Düğün merasimi
Düğün merasiminin tarihi bizzat Hz. Hatice tarafından tesbit edildi. Merasim de onun evinde yapılacaktı. Tesbit edilen tarihte Peygamberimiz amcaları, halaları ve Haşimoğullarının ileri gelenlerinden bazıları ile birlikte Hz. Hatice’nin evine geldi. Güzel bir düğün merasimi için gereken her şey bizzat Hz. Hatice tarafından temin edilmişti. Koyunlar kesilmiş, yemekler hazırlanmıştı.
Yemekler yendikten sonra, âdet olduğu üzere sıra iki taraf büyüklerinin konuşmasına geldi. Hz. Hatice’nin babası Ficar Harbinde ölmüştü. Bu sebeple onu temsilen merasime, amcası Amr bin Esed katılmıştı.
Geleneğe göre ilk konuşmayı yapmak üzere Ebû Tâlib ayağa kalktı ve şöyle dedi:
“Allah’a hamdolsun ki bizi, İbrahim’in zürriyetinden, İsmail’in sulbünden, Maad’ın madeninden, Mudar’ın aslından yarattı. Bundan sonra asıl maksada gelir ve derim ki: Kardeşimin oğlu Muhammed bin Abdullah ki, akrabanız olduğu malûmunuzdur. Onunla Kureyş’ten hiçbir genç tartılamaz, ölçülemez. Şeref ve asâletçe, akıl ve faziletçe onların hepsinden üstün gelir. Gerçi malı azdır, fakat mal dediğin nedir ki? Geçici bir gölge, bir perde, alınır verilir iğreti bir şey. Allah’a yemin ederim ki, bundan sonra onun mertebesi daha da büyüyecek, daha da yükselecektir. Şimdi o, sizden kızınız Hatice’yi istemekte, mehir olarak da yirmi erkek deve vermeyi taahhüd etmektedir.”
Ebû Tâlib konuşmasını bitirince de Hz. Hatice’nin amcasıoğlu Varaka bin Nevfel ayağa kalktı. O da şöyle konuştu:
“Allah’a hamdolsun ki, bizi de anlattığın gibi yarattı. Saydıklarından daha fazlasıyla bize üstünlük verdi. Biz de sizinle hısımlık kurmak ve şereflenmek istiyoruz.
“Ey Kureyş topluluğu! Şâhid olunuz ki, ben Huveylid’in kızı Hatice’yi şu kadar mehirle Muhammed bin Abdullah’ın oğluyla evlendirdim.”
Varaka bin Nevfel, konuşmasını bitirdikten sonra Ebû Tâlip, Hz. Hatice’nin amcası Amr bin Esed’in de muvafakatını istedi. Amr da ayağa kalkarak, “Ey Kureyş topluluğu, şahid olunuz ki, ben de Muhammed bin Abdullah’a Hüveylid’in kızı Hatice’yi nikâhladım” dedi.
Böylece Kâinatın Serveri Efendimizle Kureyş kadınlarının nesep, şeref ve zenginlik bakımından en üstünü bulunan Hüveylid’in kızı Hz. Hatice-i Kübrâ nikâhlanmış oldular. O sırada Resul-i Ekrem Efendimiz 25, Hz. Hatice ise 40 yaşlarında bulunuyorlardı. Evlilikleri Milâdi tarihle 595 yılına rastlıyordu. Yâni, Efendimizin nübüvvetinden 15 yıl önce.
Bundan sonra Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Resul-i Ekrem Efendimiz, muhtereme hanımını alarak Ebû Tâlib’in evine geldi. Burada iki deve kestirerek halka ziyâfet verdi. Ebû Tâlip de, bu mes’ud hâdisenin hatırı için develer kestirdi ve halka yemekler yedirdi. Sonra da Peygamber Efendimizle (a.s.m.) ailesini evine davet etti. Onları karşılamaya çıktığında sevinç gözyaşları arasında, “Hamdolsun Allah’a ki, bizden bütün üzüntüleri yok etti” diyor, Allah’a hamdediyordu.
Efendimizle ona ilk hanım olma şerefini kazanmış bulunan Hz. Hatice, Ebû Tâlib’in evinde ancak bir kaç gün kaldılar. Sonra tekrar Hz. Hatice’nin evine döndüler. Artık mes’ud hayatlarını burada geçireceklerdi.
Kâinatın Efendisi Peygamberimiz, kendisine “Hatice-i Kübrâ” dediği bu tâhire kadın hayatta olduğu müddetçe bir başka kadınla evlenmedi.1 Her türlü teselliyi ve en parlak saâdeti bu huzurlu evde buldu.
Peygamber Efendimize, babasından miras olarak pek bir şey kalmamıştı. Uzun zamandır himâyesinde bulunduğu Ebû Tâlip ise fakr u zaruret içindeydi. Bu bakımdan, Hz. Hatice ile evleninceye kadar binbir meşakkat ve zahmet içinde hayat sürmüştü.
Hz. Hatice ile evlendikten sonra, onun servetini ticarette kullandı ve bir derece genişliğe kavuştu. Fakat hanımı bol servet sahibi iken o, yine israfa, gösteriş ve lükse kaçmadı. Daha önceki mütevazi ve sade hayatına yakın bir yaşayışı devam ettirdi. Üstelik dünya malına da kalbinde yer vermiyordu. Onun o yüce ruhunu bam başka ulvi ve kudsî duygular kuşatmıştı. Dünya ve içindekilerin muhabbeti o ulvî duyguları söküp atmaya hiçbir zaman muktedir olamıyordu.
Daha sonra Hz. Hatice-i Kübrâ’dan, Resul-i Ekrem Efendimizin, sırasıyla Kasım, Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Abdullah (Tayyib-Tahir) adında altı çocuğu oldu.1
Bu mes’ud âile yuvasında Kâinatın Efendisi ile Hz. Hatice en ulvî duygularla kaynaşmışlardı. Âile yuvasında hâkim olan karşılıklı emniyet, samimi hürmet ve muhabbetti. Hz. Hatice, Kâinatın Efendisi kocasından on beş yaş büyük olmasına rağmen, yüce şahsiyetinden dolayı kendilerine karşı son derece nazik, duygulu ve itinalı davranıyordu. Peygamber Efendimizin şerefli hanımına karşı muhabbeti de fazlaydı. Öyle ki, vefatından sonra bile hiçbir vakit muhabbetini kalbinden atmadı, gönlünün en mûtenâ köşesinde ebedî beraberliğe kadar sakladı.
Resul-i Ekrem Efendimiz, Hz. Hatice’nin keremkârlığını, hayırseverliğini ve kendisine yaptığı büyük yardımı her zaman yâd ederdi. Bu yâd ediş, Hz. Âişe Validemize, “Hatice-i Kübrâ’dan başka, Nebiyy-i Ekremin zevcelerinden hiçbirini kıskanmadım”2 dedirtecek ve onun kıskançlık damarını tahrik edecek kadar fazla idi. Nasıl yâd etmezdi ki? Çocuklarından biri hariç diğerlerinin annesi o idi. Herkes ona düşman iken, ona dost elini uzatan o idi. Her türlü ıztırap ve sıkıntı karşısında kendisini teselli eden o idi. Herkesin ona arka çevirdiği bir zamanda yanıbaşından ayrılmayan o idi.
Elbette, böylesine yüksek duygu ve meziyetler sahibi zevcesini, Peygamber Efendimiz hiçbir zaman unutmayacak ve onu her zaman hayırla yâd edecekti.
* * *
Peygamber Efendimizin Zeyd bin Harise’yi Azad Etmesi
Zeyd bin Hârise, Kelb kabilesine mensuptu. Henüz sekiz yaşlarında bir küçük çoban iken, annesiyle beraber gittiği akrabalarının yanında, bir başka kabilenin baskını sırasında esir alınmıştı. Esirler pazarından da Hz. Hatice’nin yeğeni Hâkim bin Hizân tarafından 400 dirheme satın alınıp Mekke’ye getirilmişti.1 Hz. Hatice, Zeyd’i yeğeninden almış ve evinde barındırıyordu.
Bu sırada, Efendimiz, Hz. Hatice ile evli bulunuyordu. Resûl-i Ekrem, bu küçük çocuğu sevmişti. Bu sebeple Hz. Hatice’den onu kendisine bağışlamasını istedi. Muhterem zevceleri, Peygamberimizin bu arzusunu yerine getirdi. Nebiyy-i Ekrem Efendimiz de onu alır almaz, azâd etti.2
Zeyd, belirttiğimiz gibi, henüz küçük bir çocuktu. Ebeveyni, onun nereye götürüldüğünü, kime satıldığını bilmiyordu. Hârise âilesi, çocukları için her gün gözyaşı döküyordu. Babası Hârise, evde duramaz olmuştu. Diyar diyar dolaşıyor, sormadık kabile ve uğramadık yurt bırakmıyordu. Biricik oğlu Zeyd için şiirler söylene söylene geziyordu.
Küçük Zeyd ise, sanki anne babasını unutuvermişti. Mes’ud âilenin saâdeti onun da yüksek ruhunu olanca gücüyle sarmış ve âdetâ onun ayrılmaz bir parçası haline gelmişti. Rahatı yerindeydi, Kâinatın Efendisiyle kaynaşmıştı. Onun şefkatli kanatları arasında mes’uddu, sevinçli ve huzurluydu.