yasaklanacaktır.
Lütfen imzanıza site adı, link içeren resimler koymayınız sorgusuz silinecektir.
tualim isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla