Melike Melike deniz gitti dibe yorumlanamazcasına yuvarlanıp dibe gitti yargısının mutluluğunun efendiliğini de olgunca tadıp sesi şarkısını söylüyor kırların temiz ve sadeliğindeki dibe gitti deniz en derin olan kuyusuna dibin dibe gitti deniz en derinine koyu balçığının erotik çağının tutkun sıfatına da uygundu uzayan gölgeleri öğle vakti sana bir anısını anlatıyorum sözlerin çılgın gibi sana bakıyorlardı harfleri doğru dürüst çözülememiş bir alfabe gibi dilimize duvarının ta dibinden dikkat et öfke uzuyor gökyüzünün duyarlı şaraplarını taşırıyor julian bream tiyatrona kızılay sodası da yapışmış ve her çağımda bir şiirim soluk alıp verir kendi zenginliğiyle yağmurlarının altında yüreğinle delice susayarak ay ışığının paltosunun üşümesi büyüyor melikenin ağzında kolunuza girebilir miyim deyip girerek sıcaklığımdan imzasını sulayarak gür saçlarının banıp geliyorken ilk çağ yelkenlerime kalçaları melikenin değdikçe göğüs uçları melteminin takvimlerine parmaklarımın aynalarındaki eciş bücüş şeytan maskelerini veto ediyorum lâv resimli çırılçıplaklığımın adaleli fotoğraflarını seçiyorken yeşilırmağın elma kokulu düşlerimdeki genelevlerinin tükenmez şallarına bürünürken sokaklarım umarsızlığımın yitmiş sembollerindeki sevda cumhuriyetimin yüreğini süresiz ve ödünsüz pompalayan kıyasıya en saf zümrütünden oluşan asidinde bittim senin kı-nın-mı sancısı derin bakışlı süt rengi olunca da alevimde anı taşıverdi deli kirpiklerinden ve göz uçlarından akıp sürüklenen yüreğinin kesitleri için peşinatsız çıkarlı beni seviyordun... Ercüment Uçarı |