Konu
:
İslam Dünyasına Girmeden Önce Türkler
Tekil Mesaj gösterimi
04.08.08, 13:11
#
1
(
permalink
)
Kullanıcı Profili
SERDEM
S.Moderators
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 7.687
Konular: 6910
Puan Grafiği
Rep Puanı:11076
Rep Gücü:20
RD:
Teşekkür
Ettiği Teşekkür: 47
464 Mesajına 935 Kere Teşekkür Edlidi
:
İslam Dünyasına Girmeden Önce Türkler
İSLAM DÜNYASINA GİRMEDEN ÖNCE TÜRKLER
TÜRKLER, TÜRKİYE adını verdikleri Batı Asya’nın bu bölgesine kesin olarak yerleşmeden önce çağlar boyunca, Asya’nın doğu bölgelerinden, Orta Avrupa’ya kadar göç ettiler ve batıya doğru yürüyüşlerinde, bugün hala mevcut olan izleri görülen ırkı ve lisanı kitlelerine gittikleri yerlere yer yer yerleştirdiler.
Türkler’in menşei meselesi oldukça karanlıktır. Yalnız Çin kaynakları, bize, Kuzey Çin’in batısından Baykal Gölü civarına kadar, yani Yukarı (yüksek) Asya veya modern Coğrafyaya göre, Moğolistan olarak adlandırılan bölgelere M.Ö.2000 yıllarına doğru göç eden topluluklardan bahsederler. Bu toprakların hepsi Altun, Tanrı, (Tagh), Altay, Sayan, Kingan yüksek dağları veya Lobi, Gobi Çölleri tarafından geri kalan çevreden ayrılmıştır. Az yükseklikteki bölgelerde çöl veya Step iklim hüküm sürer: kışları çok soğuk yazlar çok sıcak , yağışlar nadirdir; daha yüksek bölgeler yağış aldıklarından ormanlar veya çayırlar ile kaplıdırlar. Daha batıda,Sin-kiang (Sincan) veya Çin Türkistan’nda Çungarya ve Rus Türkistan’nın doğusunda iklim şartları azçok aynıdır; fakat, insanların toplandığı ve yerleştiği daima önemli noktalar olan Hotan, Yarkent, Kaşgar gibi şehirler, Tarım da olduğu gibi dağların eteklerine kurulmuş insala dolu bölgelerdir.
Bu bölgelerde oturanlar her zaman, herşeyden önce çadır altında yaşayan atlı göçebeler, çobanlar ve avcılardır. Onlar, klan ve kabileler halinde çok önceden teşkilatlanmış gibi görünüyorlar. Ziraati ve endüstriyi bilmezler ve küçümserler, buna karşılık komşu ülkeleri memnuniyetle gönüllü olarak (genellikle) yağmalarlar. Girişi güç yörelere sığınmış olduklarından, takip edilmekten korkunurlar, fakat sınır bölgeleri için sürekli bir tehlike meydana getirirler ve şayet bazen dış bir kuvvet onlara baskı yaparsa, pek çok defa tasirisz kalır. Bu göçebeler, üç ana gurup teşkil ederler: Türkler, Moğallar ve bugünkü Mançular’ ın ataları olan Tunguzlar. Bu guruplar çok kolayca birbirlerine karışırlar, ve halklar topluluğu diye adlandırılan şeyi teşkil ederler, böylece Hiung-Nu topluluğu için ortaya çıkan şey, bu gibi geliyor.
Hiun-Nu’lar:
Hunlar 2 bin yıllık Çin yıllıkları, ana yurtları Ordos bölgesi olduğu görülen ve Çin’ in kuzey batısına göç eden toplulukları, bu isim altında zikrederler. Hiun-Nu’unların hepinin türk olduğu kesin değildir, fakat orda hakim olan Türk unsurudur. Asırlardır onların izlerini takip etmek mümkün değildir; yalnız onların M.Ö.III.-II. Yüzyıllarda Hükümdar veya Şanyü Mao-tun veya Mete idaresi altında en yüksek noktaya ulaşır; Kansu’ dan Tarım havzasına kadar yayılır. Fakat, iç kavgaların kurbanı olan Hiung-Nu’ lar Çinliler tarafından M:Ö.44’-de yendiler ve bu tarihten itibaren ikiye ayrılırlar: Kuzey Hanı veya Pei-han hanedanının yarattığı Çin tarihinde, IV. yüzyılda tekrar ortaya çıkan Doğu Hunları ve Jua- Juan’ların Moğol kabilesi tarafından sürülerek, batıya doğru yol alan Ural’ı geçen Alanlar’ı Ostrogotları ve Vizigotları yenen yıkan ve Pannoni’ye yerleşen Batı hunları : Hun ismi altında Avrupa’nın tanıdığı bunlardır. Şeyfleri Atilla’nın idaresinde, 451’deki campus Catalaunun yenilgisine kadar onlara parlak başarılar elde ederler; bu tarihten sonra doğuya, doğru çekilirler ve bunlar arasında sonuncuların bir kısmı Azak denizi’nin kuzey- Batısına, bir kısmıda don ağzına sığınırlar.
Tukyular
: (Göktürkler) IV. yüzyılın başında orta asya, Juan-Juanlar’ın hakimiyeti altındadır. Bunlar, Türk kabilelerinin çok sayıdaki ayaklanmalarını bastırdılar; onlardan biri Bumin tarafından idare edimiş olan yenen ve Kağan (hükümdar) ünvanı alan Bumin ve aynı zamanda merkezi Yukarı Orhunda’ olan Tk-yu (Göktürk) Devleti’ni kurar. 552’ de ölümü üzerine yerine büyük oğlu Mukan, Moğolllar üzerinde hakimiyet kurarak Kağan olur ve küçük oğlu İstemi, Yabgu ünvanıyla Cungarya, yedi-su ve yukarı yurt bölgelerini idare eder; Kardeşinden ayrılarak Çin’e doğru yönelen İstemi, Batı Tunkyu (Göktürk) hanedanı kurar. Sasani Hükümdarı Khosroes ile ittifak ederek, Soğdiyan’ı Hun Eftalitlerinden alır; o zamn, Sopdiyan Uzak Doğu ile Yakın Doğu arasında ipek ambarıydı; İstemi Bizans İmparatoru II. Justin ile ilişkiye girer, fakat o 575’ de ölür ve oğlu Tardu 595 ‘te Kuban, Kırım ve Baktria’nın fethine engel olamıyan bütün komşularıyla mücadele eder. Sonunda anarşi meydana gelir ve 70 yıllık Çin jhakimiyetinden sonra, Batı Tukyu ( göktürk ) lar Kutluk’un idaresinden Çin’den Soğdaya kadar 711’ de devletlerini yeniden kurarlar. 716 ‘da Bilge Kağan iktidara gelir, fakat ondan sonra, devlet yavaş çöker: bu hükümdar Tukyu medeniyeti ve tarihi üzerine bize değerli bilgiler veren Orhun Abideleri denilen abideler bıraktı; onalar 731 tarihleridir.
Uygurlar:
VIII. Yüzyılın başında, Asya toprağı üzerine iki büyük güç meydana geldi: Çin imparatorluğu ve arap imparatorluğu, Çin imparatorluğu bugünkü Rus Türkistanı ‘na kadar yayılmasına karşılık; İran, Afkanistan, Baktiria Araplar’ın hakimiyatindedir; Horasanın Arap Valisi Kuteybe, bu başarılarının mimarıdır. 714 ‘de Taşkent’i de ele geçirir, fakat o ertesi yıl öldürürlür ve Çinliler yeniden avantaj sağlarlar. 751 Temmuzunda Arap generali Ziyad b.Salih, Çinliler’i bugünkü Ali-Ata yakınındaki Talas’ta ezici bir hezimete uğratır, böylece Türkistan civarındaki bölgeler üzerinde Arap hakimiyeti kurar.
Bu çağda Türkler başlıca üç ana guruba ayrılırlar:Yedi-Su bölgesinde Karluklar, Baykal Gölü yakınında Kırgızlar ve Orhun, Karabalgasun üzerine yerleşmiş Uygurlar. Bu sonuncu gurup, Doğu Tukyu(Göktürk)ları’na varis olur. İlk Uygur Kağanı Alp Bilge Tanrı Uygur Kağan (745-759) Çin’e müdahele eder; oğlu Ulug İlig Tanrıda kutbulmuş Erdemin İltutmuş Alp Kutlug Bilge Kağan (759-780) Çin başkenti Lo-Yang’ı 762’de zaptederek, ki orada onu dininden döndüre Mani misyonerleriyle ilişki içine girer; bunun üzerine Mani Dini, Uygurlar’ın resmi dini olur; eski araniceden gelen soğel alfebesi Uygurlar’a mani papazları tarafından benimsenir. Bir asır boyunca Moğalistan Uygur Devleti, ilim ve sanatta bir medeniyet merkezi olmuştur. Fakat, o 840’da Kırgızlar’ın darbesiyle çöker ve üç yıl sonra Çin Türkistanı’nda bir Uygur(Krallığı) Kağanlığı kurulur, bununla beraber önemsiz bir gurup Çin’de ki Kansu’ya yerleşir, ki orada o, bugünkü Sarı Uygurlar’ı meydana geirecektir.
Türkistan Uygurları, bu bölgede, XIII. yüzyıla kadar sürecek, Moğalistan’dakinden daha parlak bir medeniyet yeniden meydana getirirler. Kurdukları bu devlet hem de zirai, hem ticari ve hem de ilmi idi, ve üç dinleri vardı: Budizm, Maniheizm ve Nestorianizm, orada yaşadılar, fakat maniheizm çok çabuk ortadan kaybolacak. Hint-İran bölgesine kadar, Batı Türkistan’daki Türkleşme, sadece Uygurlar ile olmuştur. Böylece orada Türk unsurlar Batı’ya doğru tedrici olarak göçtüler. Kitanlar, bir Moğol kabilesi olan tarafından Moğolistandan atılmışlardır. Onlar Aral Gölü ve Türkistan arasındaki bilinen bölgeleri kendilerine yurt yapmışlardır. Bu tarihden itibaren onlar bir asırdan fazla zamandan beri islamlaşan İran’ın diğer kabileleri ve Soğdlular ile doğrudan doğruya komşu olurlar.
İslamiyet ile ilk temaslar:
Çok basit bir görüşe göre, Türkler İslamiyete İranlılar aracılığıyla girdiler: Maveraünnehir’e başkenti Buhara olan İran Sâmânîleri hanedanı hakimdir. Bu Sâmânîler Türk ülkelerine baskılar düzenlerler ve onlardan aldıkları esirleri ya köle veya orduda asker olarak kullandılar. Gitgide Samanlı ordusu Türkleşirken Müslümanlarla temasa geçen Türkler de İslamlaştılar. Samanlı hükümdarı I.Abdülmelik’in Türk kölesi Alp Tekin 961’de Horasan Vâlisi olarak atandı; Abdülmelik’in oğlu tarafından azledilmiş olan o, Gazneliler Devleti’ni kuracaktır. Bu yeni hanedanın hükümdarı, Sebük Tekin, 977’de diğer Türkler’in (yani) Karahanlılar’ın saldırılarına karşı onların hükümdarlarını korumak için Samanlı ülkesine müdahale eder; o, bu yardımı Horasan’ı kendisine bıraktırmakla ödetti. Oğlu I.Mahmut 998-999’da yerine geçer: hanedanın en büyük hükümdarı budur. O, bir başka taraftan Karahanlılar ile sıkıştırılan Samanlı II.Abdülmelik’e saldırır ve bozguna uğratır. Bu Samanlılar’ın sonudur. Mahmud emir ünvanını almak için onların yıkılışlarından faydalanır ve Abbasi Halifesi ona “Yemûnü’d-Devlet” ünvanını verir, ki bu ünvana “Gazi” ve “Sultan” ünvanlarını da ilave eder. Mahmud, bilhassa, Hindistan’a yapmış olduğu akınlarıyla ünlüdür: O, 1025’de Ganj’a kadar ilerler. Batıda o Karahanlılar ile sırayla harp veya barış yapar. O, sağlam bir iktidar kurmaktan çok, zamanını fethettiği ülkeleri Türkleştirmek veya İslamlaştırmayı gâye edinmedi; üstelik daha çok Araplar’ın zararlarına İranlılar’ın yurtlarını genişlemesine katkıda bulundu.
Oğlu Mesud (1030-1040) Karahanlılar’a karşı müdahale eder, fakat o, Selçuklu kabilesini teşkil eden yeni gelen Türkler tarafından 1040’da yenilmiştir. Gazneliler Horasan’ın dışına, doğuya doğru Afganistan ve Hindistan’a atıldılar. Gazneliler’in yanında – belki Karluklar’dan gelen - Karahanlı Hanedanı, Maveraünnehir ve Çin Türkistanı’nın bir kısmı olan Kaşgar’a yerleşmiş, aldıkları bölgelerin Türkleşmesi ve İslamlaşmasına pek çok katkıda bulunmuştur: İlk Müslüman Türk Devleti’ni X. Yüzyılın başında kuran bunlardır. Türk medeniyetinin gelişmesinde ve kalabalık Türk topluluklarının İslâma girişlerinde önemli rolleri varsa da, siyasî hâkimiyetleri asla büyük bir gelişme göstermedi. Fakat, hamle batıya doğru başlandı ve bundan böyle yakın ve Orta-Doğu’nun tarihi bir Arap tarihinden çok, Türk tarihi olacaktır.
I. BÖLÜM
SELÇUKLULAR
X. Yüzyılın sonunda Müslüman Dünyası: VIII. Asrın ortasından beri iktidarda olan Abbasi Halifeliği, sadece ilk yüzyılı boyunca gerçek bir büyüklük hegomanyası kurdu. İmparatorluk çok geniştir, ve merkeziyetçilik, bağımsızlık ve özerklik kaide olmuştur. Siyâsî bölünmeye, dînî fırkalaşmada belirginlik de ilave edilir: Müslüman dünyasında sünnîler ve şiîler kavga ederler, ve X. Yüzyılın ortasında Abbasi sarayı bile 945’ten beri düşünmüştür. Politik olarak Yakın-Doğu anarşinin kurbanıdır: Üneyyîler’in yıkılmasından beri Suriye’de hemen hemen genel bir karışıklık hâkimdir; Ülkenin bir kısmı Mısır Fatimîleri’nin elindedir, fakat mahalli küçük hanedanlar, özellikle Bizanslılar’a karşı cihad eden Seyfeddin Devleti’nin idâresindeki Hamdanîler kendi özel hesaplarına çalışıyorlar. Mısır’da, Fatımî hanedanı ücretli Berberiler, Sudanlılar veya Türkler’in sürekli ard arda üstünlük kurma mücadelelerinin kurbanıdır. Fatimî Devleti şayet Kuzey Afrika’yı kaybederse bile, o daha Güney İtalya, Sardinya ve Korsika’yı elinde tutar, fakat Bizanslılar’ın saldırılarına karşı koyamaz. Nihayet, Suriye Anadolu sınırları üzerinde Mervanî Hanedanı hakim olur.
Bizans Dünyası: Bozulmuş bu Müslüman dünyası karşısında, çok merkeziyetçi olan Bizans İmparatorluğu ayakta kalır. 867’den beri Makedonya Hanedanı iktidardadır: Yakındoğu da özellikle Ermenistan’ı ve Suriye’de topraklarını isteyen o, Nekefor Fokas, Jean Tzimiskes ve II. Basil’in idaresinde bir seri seferlere girişti. İki asır boyunca Bizans İmparatorluğu ticari refaha, ilmi geliçmeye ve bilhassa İmparatorların muhteşem ve büyük siyasetini borçlu olduğu kusursuz bir itibardan faydalanır. Venedik, Güney İtalya’nın bir kısmı, Slav devletleri (gibi) sayısız vassalar (onun) otoritesi altında toplandılar. Askeri başarı genellikle dini başarının beraberinde gelir, ve misyonerler diplomasinin yardımcısıdırlar. Özellikle müttefik müslüman hükümdarların karşısında büyük ölçüde onurlu ünvanlar dağıtımı yapılır. Hanedanın düşüşü ancak XI. Yüzyılın ilk otuz yılındadır, fakat İmparatorluğunun dayanma gücü hâlâ mevcuttur. Bu çağda İstanbul’un Doğu ile Batı arasında büyük bir şehir olarak aracı kaldığı sırada o Asya’da Anadolu, Kilikya, Ermenistan, Kuzey Suriye’yi elinde tutar.
Bununla birlikte, Türkler Arap Dünyasına olduğu gibi, Bizans İmparatorluğu içine de ücretli asker alarak çoktan girmişlerdir. İmparatorların asıl nüfusu, belirli bir zaman onlarısadece bu rolle sınırlayabilecekti.
Büyük Selçuklular:
Gazneliler ile savaşa girdiğini bildiğimiz Selçuklu kabilesi ismini şeflerinden birinin adı olan “Selçuk”tan alır. O X. Asrın sonunda Sirderya’nın aşağı sol kıyısında yerleşmiş bulunuyordu, oradan o, Maveraünnehir’e, sonra Buhara bölgesine geçer. Bu asra doğru, ve Selçuk’un idaresi altında olduğu sırada, kabile İslamiyete girer ve müslüman olmayanların boyunduruğundan müslüman olan toplulukları kurtarmaya çalışır; Daha önceden Emevîlr Ümeyyîler ve ilk Abbasiler’i fetheden Selçuklular İslâm geleneğiyle içiçe olurlar. Ayrıca, Sünnî olan onlar, şiî müslümanlarla karşıkarşıya gelirler, bu ise halifenin karşısında onların tutumunu açıklar, ki ona onlar destek olacaklar, ve Buveyhiler ve Fatimiler’in karşısında olarak onlara düşman olacaklardır.
Gazneliler, Selçuklular tarafından bir çok defa bozguna uğradıktan sonra 1035’e doğru Horasan ve sınır eyâletlerini Selçuklu Beylerinden Çağrı Bey’e vermekle sona ererler. Selçuklu Devleti’nin asıl kurucusu olacak olan bunun kardeşi Tuğrul Bey, 1038’de Nisapur’u sonra 1042’de Harezm’i fetheder. 1050’de o, İran’a geçer, Hemedan’ı ve İsfahan’ı alır ki onu kendisine 1051’de başkent yapar. 1055’de Bağdad Sarayı’na karşı ayaklanmalar ve olaylar sonucu Halife Tuğrul Bey’i çağırır, ki o 15 Aralık’ta şehre girer: Sırası gelince o kendisine sultan ünvanını veren Abbasi’nin hamisi olur ve kızıyla evlenir, böylece haklı olarak iktidara kavuşur. 1063’te ölünce yerine hemen hemen güçlük çekmeden yeğeni Alp Arslan geçer; Bizans topraklarına karşı yayılmalar ve fethedilen topraklara yerleşme onunla başlar. 1064’de o Ermenistan’ı ele geçirir, sonra Anadolu’da ilerler ve 1070’de Halep’i fetheder. 1071’de İmparator Romen Diogene, Ermenistan’ı yeniden almak ister, fakat o bütünüyle hazimete uğrar ve 19 Ağustos 1071’de Malazgirt Savaşı’nda esir edilir. Bu Bizans yenilgisi kapıyı Türk akınlarına açacaktır.
Alparslan’ın halefi ve oğlu Melikşah 1072’de Maveraünnehir’e 1079’da Kirmana el koyar. Saltanatının sonuna doğru hakimiyeti küçük Asya’dan Türkistan’a kadar yayılır, fakat bu sadece geçici bir hakimiyettir, zira 1072’de ölümü üzerine İmparatorluğu çöker: böylece Selçuklu otoritesi zayıflayarak, Sultan’ın kardeşleri, yeğenleri ve kuzenleri toprakları paylaşır. Daha bir asır boyunca hanedan tutunacak, fakat o, Haçlı seferleri, siî İsmailiye hareketi, Orta Asya’dan gelen Türk kabileleri ile mücadele eder. O, 1194’de III. Tuğrul’un ölümüyle tamamen tarih sahnesinden silinir.
Arap anarşisine kolayca üstün gelmesini bilen merkeziyetçi ve güçlü bir disipline sahip olduğu için Selçuklu İmaratorluğu kurulabildi. Fethedilmiş topraklar idari bakımdan Melikşah’ın sağ kolu Vezir-i Azam Nizamülmülk tarafından dikkate değer bir şekilde düzenlenmiştir ki onun yönetim usulleri Siyâsetname de anlatılmıştır. Halife ne kadar hukuki kanuni yetkiye sahipse, sultan da o kadar iyi nüfuza ve kuvvete sahiptir. Ordu Sultan’ın muhafız kuvvetleriyle Emirler’in birliklerini içine alır; emir rütbesi’nin karşılığında, her şahıs bir grup ordu birliği beslemekle yükümlüdür ve onların masraflarını da karşılamak zorundadır, her emire belli bir süre için “ikta” edilen yerden vergi bağlanır. Selçuklu ordusu zamanla yalnız dış elemanlardan sayılan Türkmenler, Ermeniler, Deylemliler vs. den meydana gelmiştir. Emirler Türk oldukları halde, sivil memurlar Arap veya İranlılardır; onlar bilgilidirler ve medreselerde eğitim görmüşlerdir ve onların şefi mali, idari, adli ve dini işleri yöneten Vezir-i Azam’dır. Vezir-i Azam’ın rolü birinci derecede önemlidir, çünkü, Vezir-i Azam Sultan’ın Sultanda Halife’nin vekilidir: rejimin geleceği onun tercihine bağlıdır. Bununla birlikte, belirli sayıda askeri ve idarî mevkiler özel mülkiyet sahibi olabilen en alt basamaklardaki gruplardan olan Memlûkler’e emanet edilmiştir. Onlar prensip olarak ölünceye kadar halkları sürüp gidecek bir birlik teşkil ederler: onların kaidesi sadakattir. Eyâletlerin idaresi, merkezi idare modeline göre düzenlenmiştir. Böylece Selçuklu Devleti her şeyden önce merkezi idareye dayanır ve bunun içinde Sultan ve Vezir-i Azam esasen orduya dayanır. Dahası yani emirlerin sultanı desteklemesi gerekir.
Anadolu Selçukluları, Başlangıçları, Haçlılar:
Büyük Selçuklular’ın gücü artarken diğer Türk kabileleri, küçük beylikler halinde yakın doğuya çekilirler: Bu cümleden olarak, Anadolu’nun kuzey-batısında Danişmendliler’den Erzurum’daki Saltuklular’dan, Yukarı Fırat’ta Mengücekler’den Doğu Anadolu’da Artuklular’dan Suriye’de Eyyübiler ve Zengiler’den söz etmek yerinde olur. Bu hanedanlar çok veya azı ömürlüdürler, bunlardan en önemlileri bir asırdan çok devam etmemiş ya Selçuklular veya biraz daha sonra Moğollar tarafından yok edilmişlerdir. XII. Yüzyılın sonunda kısa bir süre Mısır ve Suriye’nin hâkimi olacak olan Eyyûbi hanedanının kurucusu, Haçlılar’ın Saladîn’i Selahaddin onlardan çıkmış olan çok parlak bir şeftir (sultandır).
Selçuklu kabilesi üyeleri tarafından kurulmuş hanedanlar arasında en uzun ömürlüsü en sağlam ve teşkilatlı bir devlet kurmayı başarmış olan Anadolu Selçukluları veya Rum Selçuklularının kidir. Tam olarak. Türkiye Anadolu’nun bu bölümünün kesin olarak zaptı gerçek manada bununla başlar. Esas olarak dağlarla çevrilmiş merkezi bir vadide bulunan Anadolu Selçuklular ile değişmeyen bir görünüm arzeder. Onlar orayı alışılmış hayatın şekillerine göre uyarlarlar ve bu ancak kuzey ve batıya doğru yavaş yavaş ilerleyerek ve yerleşerek olur, sadece onlar hayvan yetiştiriciliği değil fakat Rum ve Ermenileri örnek alarak ağaç dikici ve çiftçide olacaklardır. Türk halkı ancak, Malazgirt Muharebesi’nde sonra yerleşik hayata başlar: Bizans yenilgisiyle, Rum halkı kuzey ve batıya doğru geri çekilirler, Selçuklular ve Danişmendlilere kapı açılır. Yeni gelen Türker’den bazıları, daha çok asker olarak VII. Michel, Nice’Pehore Botaniate, Nice’Phore Milissene, Nice’Phore Bryenne (gibi) taht isteklisi mühtelif imparator adaylarına hizmetlerine girerek böylecedir ki Anadolu Selçuklular şefi Süleyman eyalet ve şehirleri kendilerine bırakılmasına karşılık askeri yardım yapılmak için bir taht isteklisinden diğerine geçerek hazırlık eder. 1081’e gelindiği zaman Alexis Kumme’ne iktidarından emin olarak Süleyman ile görüşerek bir andlaşma imzaladılar ki, buna göre İstanbul’un çok yakınında ki İznik’i kendisine başkent yapabilecektir.Aynı şekilde Danişmendliler Kayseri-Sivas-Amasya üçgenin emir çoka İzmir bölgesine yerleşmişlerdir. Bunlara pareler olarak, o zamana kadar Bizinslıların hakimiyetindeki Ermeniler de istiklal elde etmek için bir harç ödemek ve Bizansın Vassalğını yeniden tanımak şartıyla Anadolu’nun güneydoğusunda bir krallık sağlar.
On sene içinde, Anadolu’nun siyasi görünümü, gitgide Bizanslılar’ın zararına ve Türkler’in yararına olarak tamamen değişmiş, kuracakları dört asıra yakın ömür olacak olan yeni bir devlet ile onlar Rumlar, Ermeniler sonra Türk topraklarını zaptedeceklerdi.
Anadolu’da Selçuklular’ın yerleşmeye hak kazanması Kutalmış oğlu Süleyman ile yeniden başlar. İmparatorluğun hizmetine girmiş olan O, fethettiği yerleri korumak için bundan yararlanır, O sürülmüş Valaklar, Slavlar ve Suriyeli köylüler ittifak ederek sosyal ortam üzerinde etki yapar, bunlardan bir vergi karşılığında serbest kalan köylü köleler ve bütün hoşnut olmayan askerler, memurlar ve maceracılardan faydalanır ve o kırları ele geçirmek işinin Türkmen çetelerine bırakarak, şehirlere el koyar. Büyük Selçuklu sultanının yüzüne karşı Süleyman bizzat kendine sultan iddia etmesini, istiklalini ilân eder. Philare’te’in ailesindeki anlaşmazlıklardan yararlanarak, O, bunu oğluyla ittifak eder ve 1805’de Antakya’yı zapdeder. Sonra Halep üzerine yürür: iki teşebbüs, iki başarısızlık ve 1086’da onu bizzat orada ölüm bulur. Ölümü ağır sonuçlar verir. Çocuk yaştaki oğlu Kılıçarslan Irak’a götürülmüştür; onun fetihleri Ermeniler’e kadar ulaşır. Uyguladağı sert devlet geleneği kaybolur. Bununla birlikte 1092’de genç Kılıçarslan serbest bırakılarak Anadolu’ya geri döner. O, İznik’i kolayca geri alırsa da Danişmendliler’in sağlam bir şekilde yerleştiği Anadolu’nun kuzey ve kuzeydoğusu üzerinde iktidarına karşı ve (bu andlaşma) mendisten daha güçlü olduğunu göstermekle beraber Haçlılar önünde hariç, Danişmendliler ve Selçuklular arasında düşmanlık sürüp gidecekti.
Bunlar, 1096 tarihinde Asya tarafına çıktıkları o sırada Malatya önünü zaptetmiş olan Kılıçarslan süratle batıya geri döner, fakat o 1097 Mayıs-Haziranda Haçlılar’ın elinde ki İzmit’i Alexis Kommen’e bırakmaktan çekinmez, bir ay sonra Danişmendoğlu Gazi ile ittifak etmesine rağmen, o Eskişehir’de yenildi: denilebilir ki, Haçlıların bu zaferi Malazgirt’de ki Bizans bozgununu unutturdu; gerçekten iki asra yakın bir zaman boyunca, kaybedilen toprakların bazılarının yeniden elde etmiş olan Bizanslılar ve Suriye’de yerleşmiş olan Frenkler, Türkler’in batıya ilerleyişini durduracak; 1097 Ağustosunda Haçlılar’ın eline Konya, sonra Ereğli ve Kayseri düşer; bu zaman zarfında Alexis Kommen Ege vilayetini yeniden işgal eder; bu Anadolu’nun üçte birine Bizanslılar’ın yeniden gelişidir. Bu yeni fetih Bizans İmparatorluğunu üç asır sürdürecek ve 1204 yılında İznik İmparatoru’nun kuruluşunu kolaylaştıracaktır.
Merkezi plotoya atılmış Türkler ,yeni Haçlılar’a karşı savaşmak için birleştiler: 5Ağustos 1101 ‘de Lonbardlar,Amasya yakınında yenildiler;birkaç gün sonra , Nevers’in idaresindeki birlikler Ereğli yakınında ezildiler; Eylül ayında Fransız (A-B )haçlılar aynı bölgede yok edilmişlerdi.Bir ay içinde, durum düzelmiştir: Türkler , (eski haline çevrilmiştir.)Onların gücüne karşı şuurlandılar ve Anadolu ‘dan geçiş Frenkler ‘e yasaklandı;Suriye –Filistindeki Türklerin durumunu yeniden eski gücünü buldu.Selçuklu Devleti’ne gelince, o bir engelle karşılaşmaksızın alabildiğine genişlemeye muktedir olacak , çünkü , pek yakında Danişmendli ve Kılıçarslan Malatya ,sonda da 1106’da Meyyafarikin’i zapteder.Büyük Selçuklu Sultanı Mehmet’e karşı Musul sakinleri tarafından çağırılmış (olan ) Kılıç Arslan şehi olan ve 1107 ‘de Sultan’ın yerine kendi adına hutbe okutur.Fakat az sonra Mehmet ‘in naibi tarafından yenilir ve geri çekilme sırasında boğulur. Onun yenilgisi ve ölümü Anadolu Selçukluları’nın doğuya doğru yayılmasında başarısızlık kaydeder. Anadolu plotonu üzerinde , kuvvetli bir devlet kurmak düşündüğü bir sırada , bütün Anadolu’ya hükmederce olan durumuyla merkez Konya olmak üzere I.Alaeddin Keykubad’a kadar , Kılıçarslan’ın halifleri’nin rolü bu olacaktı.
Selçuklu Devleti’nin Kuruluşu ve Yükselişi:Anadolu ‘da Selçuklu hakimiyetine iki güç engel olur. Bizans ve Danişmendliler Devleti .Kılıçarslan’ın halife Melikşah Bizaslılara başarısız taarruzlar yapar:1116 (da o,Danişmend) Gazi ile ittifak etmiş kardeşi Mesut tarafından indirilmiştir.Adı geçen Danişmendli Gazi’nin devri en zirveye ulaşılan devridir, fakat 1134’de ölümü karışıklık yaratır, ki bundan Mes’ud Ankara ve Çankırıyı zaptederek yararlanır.Manuel Kommen ona karşı müdahele eder, fakat ikinci Haçlı seferinin yaklaşmasıyla onları 1146’da barışa zorlar. Haçlılar Mes’ud tarafından iki defa yenilirler:III. Konrat 1147 Ekimin’de Eskişehir yakınında, VII. Lui 1147 Aralık 1148 Ocak ayında Denizli ve Antalya arasında : İkinci Haçlı seferi, Selçuklular’ın sayesinde başarısızlıkla neticelenir. Mesud nihayet doğudaki yerini bazılarını ki Maraşı ele geçirir, ve 1155 ‘de Toros Ermenilerin ve 1154’de Manuel Kommen ile lehine andlaşma imzlar. O ertesi sene ölür.
Halefi II.Kılıçarslan’a Danişmendliler, Manuel Kommen , kardeşi Şehinşah ve Toros karşıydı. Manuel tarafından yenilen o , İstanbul’a gider ve 1162’de İmparatorunu vassallığı yeniden tanır. Batı sainleşince o kardeşi ve 1164’de ölen Danişmendli Yakup Arslan’a karşı başını çevirir; Kılıç Arslan Elbistan, 1164’de larende (Karaman), 1168 ‘de Kayseri , 1169’da Çankırı ve Ankara’yı zapteder. Yakup Arslan’ın halefi Nureddin’in yanına sığınmış olan Zünnun (zunnun) bunu araya girmeye teşvik eder ona Maraş’ı Behisni ve Sivas 1173’de zapteder, böylece müslüman Anadolu’nun birliğini gerçekleştirir. Bizanslılar’ı yardımına çağıran Zülnun’un son bir gayreti 1176 .Kasımında Miryakefalon ‘daki ezici zafer sayesinde , Selçuklu’nun zaferiyle resmi niteliklik kazanır. Kılıçarslan bundan böyle , biricik düşmanı Manuel Kommen ve Bizans’ın Anadolu’yu yeniden alma fikrini kesin olarak durdurur.
II. Kılç Arslan’ın devrinin sonu az mutlu olmuştur.Üçüncü Haçlı seferi askerlerin Konya’yı 1190’da işgal ederler ve özellikle her biri ayrı bir bölgeye hükmeden oniki oğlu anlaşmazlık içine girdiklerinden; müstakil melikler gibi hareket etmişlerdir;II.Kılıç Arslan’ın Eylül 1192’de ölümü üzerine onlar arasında şiddetli mücadeleler başlar ve oniki yıl süren savaşların sonunda onlardan sadece biri olan Rükneddin Süleyman zafere ulaşır, fakat o devletin kuruluş birliğini başardıktan biraz sonra Temmuz 1204’de ölür. İleri gelen önemli Emirler ona halef olarak üç yaşındaki oğlu III. Kılıç Arslan’ı seçerler, fakat bu pek yakında amcası I.Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından tahttan indirilir.
I. Keyhüsrev 1206’da Trabzon’a karşı başarısız bir savaş açar, fakat (o)1207’de Antalya Limanından Venedikler’i çıkarmayı başarır; Selçuklular ve Venedikliler arasında ilk ticari münasebetleri izleyen barışı yerleştirir.
I. Keyhüsrev , Bizanslılar’a karşı bir savaş sırasında 1210 ‘da ölmüştür. Devrinde Dördüncü Haçlı Seferi’nde İstanbul’un 1204’de Haçlılar tarafından fethedilmesini takiben İznik ve Trabzon ‘da iki rum imparatorluğu kurulmuştur. Bu olaya rağmen Selçuklu Devleti bu andan itibaren sağlam bir şekilde yerleşti.
Hükümdarlığını ilan eden I. Keykavus, mahalli rakipliğine1213’te çabucak üstünlük sağladıktan sonra , Trabzon Rum İmparatoru ‘na karşı yeniden sefer düzenler ve onu hapsettirir:1214’de Sinop’a bedel olarak İmparatoru bırakır ve bir yıllık haraç alır;o nihayet bir süre için Antalya’ya yerleştirilmiş olan Kıbrıs Frenkleri’ni 1215’te ve kilikya ‘ya geçmeleri istenerek kaleleri bırakıp giden Ermenileri 1216’da yener. O,Mambiç ‘de yenildikten sonra bırakıp gitmeye mecbur olduğu Halep’i de ele geçirmeyi başarır;o az sonra 1219’da ölmüştür.
Kardeşi A.Keykubat iki rakibini yendikten veKonya’yı ele geçirdikten sonra , hükümdar(Sultan) olarak benimsenir. Ermeniler’in bölgesindeki anlaşmazlıklardan yararlanarak ,o Alaiyye (Alanya) adını verdiği Kalooros Kalesi’ni 1220’de feth eder ve orasını kışlık merkez yapar ; mutlu bir nişan ve evliliğin ardından o elindeki şehirlere 1222’de Kahta, 1230’da Erzincan, 1230’da Erzurum’u ekler ve bir süre için kaybedilmiş olan Sinop’u da yeniden alır. O doğuda ertesi yıl yeniden kaybettiği yerlerden; Harput Harran, Urfa ve Raklea’yı 1235’te kuşatır ve tekrar zapteder. O1237’de Kayseri’de yeni bir sefere gireşeceği sırasında ölmüştür.Devri hanedanı en parlak devridir. Selçuklu Sultanlığı onun zamanında , büyük binaların yapıldığı ve büyük faal bir ticaretin ortaya konduğu çok büyük bir gelişmenin sahibi olur.
II. Keyhüsrev kardeşi İzzeddin’in zararına saltanatı ele geçirir ve Eyyubiler ile çifte evlilik kurması sayesinde kısa süren bir barış yapar. Fakat 1241’de Derviş Baba İshak tarafından başlatılmış olan Türkmen İsyanı ,kalabalık şehirlerde ayaklanmalara yol açar: bu sosyal, dini ve aristokratlar karşı bir harekettir. İsyan çok sert bir şekilde bastırılmış ve Baba İshak asılmıştır. Sonra birden bire dış tehlike belirir. Moğol Baycu Noyan 1241-42’de Erzurum ‘u işgal eder.Selçuklu ona karşı Bizanslılar , Ermeniler ve Frenkler ile arttırılmış bir ordu hazırlar: o 26 Haziran 1243’te Kösedağ Savaşı’yla hazimete uğramış ve Baycu Sivas ve kayseri’yi işgal etmiştir. II. Keyhüsrev az sonra -belki zehirlenerek- 1246’da ölmüştür. Ondan sonra Selçuklu devleti’ nde çöküş başlar .
Moğollar ve çöküş:
Taht kavgaları üç hükümdardan II. İzzeddin Keykavus’un Konya’da, IV. Rükneddin Kılıçarslan’ın Sivas’ta ve II. Alaeddin Keykubad’ın Malatyada tahta oturmasına yol açmıştır;bu kollektif yönetim idarenin gerçek sahibi Şemseddin İsfahani isimli bir ortak vezirle birkaç sene kesintiye uğramanın dışında-1257’ye kadar sürer, onun, II.Keykubad’ı 1249’da katlettirmeye varan aşırılıkları hapsedilmesine ve ölümüne sebeb olur.Mücadele IV.Kılıçarslan ve II.Keykâvus arasında yeniden başlar: Keykâvus’a başkent için Konya ile Anadolu’nun Batısının ve Kılıçarslan’a Sivas ile Doğuyu vererek münakaşayı kesmek isteyen Moğolhanı Hülegu’dur; fakat vezir Muineddin pervanenin entrikaları , Keykâvus’un Antalya’ya sonra 1261’de İstanbul’a kaçırmaya zorlar. Orada o 1278’de öldürülecektir. Şimdi tek başına Sultan kalan IV.Kılıçarslan’ın veziri Muineddin Sinop’u 1265’de Rumlardan istirdat eder: kendisine verilmiş olan şehirde o bir hanedan olacak. Sultan ile vezir arasındaki anlaşmazlık sonucu Kılıçarslan 1965’de öldürülür. Oğlu ve Halefi 6 yaşındaki III.Keyhüsrev devrinde iktidar pek çok seneler akıllıca idare eden Muineddin’in ellerine git gide geçer. 1277’de emirler baş kaldırmışlar ve Mısır Sultanı Baybars’ı çağırmışlardır, Anadoluyu istila eden o, Moğollar’ı Elbistan’da yener ve Kayseri’ye kadar ilerler; fakat o fazla kalmaz ve tekrar Mısır’a döner; Moğollar ve Muineddin, ihanet sanığı olarak 1277 Ağustosunda öldürülmüştür: bağımsız değilse bile, Selçuklu devletini sağlam ve birleşik bir devlet haline getirmeyi denemiş. Olacak son Türk budur. O zamandan beri çöküş hızlanır, III.Keyhüsrev’e karşı taht davası sürenler biirden bire ortaya çıkıverirler; onlardan biri III.Keykavus’un oğlu II.Mes’ud 1278-1282’lerde Sinop, Samsun ve Erzincan’ı zaptettikden sonra kendisini tanıttırmaya başarır.1283’de o yeğeni Sultan’dır. Fakat ayaklanmaların ardı arkası kesilmez ve II.Mes’ud bir çol defa yenildikden sonra düşşmanları tarafından hapzettirilmiştir; nihayet o, 1298’de tahtdan indirilmiş ve yeri III.Keykubat tarafından doldurulmuştur; Moğolların yanına yerleştirilen vezir Muiseddin Emirşah gibi ;III.Keykubat Erzurum’dan Antalya’ya ve Diyarbakırdan Sinopa kadar uzanan topraklar üzerinde hakimiyet kurar; o Moğol nüfusundan kurtulmayı denediysede yennilir, o tahtdan indirilmiş yerine III.Meud geçirilmiştir, bu sırada Muiseddin 1302’de ölmüştür.Ertesi sene III.Mes’ud da ölür ve onunla Anadolu Selçukluları hanedanı son bulur. Ülke o sırada kendisi ile mücadele eden moğolların istilasıyla karşı karşıya alır, oysa pekçok senelerden beri ortaya çıkmış olan mahalli emirler her türlü otoriteden kurtulmak isterler.Anadolunun önceki sakinliğine kavuşması için epey bir zaman beklemek gerecektir.
Devletin teşkilatı:
Ekonomik hayat:Selçuklu Devletini iyi bir aile gibi düşünmek lazımdır: Bu ailenin en yaşlısı, en güçlüsü veya en zekisi bey veya Sultan olarak seçilir ve Merkezdeki yerini alır; o, vezirin veya sahib-i divanın başkanlığındaki kanun ve kâideleri uygulamakla meşgul olan bir divandan yardım görmüştür. Eyaletler, valiler yardımıyla Sultan’ın oğulları veya kardeşleri tarafından yönetilmiştir. İstisnasız sultanın adına para bastırılmış ve bütün eyaletlerde geçerli olmuştur. Fethedilen toprakların idaresi, çoğu zaman “Bey” ünvanı alan fatihlere verilmiştir; vergilerin tahsili karşılığında Beyler, kalıtım yoluyla geçen elinde bulundurdukları topraklarla orantılı bir ordu beslerler: daha sonra bağımsız olan, mahalli beyliklerin bazılarının menşei böyledir.
Sultan’ın idaresi altındaki halk çok karışıktır: gittikçe batıya doğru geri çekilen yerli Rum köylüleri ve Ermeniler, Orta Anadolu steplerine yerleşen ve kabilelerden göçebe Türk grupları; XIV, asırdan itibaren Türkleştirilecek olan Moğollar gibi. Kabileler başlıca hayvancılıkla geçinirler ve herbiri prensip olarak belirli yazlık ve kışlıklara sahiptir; onlar sürülerin miktarı ile orantılı olarak sınırları bekleyenlerin belki muaf tutulduğu, yıllık bir vergi öderler. Onlar İslam Dinine tam iman etmeyerek sözde Müslüman, gerçekte Şamanisttirler ve hak mezhebine aykırı şii dervişlerden baba Türkmenlerin etkisi altındadırlar. Selçuklular bu kabileleri, ister yerleştirme girişimiyle olsun, ister beylerine unvan ihsanıyla olsundüzene koymaya çalıştılar. Bu göçebe kabilelerden başka, Batı Türkistan’dan geldiği muhtemel olan köylüler arasında çiftçiler azdır: bunlardan çoğu köy ileri gelenleri ve kırsal kesimin zenginlerinin hizmetinde yancı (ortakçı-kırıcı) veya gündelikçidirler. Köylüler diğer Müslüman ülkelerde olduğu gibi vergilerle bağlıdırlar.
Şehirlerde kalelerde veya sanat ve ticaret merkezlerinin geçtiği noktalardadırlar; onların nüfusu, sanatkar, memur ve asker olan Türkler’den Rumlar’dan, Ermeniler’den ve tüccar ve sanatkâr olan Yahudiler’den oluşur. Sayıları en çok sanatkârlar (yani) ahiler din adamlarının etkisi altında yerlemiş güçlü kişiler birliği guruplarıdır. Selçuklular, sınırlar üzerinde, düşman topraklarından lyağma yapmak ve ülkeyi savunmak için teşkilatlar kurmuş, uçlar tesis etmişlerdir; bu uçlar Türkmen kabilelerine dayanıyor; en önemlileri XV111. Yüzyılda Bizanslılar’a karşı batı sınırı üzerinde bulnurlar: Hemen emen bütün Anadolu Beyliklerini onlar meydana getireceklerdir, çünkü, Türkmenler merkezi iktidar’dan yeterince bağımsızlık elde ettiler ve bu iktidarın zayıflamasından itibaren de nlar özerklik veya istiklâllerini kazanmaya çalışacaklardır.
Kalabalık dini guruplar: ister Beyler ve ordu üzerinde, ister sanatkarlar, ister köylüler üzerinde olsun etki etmeye çalışanlar Gazi, Alp, Ahi vs.dir. Nasıl ki şehirliler ve köylülerin çoğu Selçoklu Devleti’nin resmi mezhepi olan sünni iseler; göçebeler de az veya çok hak mezhebinin dışındadırlar. Din adamlarının hemen hemen hepsi ulema, şeyh, imamlar, aşar, vergi, yük ve angaryadan muaftırlar.
Şehirliler, devlet hazinesinin temsilcisine verirler; köylüler ister sultanın temsilcisine-ki onlar bir toprak üzerinde (has)- ister fermanla bir askere emanet edilmiş bir toprak (Timar) üzerinde olsun, ister-evkafın malı olan bir toprak-vakıf üzerinde vakıf mütevellisi olsun, ister bir mülk üzerinde olanlar-başlıca vergi vergiler olarak; öşür, çift veya berrak, sürü vergisi agnam, bekaralrdan evlenme vergisi gibi vergileri onlara verirler.
Ticari hayat bakımından Anadolu’nun durumu özellikle elverişlidir, çünkü kervan yollarının kavşağındadır ve yakın-doğu devletlerinin değişen nüfusları arasında karşılıklı faaliyetlerde büyük değer taşır; başlıca merkezler Sivas, Sinop ve Trabzon’dur. Ticaret umumiyetiyle Rumlar ve Ermeniler’in elindedir; diğer taraftanda Venedikliler, Cenovalılar ve Provenceliler Selçuklular’dan ticari andlaşmalar sağladılar (elde ettiler). Türkler arazi ve göçebeler için kafi derecede sürüler satın alırlar; karşılığında reçine, odun, bakır, gümüş, ipek, halı, hasır, pamuk, susam, bal, deri ve şap ihraç ederler (satarlar). Bu ticaret Selçuklular’a büyük zengillikler sağlar.
Sanatlar:
Fikri hayat-kötü tanınma: Tarihi ve Düşünce hayatı ve edebi eserler resmi diller olan, Arapça veya Farsça nadirende Türkçe yazılmışlardır; onların sayıları zaten çok değildir. Buna karşılık özellikle karakteristik olanı mimaride sanat faaliyetleri zengindir; Türkler Anadolu’da Bizanslılar, Suriyeliler ve Ermeniler ile temas kurarak tarihi ve soğuk, dağlık ülkeyi dikkate alarak coğrafi sebeplerden dolayı kendilerine has bir sanat yaratmaya mecbur oldular; örnek eserlerden; Kayseri, Sivas, Konya, Malatya’da Camiler, Sivas Divriği, Konya’da kümbedler yapmışlardır. Bu eserler ister taş üzerine heykeller, geometrik veya bitki motifleri yapılmış olsun ve ister mavi, beyaz ve siyah fayanslar olsun güzel dekore edilmişlerdir. Portallar genellikle çok süslüdürler. Bu mumarinin en karekteristiği eşsiz net şekiller ve aynı zamanda karşıtlıkla içir bir üslüba sahip oluşdurur. “İslam Sanatı içinde ilk defa olarak, orijinalliğini bulmak için ortak biçimleri ortaya çıkarmaya lönelen bir sanat doğdu”(J. Sauvaget).
SERDEM
Açık Profil bilgileri
SERDEM - Özel Mesaj gönder
SERDEM - Daha fazla Mesajını bul