Minyatür
Latince "kırmızı ile boyamak" anlamına gelen miniare kelimesinden türemiştir. Bir kitapta konu başlıklarını minium, yani sülyen ile belirginleştirmeye miniare denirdi. Zamanla metni süsleyen resimlere de minyatür dendi. İranlılar ve Türkler bu tarz resme "Nakış resim" veya "Hurde nakış" demişlerdir.
İnsan denen varlık, yaratılışından bu yana iç dünyasından yükselen şiddetli bir arayışla, hep “en güzel olana” erişebilmenin hasretini çekegelmiştir. Bu hâl onda köklü bir sevdaya dönüşmüş ve insan, aradığı güzeli dış dünyada bulabilmek için sonsuz bir çaba sarfetmiştir.
Âdeta “kara sevda”ya dönüşen bu arayış, insanın dış dünyayı daha bir dikkatli seyretmesini ve iç âleminde en güzelin farklı bir tecellisiyle karşılaşmasını beraberinde getirmiştir.
Bilim adamı, bu olguların nesnellik payını yakalamaya çalışırken; daha öteleri sezerek başka dünyaların sonsuz boyutlarına ulaşabilmek, sanatçının vazgeçilmez tutkusu olmuştur.
Böylece sanatçı; iç dünyasında barındırdığı en güzeli, doğruyu ve gerçeği toplumla paylaşmakta, büyük bir iftiharla beğenisine sunmaktadır. Kimi sanatçı eline tuvalini alarak en güzelin manzarasını resmetmekte, kimi de küçücük kağıda, ipek kumaşa incecik fırçayla minyatürler çizerek son derece gerçek bir dünyayı, rüyalar ülkesinin en güzelini bir anda bize hediye etmektedir.
Geleneksel Türk sanatlarının en önemli türlerinden biri olan minyatür; bize yüzyıllardan beri çok boyutlu güzellikler sunan, nakkaşlarını çok uzun bir zaman diliminde yetiştiren, mükemmeli aramada çok büyük ve görkemli bir saha, sanatkârın engin ruh dünyasından alınan muhteşem bir kitaptır.
Eski el yazması kitaplara boya ve yaldızla gayet dikkatli ve ince olarak eski usulde yapılan küçük ebattaki resimlere ve ayrıntıları renkli olarak gösterilen küçük boy portrelere minyatür denir. Minyatür, hikaye, şiir ve tarihin canlı bir türemesidir. Bir minyatüre bakıldığında, o eseri ortaya koymuş olan sanatkarın içinden yetiştiği cemiyetin ahlâk ve medeniyetini, o devir insanının giyiniş tarzını ve tarihî hadiseleri günümüze kadar getirdiği görülür.
Minyatür denilince resim sanatında olduğu gibi aklımıza portre, manzara vs. kavramlar gelmektedir. Minyatürün en önemli özelliği perspektifin olmamasıdır.Minyatür ustası, ön planda tutmak istediği figürü daha büyük bir şekilde ve daha detaylı olarak boyayabilir.
Minyatürü yapılacak konu tespit edildikten sonra konunun içeriğine göre en önemli kişi
veya objenin merkez olduğu bir sistem içinde diğer elemanlar hiyerarşik bir düzende yerleştirilir. Işık gölge kaygısı olmadan anlatılmak istenen konudaki bütünlüğü bozmayacak şekilde tüm obje veya kişiler birbirini kapatmayacak düzende çizilir. Yardımcı motiflerle (ağaç, çiçek, dağ, yer bitkisi gibi) zenginleştirilir. Minyatür boyanırken eğer altın sürme olarak yapılacaksa parlatma sırasından boyaların bozulmaması için önce altın sürülür, parlatılır. Ufuk hattı denilen dağ, tepe gibi gökyüzü ile sınır teşkil eden bölümden
başlanarak tercih edilen renklerle boyanmaya devam edilir.
Minyatür sanatıyla ilgilenen kişinin tezhib bilgisi, daha doğrusu tezhib tasarımı bilgisi mutlaka olmalıdır. Osmanlı Minyatür sanatının bütün güzelliği minyatürde kullanılan elbiselerin, çadırların, halıların, hatta duvarların tezhib gibi boyanmasındandır. Tezhibteki çarpıcı renklerin ve helezonik çizgilerin en kalıplaşmış minyatüre bile canlılık verdiğini görmemek mümkün değildir.
Bugün kullanılan malzemeler eskiye oranla çok çeşitlidir. Fakat kimyevi malzemelerden elde edilen boya ve kağıtların dayanma süresi sınırlıdır. Eski yazmaların günümüze kadar bozulmadan gelmesinin sebebi tamamiyle doğal malzemelerden yapılmış olmalarındandır. Bugün değişik Üniversite, özel kurumlar, kuruluşlar ve kişilerce minyatür dersleri
verilmektedir. Bu eğitim kurumlarında çok iyi yönde olan sanatçılar yetişmektedir. Umudumuz bütün geleneksel sanatlarımızla birlikte çağdaş minyatür sanatımızın da dünya Kültür ve sanat platformunda gereken yeri almasıdır.
Minyatür Sanatının Ortaya Çıkışı
8.ve 9. yüzyıla ait olan ve Turfan bölgesinde Hoço, Bezeklik, Sorçug gibi Uygur merkezlerinden günümüze gelmiş Türk resim sanatının örnekleri arasında, duvar resmi ve figürlü işlemelerin yanında minyatürler de bulunmaktadır. Türklerin İslamiyeti kabul etmelerinden önceki devreye ait yazmalardaki minyatürler, Uygur prens ve prensesleri ile Mani ve Uygur rahiplerini canlandırırlar. Çeşitli kültür ve dinlerin etkili olduğu bir ortamda yapılan bu minyatürlerin üslupları çok zengindir ve farklılıklar gösterir. Türk minyatür sanatının 13. yüzyıla kadar olan gelişimini gösteren daha sonraki örnekler ne yazık ki, kaybolup gitmiştir.
Minyatür sanatı Orta Asya’da ortaya çıkmıştır. Tarihi,Türkler’in Orta Asya’da dünya sahnesine çıktıkları devirlere kadar uzanmaktadır. Minyatürün öz kaynağı ve temsilcileri ise Uygur Türkleri’dir. Orta Asya’da yapılan kazı ve araştırmalar, Uygur–Türk şehirlerinde bulunmuş fresk, resimli ve minyatürlü kitaplar, 8–9. yüzyılda bu sanatın Uygur Türklerinde ne derecede ilerlemiş olduğunu açıkça gösterir.
Orta Asya’da, özellikle Turfan bölgesinde 8. yüzyıldan kalma Uygur duvar resimlerinden başka minyatürler de bulunmuştu. Bu minyatürlerdeki üslup Türkler aracılığıyla birçok İslam minyatürüne de geçtmiş ve etkilerini 15. yüzyıla değin sürdürmüştür.
Büyük Selçuklu Devleti döneminde minyatürlü yazmaların hazırlanışı hız kazandı ve kla*** bir minyatür sanatı ortaya çıktı. Büyük Selçukluların dağılması üzerine Mezopotamya çevresinde ortaya çıkan bölgesel devletlerde ve Anadolu Selçuklularının egemen olduğu yörelerde de minyatürlü el yazmaları hazırlandı. Konya, Diyarbakır, Musul ve Bağdat gibi kentler bu dönem minyatür sanatının korunduğu önemli sanat merkezleri oldu.