Konu
:
Oniki-Otuz Sekiz yaş arası
Tekil Mesaj gösterimi
16.02.08, 21:14
#
2
(
permalink
)
Kullanıcı Profili
tualim
Administrator
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Jan 2008
Mesajlar: 2.920
Konular: 3793
Puan Grafiği
Rep Puanı:22464
Rep Gücü:20
RD:
Teşekkür
Ettiği Teşekkür: 125
207 Mesajına 2.103 Kere Teşekkür Edlidi
:
Peygamberimizin Cahiliye Devri Kötülüklerinden Uzak Kalışı
Ebû Tâlib, bütün bu olup bitenlerden sonra nur yüzlü yeğeni Peygamber Efendimizin (a.s.m.) âdeta ayrılmaz bir parçası haline gelmişti. Kendisinde gittikçe kuvvet peyda eden kanaat şuydu: “Bu yeğenim ilerde büyük ve mühim bir şahsiyet olacaktır.”
Bu sebeple Peygamberimiz üzerinde himâyesini son derece dikkatli ve şuurlu bir şekilde sürdürüyor, âdeta bir dediğini iki etmiyordu. Artık Peygamberimiz de ruhu ve dış görünüşü ile eşsiz bir genç olmuştu. Kalb ve ruhundaki eşsiz fazilet ve güzellikler sûretini de fevkalâde güzel şekillendirmişti.
Uzuna yakın orta boylu, siyah dalgalı saçlıydı. Açık ve yüksek alınlı, kalın siyah kaşlıydı. Kaşları birbirine çok yakın, fakat bitişik değildi. Göz bebekleri, çok tatlı bir siyahtı. Uzun ve siyah kirpikleri, bakışlarına ap ayrı bir tatlılık verirdi.
Kader-i İlâhi, onu ezelden insanlığın Peygamberi olarak takdir ve tâyin etmişti. Bu sebeple o, âlemlerin Rabbi’nin terbiyesi altında hayat seyrine devam ediyordu. Bunun içindir ki, bütün Arabistan’la birlikte Mekke’de de hüküm süren fısk, fücûr, sefâlet ve dalâletten, kötülük ve ahlâksızlıklardan en ufak bir eser, en küçük bir iz hayatında görülmezdi.
Putlardan şiddetle nefret ederdi. Ömründe bir defa bile onlara hürmette bulunmadı. Kureyş müşriklerinin bir âdeti vardı. Her senenin belli bir gününde Buvâne adlı putun etrafında toplanırlar, geceye kadar orada bulunurlar, yanında traş olurlar, kurban keserek büyük merasim tertiplerlerdi.
Yine böyle bir merasim için bütün Kureyş hazırlanmıştı. Ebû Tâlip de onlar gibi âile efradını toplayarak merasime iştirak etmek istedi. Ancak o buna yanaşmadı ve mâzur görülmesini istedi. Efendimizin bu davranışını Ebû Tâlip ve halaları taaccüple karşıladılar. Hatta kızar gibi oldular. Bir iki sefer daha tekliflerini tekrarladıkları halde Resul-i Ekrem Efendimiz yine red cevabı verdi. Bunun üzerine, “İlâhlarımızdan yüz çevirmek demek olan bu hareketinden dolayı bir felâkete uğrayacağından korkuyoruz” dediler.
Bunu demekle de yetinmediler, üzerine öylesine vardılar ki, Sevgili Peygamberimiz daha fazla ısrar edemedi ve istemeye istemeye, sadece amcası Ebû Tâlip ve halalarının hatırını kırmamak için kendilerini takibe razı oldu. Fakat, putun yanına varır varmaz, nur yüzlü Efendimizin bir ara ortadan kaybolduğunu fark ettiler. Bir müddet sonra yanlarına gelince onu müthiş bir hal içinde gördüler. Benzi sararmıştı ve her halinden korktuğu belli oluyordu.
Amcası ve halaları, “Ne oldu sana?” diye sordular.
Sevgili Efendimiz şu cevabı verdi:
“Bana bir fenalık gelmesinden korktum.”
“Allah sana kötülük eriştirmez. Sende çok iyi haslet ve meziyetler var. Söyle bakalım, sen ne gördün?” dediler.
Bu sefer Peygamberimiz şunları anlattı:
“Ben, bu putun yanına yaklaştığım zaman, uzun boylu ve beyazlar giyinmiş biri orada peydâ oldu. Bana, ‘Ya Muhammed! Geri çekil, sakın o puta el sürme!’ diye haykırdı.”1
Bu vakâdan sonra Resulüllah Efendimiz herhangi bir sebep ve sâikle putların yanına uğramadı ve onların bu bayram ve merasimlerine hiç bir zaman katılmadı.
Evet, peygamberlik vazifesiyle memur edilir edilmez, eline Tevhid bayrağını alıp dalgalandıracak bir zât, elbette çocukluğunda ve gençliğinde de Tevhid inancının zıddı olan şirkten ve putperestlikten uzak, ter temiz bir hayata sahip bulunacaktır.
Cenâb-ı Hak, sevgili Resulünü henüz ne teklif, ne memuriyet, hiçbir şeyle alakâlı bulunmadığı zamanlarda bile her türlü çirkinlikten koruyor ve onu hususî bir murakabe altında terbiye ediyordu. Resul-i Kibriyâ Efendimiz de, “Rabbim bana edebi güzel bir sûrette ihsan etmiş, edeblendirmiş”1 sözleriyle bu gerçeğe işaret buyurmuşlardır.
İnsaflı müsteşrikler de her şeye rağmen bu hususu inkâr edememişlerdir. Sir W. Miur Muhammed’in Hayatı isimli eserinde şu itirafta bulunmaktan kendini alamaz: “Hz. Muhammed hakkındaki bütün neşriyatımız bir nokta üzerinde ittifak eder. O da onun ahlâkının temizliği ve yüksekliğidir.”
* * *
Dördüncü Ficar Muharebesi ve Efemdimiz
Peygamber Efendimiz, yirmi yaşında iken Dördüncü Ficar Muharebesi patlak verdi.1
İslâmdan evvel, Cahiliye devrinde, Araplar arasında cinayetlerin, kanlı çarpışma ve şiddet olaylarının, kan davalarının ve her türlü hırsızlık ve yolsuzlukların ardı arkası kesilmiyordu. Kalbleri şefkat ve merhametten mahrum, cemiyet hayatları hak ve hukuktan uzak insanlardan birbirini kırıp geçmekten başka zaten ne beklenebilirdi?
Muharrem, Receb, Zilkâde ve Zilhicce ayları öteden beri Araplarca mukaddes aylar sayılıyordu. Bu aylarda her türlü kötülüğün işlenmesi, her türlü haksızlığın yapılması, kan dökülmesi kesinlikle yasaktı. Bunun için de “haram aylar” adıyla anılıyorlardı.
İşte Ficar Muharebeleri, bu aylardan birinde vuku bulduğu ve iki taraf arasında büyük haksızlıklar, zulümler irtikâp edildiği, kan döküldüğü için bu ismi almıştı.2
Araplar arasında Ficar Muharebeleri dört kere meydana gelmişti. Birinci Ficar Muharebesi sırasında, Kâinatın Efendisi henüz on yaşlarında bulunuyordu.3
Dokuz sene gibi uzun bir zaman süren bu dört muharebe, aslında basit ve ehemmiyetsiz hâdiseler yüzünden meydana gelmişti. Birinci Ficar Muharebesi, Gıfarîlerden bir adamın Ukaz Panayırında uzanmış olarak, “Arab’ın en şereflisi benim” sözü üzerine Havazin Kabilesinden birinin bunu kendisine hakaret kabul edip kılıcını çekerek, övünen adamın ayağını yaralaması sebebiyle Kinane ve Havazinler arasında vuku bulmuştu.
İkincisi, yine Ukaz Panayırında bir kadına sataşmak yüzünden Kureyş ile Havazin kabileleri arasında patlak vermişti.
Üçüncüsü, Kinâneoğulları Kabilesinden bir adamın, Âmiroğulları Kabilesinden birine olan borcunu ödemeyip, müddeti uzatması sebebiyle Kinâne ve Havazin kabileleri arasında meydana gelmişti.
Peygamberimizin yirmi yaşlarında iken katıldığı Dördüncü Ficar Muharebesi ise, Kureyş ile Kinâneoğulları ile Kays-ı Aylan kabileleri arasında Kinâneli Barraz bin Kays adındaki adamın Kays-ı Aylan (Havazin) Kabilesinden Urve namındaki adamı öldürmesi neticesi çıkmıştı.1
Kureyşliler, Kinâneoğullarının müttefiki bulunduklarından, dolayısıyla bu muharebeye katılmak zorunda kalmışlardı. Ukaz Panayırında yapılan Dördüncü Ficar Muharebesine Ebû Tâlip, haram ayda olduğu ve çok zulüm işleneceğini tahmin ettiği için katılmak istememişti. Ancak Kureyş Kabilesinin diğer kollarının diretmesi üzerine iştirâk etmek mecburiyetinde kaldı.
Muharebe sırasında, Ebû Tâlib’in aziz yeğeni Efendimizi bir iki defa yanına alarak götürdüğü rivâyet edilmiştir. Ancak o, sadece atılan düşman oklarını toplayıp, amcasına vermekle yetinmiştir.2
Çarpışmanın bir türlü son bulmadığını gören taraflar, nihâyet birbirlerine anlaşma teklif ettiler. Buna göre, ölüler sayılacak, hangi tarafın ölüsü fazla ise, diğer taraf onların diyetlerini ödeyecek, böylece de harp son bulmuş olacaktı.
Sayım neticesinde Kays-ı Aylanların ölüleri yirmi kadar fazla çıktı. Kinâneoğulları ve Kureyşliler tarafından bu yirmi kişinin diyeti ödenerek, Fil Tarihinden yirmi yıl sonra vuku bulan bu kanlı çarpışma da böylece nihâyet buldu.1
--------------Tualimforum İmzam--------------
T
U
A
L
İ
M
Tualimforum kurallarını okuyunuz
Lütfen
.
Forum kullanımı hakkında bilgi için
TIKLAYINIZ
%
TIKLAYINIZ.
Soru ve sorunlarınızı
BURADAN
bize yazabilirsiniz.
Kurallara uymayan kişilerin tualimforum'a girişleri yasaklanacaktır.
Lütfen imzanıza site adı, link içeren resimler koymayınız sorgusuz silinecektir.
tualim
Açık Profil bilgileri
tualim - Özel Mesaj gönder
tualim´nin Web Sitesini ziyaret edin
tualim - Daha fazla Mesajını bul