Tekil Mesaj gösterimi
Alt 04.08.08, 13:17   #6 (permalink)
Kullanıcı Profili
SERDEM
S.Moderators
 
SERDEM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 7.687
Konular: 6910
Puan Grafiği
Rep Puanı:11076
Rep Gücü:20
RD:SERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 47
464 Mesajına 935 Kere Teşekkür Edlidi
:
Standart İslam Dünyasına Girmeden Önce Türkler

VI. BÖLÜM
İNKILÂP CUMHURİYET

II. Abdülhamid, Genç Türkler, 1876’da iktidara gelen yeni Sultan ciddi meseleleri derhal çözmeye mecbur olur: dış problemler Berlin Kongresi tarafından düzenlenir; iç problemlere gelince onlar 23 Aralık 1876’da ilân edilen Meşrutiyet ile düzene koyulmuş olurlar; o iki meclisli bir parlamento kurar, senato (Meclis-i Mebusan), sözü edilen meclisler eyaletlerin yönetim kurulları tarafından seçilirler; sultan, Meclisi dağıtabilir ve kanunları yalnız koyabilirdi. Aslında, parlamento sadece tek bir dönem toplanır, ikincisi, bir tarih belirtmeden ara verilen Ocak 1878’dir. Abdülhamid reformların sonuçlarından uzak kalmayacak: Yıldız Sarayı’nda işten el etek çeken o, kan dökücü işleri yaptırmaya varan aşırı bir kuşkuya maruz kalır (“Kızıl Sultan” lakabı bundan ileri gelir), o bütün kuvvetiyle yenilikçileri ve hürriyetçileri bütün gücüyle dışlamaya çalışır, ilkin zayıflatılan İmparatorlukta düzeltmeleri yapabilen belki yegâne adam Sadrazamı Mithad Paşa’yı 1881’de ölüme mahkum eder, sonra cezasını bağışlar ve Arabistan’a sürgüne gönderir ve nihayet 1883’de öldürülür.
Mali durum ciddidir. Devlet, 1863’de kurulan Osmanlı Bankası’nın avansları sayesinde kamu hizmetlerini sağlayamaz, 1879’da Osmanlı Bankası bir malî yardım karşılığında yükümlülük (altına soktuğu) belirli gelirleri almayı Osmanlı Hükümeti’ne teklif eder; bu teklif (20 Aralık 1881)’de “Muharrem Kararnâmesi” denen bir andlaşmaya dönüşür, bu (andlaşma) ile yeni bir teşkilat tarafından idare edilen tesbit edilen gelirlerin tahsil edilmesi ile İmparatorluğu yaşatmak için yatırılan sermayeleri Devlet’in alacakları garanti ederler. İngiliz-Fransız idâresindeki Osmanlı kamu borcu; tuz, tütün, pul tekellerinden alınan gelirler, ......, ipekler üzerinden, gümrüklerden arta kalan vergiler vs. (ile karşılanır). Ayrıca, İmparatorluğun sonuna kadar zaten önemli rolü olacak (olan) Osmanlı Bankası, tam anonim bir şirket kalarak Osmanlı İmparatorluğu Bankası namı altında Devlet Bankası’dır. Tütün tekelciliği çoğunluğu Avrupalı olan bir şirkete kiraya verilir: Osmanlı İmparatorluğu’nun Tütüncülük Tekeli. Öte yandan birçok İngiliz, Fransız, Belçika ve Almanya şirketleri memleketin elektriklendirilmesi, madenlerin işletilmesi, limanların veya demir yollarının inşa edilmesi için tavizleri elde ederler. Bütün bu şirketler vergiden muaftırlar ve azami kâr yapmaktan çok iyi anlarlar; onlar özellikle yabancı ürünlere uygulanan öteki gümrük vergilerini yasaklayan mali düzenden yararlanırlar.

Böylece 1918’e kadar Osmanlı İmparatorluğu batı devletlerinin ekonomik ve malî himâyesi altında yaşayacak Sultan bundan hiç rahatsız olmaz, çünkü o seleflerinin azçok bıraktığı yetkinin halife olarak haklı olduğu manevi bir yetkiyi yeniden ele geçirmeye çalışmayı tercih ederek bu durumdan az kaygılanır. O panislâmizm yoluyla “Osmanlı istibdadını sallandıran kuruluşu bilmeye” çalışır; gerçekten, bu dinî yenilik Müslüman halkın yanında bazı başarılar elde ederse de, o hak dininden olmayanlara, özellikle Ermeniler ve Rumlar’a karşı düşmanlıklar (tiksinlikler) ın canlandırılmasına yarar. İhtilalci komiteleri kuran Ermenilere karşı, katliamların ilk dizisi 1894’de doğu vilayetlerinde vukubulur; iki sene sonra, İstanbul Ermenileri bombalattırmakla tehdid ettikleri Osmanlı Bankası’nı istilâ ettiklerinde, problemi çözen, müthiş bir baskı meydana gelir. Aynı şekilde Girit’te Hıristiyanların katliamları adadaki Yunanlılar (Rumlar)’ın girişimiyle kışkırtılır, bu Türkiye’yi (18 Nisan 1897)’de komşusuna harp ilân etmeye götürür. Savaş kısa sürer; Yunanlılar yenilirler ve Türkler Tesalya’yı ele geçirirler; fakat Batı devletlerinin müdahalesi üzerine bir ateşkes andlaşması imzalanır: Türkiye Tesalya’yı geri verir ve bir Yunanlı prens Girit’e vâli atanır, (bu) Yunanlılar tarafından adanın gelecekte ilhakına doğru ilk adım (dır).
Öte yandan, başkan olarak 1879’da Prens Aleksandr de Battenberg’u seçmiş olan Bulgaristan, 1885 Ekiminde Müslümanlar tarafından sürekli olarak oturulan iki kanton (bölge) nu geri vermesi karşılığında, Osmanlı Hükümeti’nin yeniden tanıdığı Doğu Rumeli’yi ilhak eder. Fakat, Bulgaristan’ın bağımsızlık hareketinden hoşnut olmayan Çar, Aleksandr’ı iktidardan el çekmeye zorlar ve Rus yanlısı bir prensi yerine yerleştirmek ister; Bulgarlar reddederler ve yerine bütün Avrupa Devletleri’ne hatta Rusya (1894’de II. Nikola’nın tahta çıkışından sonra)’ya bile kendini tanıttırmayı başaran Ferdinand de Saxe-Cobourg’u (1887)’de seçerler. Birkaç sene daha sonra, Makedonya meselesi ortaya çıkar: Bulgaristan’da yerleşen ikiyüz bin Makedonyalı memleketlerini işgâl eden Osmanlılar’a karşı savaşmak amacı olan dış örgütü 1893’te kurarlar; olayların ardından Abdülhamid Makedonya’yı yağmalattırır, Makedonyalılar Bulgaristan’dan ayrılırlar ve ilkesi doğrudan eylem eylem olan iç örgütü (örgütlemeyi) 1899’da Selanik’te kurarlar; o zaman Makedonyalılar, düzensiz Yunanlılar ve Türk ordusundaki Arnavut askerler arasında amansızca bir savaş olur; Manastır, Selanik ve Trakya’da, devletleri (güçleri) tarafsızlıklarından çıkmaya zorlayan, kanlı olaylar vukubulur: Ekim 1903’te Mürzsteg Andlaşması’na uygun olarak, Makedonya’da biri Rus ve biri Avusturyalı iki sivil memur, nasılsa bir Avrupa Jandarma karakolu da Sultan’a zorla kabul ettirir. Osmanlı idaresi, idareciler ve jandarmaların faaliyetlerini azami derecede engellediğinden neticeler verimsizdir.

24 Temmuz 1908’de Jön Türkler’in ihtilâli (inkılâbı) bu şartlar içinde patlak verir. 1868’e doğru doğduğu görülen, fakat oldukça çabuk yok olan bir “Jön Türkiye Partisi”’ne Batı’nın el attığı ve sultanın siyâsetinin çileden çıkardığı herkesi çabucak birleştiren İttihad ve Terakki Partisi denilen bir parti 1894-95’de varis oldu; propaganda merkezleri özellikle Paris ve Selanik’te yerleştirilir; bu şehirde (Selanik’te) ordu subayları partiye katılırlar ve onlar arasından ikisi Niyazi ve Enver ihtilâli başlatanlardır: biribiri ardından kendi destekleyenlerin huysuzlaştığını gören Abdülhamid 1876 Meşrutiyeti (Anayasası)’ni yeniden ilân etmeye razı olur. Bu ihtilâl herkes tarafından barışçı bir amaç güdüyormuş gibi sanılır: o Makedonya’yı yeniden barışa kavuşturur, imparatorlukta yeni bir hava eser, seçimler yapılır, Parlamento (Meclis) 17 Aralık 1908’de kurulur. Fakat yeni hükümet istikrarı yakalayamaz ve 1909 başından itibaren kendini kabul ettirmek için mutlakıyet yolunu takip etmeye başlar. Abdülhamid durumdan yararlanmaya ve olayların kontrolünü yeniden ele geçirmeye çalışır (13 Nisan 1909); gericilik kışkırtılır, o zaman İstanbul üzerine yürüyen Selanik birlikleri, oraya girerler (24 Nisan), Sultan’ı (27 Nisan)’da tahttan indirirler ve yerine kardeşi V. Mehmed’i çıkarırlar. İradesiz yeni hükümdar otoriter ve aşırı milliyetçi olacak reformcu ve yurtsever Jön Türkler’in eline idareyi bırakır. O imparatorluktaki azınlıkların dostluğunu kazanacağı yerde, ilgi ve saygıda onları aşağılayıcı davranışları yüzünden, bir zıtlık içinde isyanları sık sık görülen onları reddeder. Dış politikada olduğu gibi iç politikada da partinin tutarsızlıkları, onu, en önemlisi Dünya Harbi olan bir takım felaketlere götürür.

Balkan Savaşları, Osmanlı İmparatorluğu içinde ortalığı kasıp kavuran karışıklıklardan yararlanan Avusturya İmparatoru Fransuva-Joesf Ekim 1908’de Bosna ve Hersek’i ilhak etmeye karar verdi, halbuki Bulgaristan’da Prens Ferdinand krallık haline getirilen devletinin bağımsızlığını ilân etti 1909 yılı boyunca Türkler tarafından onaylanan olaylardır. Trablusgarb’a elkoymayı isteyen İtalya Ekim 1911’de Osmanlı İmparatorluğuna savaş ilân eder ve Tarablus’a birliklerini çıkarır ve aynı zamanda filosu Rodos’u ve Dodecanise zapteder; mücadele Tarablusgarb’da çetin geçer ve bu sadece Türkiye’yi terkettiren Balkanlar’daki savaşın ön belirtisidir: adı geçen (devlet) (Ekim 1912 Uşi Andlaşması) ile aldığı yerleri koruma hakkını İtalyanlar’a tanır.
İmparatorluğun komşusu devletler, özel anlaşmazlıklarını gizleyerek, onlar arasında bir kurulur: Bulgaristan (Mart 1912’de) Sırbistan ile, savaşa (Mayıs’ta) Yunanistan ile ittifak edilir, oysa Karadağ olan bu koalisyonu destekler, öte yandan Rusya tarafından elverişli (uygun) görülür. 18 Ekim’de Balkan Devletleri tarafından Türkiye’ye harp ilân edilir. Adı geçen (Türkiye) Bulgarlar tarafından Kırk Kilise’de, Sırplar tarafından Selanik’te bir takım yenilgilere uğrar; Yunanlı filosu Ege Denizi adalarını ele geçirir ve Bulgar Ordusu İstanbul önünde son savunma hattı Çatalca’ya kadar ilerler, fakat artık uzağa gidemez (19 Kasım 1912). 26 Kasımdan itibaren görüşmeler başlar ve 3 Aralıkta, bir ateşkes imzalanır. 16 Aralıkta Londra barış konferansı açılır; bir süre için uzaklaştırılmış olan Jön Türkler tarafından iktidarın yeniden ele geçirilmesinin ardından görüşmeler yarıda kesilir. Türkler’in son dayanma gücü olan Edirne’nin düşüşüyle sadece düşmanlıklar ortaya çıkmıştır. Nihayet Londra Andlaşması 30 Mayısta imzalanır: Türkiye artık ancak Avrupa’da İstanbul ve Trakya’nın küçük bir kısmını korur. Alınan toprakların paylaşılması İkinci Balkan Savaşı’na yol açar ki bu savaş sırasında Türkler Edirne’yi geri alırlar ve Bulgaristan ile İstanbul’da imzalanan bir anlaşma ile Edirne’nin ötesine kadar, Trakya toprakları az (hafifce) genişler. Aralık 1913’te büyük devletlerin bir kararı ile Çanakkale Boğazı ağzındaki İmroz ve Bozcaada adaları Türkler’e geri verilir. Bu sırada 21 Haziran 1913’te Sadrazam Mahmud Şevket Paşa öldürüldü. Bu olay Jön Türkler’in iktidarı tamamen ele geçirmelerini sağladı. Bu devir, İçişleri Bakanı Talat Paşa, Başkentin sıkı yönetim komutanı (askerî vâli), sonra Bahri Nazırı Cemal Paşa ve özellikle Başkomutan Vekili ve sarayın damat adayı Enver Paşa’nın kurdukları Triyumvira (üçlü yönetim) Devri’dir. Deniz kuvvetleri ve Kara kuvvetlerinde ortaya koyulan yetersizlikler karşısında, onları yeniden düzenlemeye girişilir ve bunun için İngiliz, Fransız ve Alman mühendisler ve subaylar özellikle ordunun genel müfettişi olan Alman Geneerali Liman Van Sanders çağrılır. Birinci Dünya Savaşı patladığı zaman (ordunun) düzenleme işi yapılmaktadır; Türkiye, İngiltere ve Fransa’ya yaklaşmak arzusunu 1914 senesi ilk ayı boyunca açığa vurmuştu, fakat aşırı derecede Alman dostu (olan) Talat ve Enver tarafından yönlendirilen bir grup, Almanya ile gizlice görüşür; bu görüşmelerin sonu (2 Ağustos 1914)’te bir ittifak andlaşması imzalamaya varır.
Birinci Dünya Savaşı, O zamandan beri Türkiye Alman Tarafında yer alır; 11 Ağustosta o iki Alman zırhlısı “Goben” ve “Breslev”i kabul eder; 9 Eylülde Türkiye’nin tarafsız kaldığını görmeyi isteyen İngiltere ve Fransa’nın başvurusuna cevap olarak, o Kapitülasyonları yürürlükten kaldırır. Ne var ki Rus donanması ile çatışmanın ardından savaş (31 Ekimde) resmen ilân edilir. Enver tarafından Kafkasya bölgesinde yönetilen bir sefer (Aralık-Ocak) ciddi bir yenilgi ile son bulur; Cemal tarafından Süveyş Kanalı’na karşı yapılan bir başka (sefer) (Ocak 1915)’te az farkla başarısızdır; Marttan Ağustos 1915’e kadar, aşılmaz bir savunma ile karşılaşan bazı birlikleri karaya çıkarmayı başaran İngiliz ve Fransızlar’ın bulunduğu Çanakkale Bölgesi’nde şiddetli savaşlar vukubuldu. Ekim 1915’te Bulgaristan’ın savaşa girişi, Makedonya’da Müttefikler’in askerî gücünü yerinden oynatır ve Ocak 1916’da Çanakkale Boğazı boşaltılır. Batıda, Mayıs 1915’te bir Rus saldırısı birkaç ay sonra Erzurum’un sonra Trabzon, Van, Bitlis ve Maraş’ın düşmesine neden olur. Fakat Rus ihtilâli bu bölgelerdeki harekâtları durdurur ve 7 Aralık 1917’de Rusya ile bir ateşkes andlaşması imzalanır.
Sonuncu önemli harekâtlar İngilizler’e karşı yapılır: adıgeçenler 1914 Kasımından itibaren Basra’yı ele geçirdiler ve Tigre (20 Eylül 1915’te Küt’ül-Ammare alınır) boyunca Kuzeye doğru çıkılmaya çalışılır; fakat Bağdad demiryolu üzerinde yenilen General Tavnsend, teslim olduğu Küt’ül-Ammare’de iltica eder (29 Nisan 1916). Bir sene sonra, İngilizler yeniden saldırıya girerler ve Bağdad’ı ele geçirirler (11 Mart 1917). Nihayet Araplar’ın güvenini kazanmayı bilen İngilizler, Suriye ve Filistin’de Osmanlılar’a ve en çok özellikle Jön Türkler’e karşı 1918 Ocağından itibaren bir takım baskınlar (seferleri yöneltirler; Türk sürekli direnir ve ancak Türk birlikleri Eylülde Fransızla’a ve İngilizler’e Suriye’ye girmeye izin vererek, geri çekilirler. Bulgaristan kapitülasyonu (29 Eylül 1918) Türkiye’ninkini çabucak alıp götürür; 30 Ekim 1918’de Mondros koyunda, Boğazların serbestliği, İstanbul (Fiilî Kasımdan itibaren)’un işgali, savaş gemilerinin teslim edilmesi, Toros tünellerinin işgali gibi başlıca hükümleri bulunan bir mütareke imzalanır.

Bu arada, Sultan V. Mehmed 3 Temmuz 1918’de ölmüştür ve VI. Mehmed namı altında Sultan olan kardeşi Vahideddin yerine tahta çıkmıştı. Jön Türk kabinesi hükümetlerinin yerini İtilaf Devletleri Anadolu’nun bazı kısımlarını ve İmparatorluğun doğu eyaletlerini işgal etmeye girişirler: İngilizler Mezopotamya ve Samsun’u Fransızlar Suriye ve Kilikya’yı, İtalyanlar Konya ve Antalya’yı (İşgal ederler). Nihayet savaşın sonuncu sonucu, İngilizler’in koruyuculuğunda olan ve Ege Denizi’nin iki kıyısında yayılan istikbalde bir Yunan Devleti’ni müjdeleyen Anadolu’nun Ege Bölgesi’nin işgali Yunanlılar’ın kendine bırakılır; 15 Mayıs 1919’da, Yunanlılar İzmir’e çıkarlar. Her bir parça ekonomik, idarî ve politik kontrollerine tâbi tutulduğundan İtilâf Devletleri’nin gâyesi eski Osmanlı İmparatorluğunu azamî parçalara ayırmak idi. Bu politikaya karşı, millî duyguları yeniden Türkler’e veren, aynı zamanda çok istediği bağımsız ve hür bir Devleti Anadolu’da yeniden kurmayı sağlayan bir adam karşı gelecek; bu Selanik’te, Trablusgarp’ta ve Çanakkale Savaşı’nda, Kafkasya’da ve Suriye’de ününü yayan bir subaydır; savaşın sonunda, o bir generaldir ve siyasi ve askerî itibarı büyük önem taşır: bu adam Mustafa Kemal’dir.
15 mayıs 1919’da, o kuzey ordusunun müfettişliğine atanır; 16 Mayısta İstanbul’u terkeder ve 19 Mayısta Samsun’a çıkar: o günden itibaren son Türk inkılabı başlar.
Mustafa Kemal’in İnkılâbı Damad Ferid Paşa Hükümeti İstanbul’da Fransızlar’ın arka vermesi ve İngilizlerin desteği arasında tereddüt ederken, Mustafa Kemal Paşa 22 Haziranda Amasya’da hükümeti kınayan ve vatanın istiklâlini kurtarmak için yakında Sivas’ta bir kongrenin toplanacağını bildiren bir tamim (genelge) yayınlar. 23 Temmuzda, Erzurum’da bir Kongre toplanır, sonra Mustafa Kemal başkan olarak seçilir, aşağıdaki maddeleri kapsayan bir bildiri (beyânnâme) hazırlar; millî sınırlar içinde Türkiye’nin bütünlüğü ve istiklâli; Osmanlı Hükümeti’nin güçten düşmesi halinde, vatanı müdafaa etme vazifesini yüklenecek olan geçici bir hükümet teşkil edecek.
Erzurum programını genişleterek uygulayan Sivas Millî Kongresi 4 Eylülde toplanır: sözü edilen (Erzurum Kongresi) “Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” tarafından düzenlendiği halde, Sivas programı “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” ni doğurur; İstanbul Hükümeti’ne ve yabancı güçlere (devletlere) karşı düşmanca bir tavır alan Mustafa Kemal Kongre’nin başkanı seçilir. Ayrıca bu (adı geçen) pekçok bunalımlarla (krizlerle) karşı karşıyadır. 16 Mart 1920’de, İngilizler Harbiye ve Bahriye Bakanlıkları’nı, Polis ve Posta İdarelerini İtilâf Kuvvetlerine işgal ettirirler, aynı zamanda milletvekilleri ve Mustafa Kemal’den yana önemli kişiler tutuklanırlar ve Malta’ya sürgün edilirler; hemen, Meclis dağıtılır ve birçok milletvekili Milliyetçiler’e katılmak için İstanbul’u terkederler.

23 Nisan 1920’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara’da toplanır: bu (Meclis), milleti temsil ettiğine, Sultan görevlerini serbestçe yeniden ele geçirebilinceye kadar yasama ve yürütme yetkilerini elinde bulundurduğuna ve yetkilerini başkanı, Meclis’in başkanı olan bir Bakanlar Kurulu’na devrettiğine karar verir: bu makama (24-25 Nisan)’da seçilen Mustafa Kemal’dir; ilk millî hükümet 3 Mayısta kurulur ve Damad Ferid Paşa açıkça anti-kemalist bir tavır alırlar ve milliyetçilere karşı kuvvetler gönderirler; bu kuvvetlerin birkaç başarısından sonra, pek yakında iki ordu arasında bütün savaş hareketi kesilir. Öte yandan, Fransız işgalcilerine karşı Kilikya’da bir yıla yakın bir zamandan beri girişilen savaşların ardından Ankara’da 30 Mayısta bir mütareke imzalanır: bu yabancı bir devlet ile Büyük Meclis tarafından imzalanan ilk andlaşmadır.
Başlangıçtaki tarihi 20 Haziran olan İstiklâl Savaşı, Sevr Andlaşması’nı zorla kabul ettirmek için İtilâf Devletleri’nin rızasıyla başlatılan Türk-Yunan Savaşı ile karışır. Bu andlaşma sadece Osmanlı Hükümeti tarafından 10 Ağustosta imzalanmış olmasına rağmen, şartlar daha önceden biliniyordu: İstanbul Sultan’a kalacaktı, Boğazlar gemilere, aynı zamanda savaş gemilerine açılıyordu ve “Boğazlar Komisyonu” nun gözetimi altında idiler; muhtar bir Kürdistan kurulması zorunlu idi; Ermenistan hür ve bağımsız bir devlet oluyordu; Yunanistan Trakya, İmroz, Bozcaada adalarını, İzmir ve Ege Vilayetlerinin büyük bir kısmını alıyordu; Suriye, Mezopotamya ve Arabistan Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılıyordu; azınlık hakları korunuyorlardı; Kapitülasyonlar yeniden kuruluyorlar ve ağırlaştırılıyordu; Anadolu’da etkili bölgeler İngiltere, Fransa ve İtalya’ya ayrılmışlardı. Şurası açıktır ki böyle bir barışı Kuvayı Milliyecilerin (Milliyetçilerin) onayını alamazdı.İstanbul yönüne ilerleyen bunlar (Kuvayı Milliyeciler), Ağustos ayında bütün Anadolu’yu işgal eden Yunan ordusunun saldırısı karşısında geri çekilmek zorunda kaldılar. Yunanlılar Ocak 1921’de sağlam Türk siperleri ile karşılaşan bir saldırıyı Eskişehir ve Dumlupınara doğru başlatırlar; hatta daha iyisi Albay İsmet Paşa (geleceğin İsmet İnönü’sü), İnönü’de Yunanlılar’a karşı zafer kazanır ve böylece Türk ilk zaferi elde ederek, onların saldırılarını durudur (10 Ocak 1621). Doğuda, Komutan olan General Kâzım Karabekir Ermeniler’e karşı başarılar elde eder ve 1878’de kaybedilen toprakları geri alır: bu kazançlar Aleksandropal (Gümrü) (3 Aralık 1920), Moskova (16 Mart 1921) ve Kars (12 Ekim 1921) Andlaşmaları ile tasdik edilirler. Ayrıca Ağustos 1920’de milliyetçileri “Maddî ve Manevî” (yönden) destekleyen Sovyet Hükümeti ile bir andlaşma imzalanmıştır.
Sevr Andlaşması’nı gözden geçirip düzeltmek için Osmanlı Hükümeti ve Milliyetçiler (Kuvayı Milliyeciler) ile İtilâf Devletleri (özellikle Fransızlar ve İtalyanlar) arasında kış boyunca müzarekelere girişilir; fakat hiçbir sonuca varılamaz ve 23 Mart 1921’de, Eskişehir’e doğru bir Yunan saldırısıyla, düşmanlıklar yeniden başlar:: 31 Martta, Türkler İnönü’de ikinci bir zafer kazanırlar. Temmuzda, Yunanlılar yeniden saldırıya başlarlar ve bu defa, Afyon Karahisar, Kütahya ve Eskişehir’i işgâl ederler. Türk birlikleri Sakarya gerisine çekilirler, fakat durumları tehlikelidir. 5 Ağustos 1921’de, Mustafa Kemal üç aylık için olağanüstü yetkililerle Başkomutanlığa tayin edilir. 23 Ağustosta yirmiki gün süren bir muharebe başlatır: zaferden sonra, Yunan ordusu kaçmak ve geri çekilme ile sona erer; bu zafer dolayısıyla Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal’e Gazi ünvanı (muzaffer) verir.

Sonra harbi sona erdirmek için görüşmeler başlatılır, fakat Müttefikler’in teklifleri Türkler tarafından ve Türkler’inkiler de Müttefikler tarafından reddedilir. Mustafa Kemal, 1922 yazı başında kesin bir darbe vurmaya karar verir: 26 Ağustos’ta Türk kuvvetleri Yunan hatlarını yararlar ve 30 (Ağustos)ta bu başarıları Dumlupınar Zaferi (Başkumandanlık Muharebesi) tamamlanmıştır. Onların askerî gücünü kovalayan Türkler 9 Eylülde İzmir’e girerler (13’ünde şehir çok büyük bir yangın ile büyük ölçüde harap edilir); 18 Eylülde Anadolu’da artık tek bir Yunan askeri kalmaz. İstanbul ve Çanakkale Boğazları İngilizler kuvvetlerini bulundurur iken, Türkler ile silahlı bir çatışmayı göz önünde bulundurdukları halde, Fransızlar ile Kuvayı Milliyeciler (Milliyetçiler) arasında Haziran 1921’de imzalanan bir andlaşma, 20 Ekim 1921’de Ankara’da tasdik edilir, (11 Ekim 1922’de) Makedonya’da bir mütareke imzalatmaya girişilir ve başarırlar; Türkler Trakya’nın mülkiyetini yeniden elde ederler ve barış imzalayıncaya kadar birliklerini koruyabilen müttefiklerin bulunduğu Boğazlar Bölgesi’ni yönetirler.
Bu barış hükümetlerini tesbit etmek için Lozan’da bir konferans yapılması gerekir; Mustafa Kemal, Sultan idâresinin konferansı temsil etmesini engellemek için saltanatın halifelik henüz korunur ortadan kaldırılmasını (.............) 1 Kasım 1922’de oylayıp, kabul ettirir. Son Osmanlı Kabinesi derhal istifasını verir ve 17 Kasımda Sultan VI. Mehmed bir İngiliz gemisine biner. Büyük Meclis onun (sultanın) düşmüş (olduğunu) ilân eder ve yeğeni Abdülmecid’i halife olarak tayin eder. Lozan Konferansı, 21 Kasım 1922’de açılır (ve) 24 Temmuz 1923’te imzalanan bir harp andlaşmasıyla son bulur: Meriç boyunu Trakya’ da sınır olarak elde eden ve İmroz ve Bozcaada adalarını yeniden ele geçiren Türkler için bu bir zaferdir; Yunanistan Anadolu kıyısına yakın adaları askerden arıtmak zorunda kalır; Türkiye’deki Rumlar (İstanbul hariç) ve Yunanistan’daki Türkler (Batı Trakya hariç) mübadele edilecekler; oniki adalar üzerinde İtalya egemenliğini yeniden tanınır; bir savaşa katılması halinde Boğazlar Türkler tarafından yeniden silahlandırılabilecek; kapitülasyonlar kaldırılırlar; barışın onaylanmasından sonra İtilâf Devletleri altı haftada İstanbul’u boşaltacaklar. Artık ne Ermeni ne de Kürdistan meseleleri vardı. Sonunda Haziran 1926’da mali bir tazminat karşılığında Irak’a bırakılan Musul toprağı konusunda, tek bir anlaşmazlık varlığını sürdürür. 23 Ağustos 1923 barışı Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanır; 2 Ekimde İtilâf Devletleri’nin boşalttığı İstanbul’a Türk Kuvvetleri 6’sında girerler: İstiklâl Savaşı son buluyordu.

Birinci Büyük Millet Meclisi nisanın birinde dağıtılmıştı; seçimler haziranda başlar ve ağustosun başında son bulur, (9 Ağustos)ta “Halk Partisi” adını alan Mustafa Kemal’in grubu, “Müdafaa-i Hukuk Grubu”nun adayları İkinci Meclis için belirtilir (seçilir). 13 Ağustosta, Mustafa Kemal Meclis Başkanı seçilir; 29 Ekimde Cumhuriyetçi rejim (idâre) kurulur; aynı gün, Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı olur ve İnönü Başbakan olarak tayin edilir. Ankara, Devlet’in başkenti olur.
Nihayet, inkılâbın sonuncu safhası, 3 Mart 1924’de seçilmiş halifeliğin kaldırılışıdır, aynı zamanda dini öğretme ve şeri (Müslüman) mahkeme müesseseleri ortadan kaldırılırlar. Bundan böyle büyük bir görev Mustafa Kemal’e verilir: Türkiye’yi yeniden yapmak.

Yabancılar tarafından zorla kabul ettirilen baskılardan kurtulan, modern bir ülke (olan) Batı Avrupa’nın ekonomik himayesine bağlı ve geri kalmış bir Devleti düzenlemekten ibaret olan görev gerçekten büyüktür. İktidarda kaldığı onbeş sene süresince, Mustafa Kemal gayretlerini bu niyetini gerçekleştirmeye adadı; şüphesizdir ki kuvvetli şahsiyeti, duraksız faaliyeti, sarsılmaz ve kararlı iradesi bu yenilikte onun çok lehinde oldular: bir devlet iç bölücüler tarafından parçalanır ve az çok dış yeniliklerin içine işlemesine maruz kalır. Tek bir parti kurarak , muhalefeti susturan, böylece şahsiyeti ve fikirleri etrafında millî bir birlik meydana getiren Mustafa Kemal Türk haltına kendine güveni ve kesin bir düzeltme yapma isteğini yeniden geri vermeyi başardı. 30 Nisan 1924’te Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Millet Meclisi tarafından oylanır; bu anayasa Meclis’e yasama ve yürütme yetkilerini verir; aslında yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu’nun ellerindedir. Meclis, bütün (erkek) yurttaşlar (kadınlar oy hakkını 1934’te elde ederler) tarafından dört sene için seçilen, bir tek millet meclisini içine alır; o sırası gelince ve dört yıl için Cumhurbaşkanı’nı seçer. 1945’e kadar sanki yalnız tek bir parti var oldu: Cumhuriyet Halk Partisi, siyasi açıdan demokrat ve halkçı, iktisadi açıdan devletçi ve dinî açıdan laîktir. Aslında (uygulamada) Meclis ve Halk Partisi Mustafa Kemal’in ve onun kararlarının emrindedir.

İç politikada, çok evliliğin yürürlükten kaldırılması, dinî düzenin ortadan kaldırılması ve fes giymenin yasaklanması (Ağustos-Kasım 1925); İsviçre, İtalyan ve Alman kanunlarına göre düzenlenen, medenî, cezaî ve ticarî kanunlarını yeniden kurulması (Ocak-Şubat 1925) medeni nikahın zorunluluğu (Eylül 1925); Devlet’in dinini İslâm (olarak) açıklayan anayasa maddelerini yürürlükten kaldırılması (Nisan 1928); Latin alfabesinin kabulü (Kasım 1928); sırf Türk endüstrisinin gelişmesini özendirmek ve yabancı tavizleri yavaş yavaş kaldırmak için himayeci gümrük tarifelerinin uygulanması (Haziran 1929) göze çarpan olaylardandır. Bu anda Atatürk reformlarına muhalif birkaç teşebbüsü kaydetmek gerekir: Ağrı (Ararat) Dağı bölgesinde Kürterin bu ayaklanması (daha önceden Kürdistan’da ki ayaklanma 1925 Şubatında patlak vermiş, fakat çabucak bastırılmıştı) ve İzmir yakınında Menemen’de dinî özellikte bir ayaklanma (Mayıs-Aralık 1930) dan dolayı (ömrü) çok kısa süreli olan bir Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması ile ortaya çıkan başkaldırmalardır. 1931’de Cumhuriyet Merkez Bankası kesin olarak kurulur: o Devlet Bankası ve emisyon kurumu olarak Osmanlı Bankası’nın yerine geçer; Ziraat Bankası ve İş Bankası ülkenin kalkınmasına yardım ederler. Ocak 1934’te endüstriyi geliştirmek için dört yıllık bir plân yayınlanır; sanayici girişimciler Sümerbank ve Etibank’ın kontrolü altındadırlar; artık yabancı şirketlerin elinde olmayan demir yolları özellikle ülkenin doğu ve güneyinde gelişirler. Ocak 1935’te Türk vatandaşları aile soyadlarını almaya mecbur olurlar; Meclis’in teklifi ile Mustafa Kemal, Kemal ATATÜRK olur. Ekim 1937’de 1924’ten beri Başbakan olan İsmet İnönü, iktisatçı Celâl Bayar’a makamını bırakır.

Dış politikada, Türk politikası kesinlikle barışçıdır ve o büyük devletlerle olduğu gibi komşularıyla da andlaşmalar imzalamaya çalışır: Rusya ile tarafsızlık ve saldırmazlık andlaşması (Aralık 1925), İtalya ile 30 Mayıs 1928’de beş yıllık için saldırmazlık sözleşmesi imzalar; Bulgaristan ile (6 Mart 1929’da) andlaşma; Rusya ile andlaşma Aralık 1929’da yenilenir; askıya alınmış bütün meseleleri çözen (30 Ekim 1930’da) Ankara Andlaşması’nın ardından Yunanistan ile ilişkiler (münasebetler) düzeltilir; Ekim 1931’de, Litvinov Ankara’ya gelir ve Türk-Rus Andlaşması beş yıl için yenilenir; aynı şekilde İtalya ile andlaşma beş yıl için yenilenir (Mayıs 1932); bir ay sonra, Türkiye, Milletler Topluluğu (Cemiyeti)’na girer. Ertesi yıl Yunanistan ile on yıl için bir saldırmazlık sözleşmesi imzalanır. 9 Şubat 1934’de Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya tarafından Balkan Paktı imzalanır: dört devlet karşılıklı olarak sınırlarını garanti ederler: bu Bulgaristan’ın katılmayı reddettiği “Balkan Antantı” dır. Temmuz 1936’da, Montrö Sözleşmesi ile, Türkiye Boğazlar’ın tam kontrolünü yeniden elde eder. Balkan Paktı’nın benzeri Temmuz 1937’de Asya Devletleri Irak, İran, Afganistan ile (Sabadabad Paktı) imzalanır. (30 Mayıs 1926, 1 Şubat 1930) (tarihli) değişik andlaşmalarla düzenlenmiş olan Fransız-Türk münasebetleri (6 Aralık 1937)’de Türkiye’nin ısrarla istediği Hatay Sancağı konusunda azar; kriz ciddidir, fakat görüşmelerin ardından, Türkler Sancak’tan bazı imtiyazlar elde ederler, ve nihayet 23 Haziran 1939’da Fransa ve Türkiye bir saldırmazlık andlaşması imzalarlar ve Fransa bundan böyle Hatay adını alan İskenderiye Sancağı (Sandjak d’Alexandrette)’nı terk eder. İngiltere ile, Musul meselesini çözen ilk andlaşma 5 Haziran 1926’da imzalandı; bu andlaşma 19 Ekim 1939’da Fransa’nın (da) katıldığı karşılıklı yardım sözleşmesi haline getirilir.
Bir yıl önce, bütün enerjisini adadığı bir milletin hepsi tarafından gözyaşı dökülen Cumhuriyet’in kurucusu Kemal Atatürk 10 Kasım 1938’de ölmüştü; Onun çok büyük eserli yöresinde İkinci Dünya Savaşı’nın (başladığı) güç şartlar içinde iktidarı alan yeni Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından devam ettirilir. Fakat Türkiye hiçbir şey kazanamayacağı bir çatışmanın dışında kalmaya kararlıdır; Fransa ve İngiltere ile imzalanan karşılıklı yardım sözleşmesinden sonra, Rusya ile saldırmazlık sözleşmesini ilân eder (24 Mart 1941), halbuki iki taraf arasında tarafsızlığını göstermeye yönelen (Türkiye) Almanya ile (de) 18 Haziran 1941’de bir dostluk andlaşması imzalar. Bununla birlikte, Aralık 1943’te, İsmet İnönü, Türkiye’yi çatışmanın içine sokturmayı kendisinden isteyen Rusvelt ve Çörçil ile Kahire’de bir görüşme yapar; Büyük Millet Meclisi, Almanya’ya ve Orta Avrupa’nın diğer ülkelerine kromun ihracatını durdurmaya karar verir (Mayıs 1944) ve pek yakında Almanya ile (2 Ağustos 1944), sonra Japonya ile (3 Ocak 1945) bu siyasi ve ticari bağlar koparılır. 23 şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya savaş ilân etmekten başka bir şey değildir, fakat gerçekten de çatışmaya katılmaz. Savaşın sonunda, Türkiye Birleşmiş Milletler’in arasına girer.

Memleket içinde önemli bir olay gelişir: Aralık 1945’te Celâl Bayar’ın başkan olduğu Demokrat Parti kurulur; 1946 seçimlerinde, bu parti bir kırk milletvekili seçtirmeyi başarır, ve 14 Mayıs 1950 seçimlerinde, o Cumhuriyet Halk Partisi’ne karşı parlak bir zafer kazanır: eski iktidar sahiplerinin bir elli (milletvekiline) karşı dört yüzden fazla milletvekili (çıkarır); daha birkaç gün sonra Celâl Bayar Cumhurbaşkanı olur ve Demokrat Hükümeti ile içeride (yurtta) liberalist bir ekonomi politikası (yabancı sermayeyi teşvik ve bazı sanayi kollarını özelleştirme) ve dışarıda Atlantik (Nato) hükümetleriyle işbirliği politikası başlatır ki bu, Montrö Andlaşmaları’nı yeniden gözden geçirmeyi 1946’dan beri isteyen Rusya’nın tutumundan ileri gelen şeydir. Eylül 1951’de Yunanistan ile aynı zamanda Türkiye Atlantik (Nato) Paktı’na kabul edilir ve Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa ile kararsızlık gösteren Arap ülkelerini içine alan bir Orta-Doğu Paktı kurmaya çalışır.

1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin başarısı, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’nde yeni bir safhadır: o (cumhuriyet), halkın kendi irâdesini (görüşünü) açığa vurabildiği gerçek (hakiki) bir demokrasiye kavuşur, zaten kamuoyu memlekette gittikçe büyüyen bir rol oynar. Türkiye otuz yıl bilhassa memleket gelenek ve göreneklerinde, sultanların mutlakıyetlerinden demokratik serbestlikler rejimine çıkarmaya yönelten bir diktatör (lider) aracılığıyla (ile) geçirir: Bu herşeyden önce Türklerin “Ebedî Şefi” ve yeni Türkiye’nin sembolü diye anılan Kemal Atatürk’ün eseridir.
--------------Tualimforum İmzam--------------
Aksini Belirtmediğim Takdirde Yazdığım Konular ALINTIDIR



Liseler - Anadolu Liseleri - Fen Liseleri

Anaokulu - İlköğretim

Sınav Soruları ve Ders Notları
SERDEM isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla