Tekil Mesaj gösterimi
Alt 20.07.08, 13:18   #3 (permalink)
Kullanıcı Profili
SERDEM
S.Moderators
 
SERDEM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 7.687
Konular: 6910
Puan Grafiği
Rep Puanı:11076
Rep Gücü:20
RD:SERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond reputeSERDEM has a reputation beyond repute
Teşekkür

Ettiği Teşekkür: 47
464 Mesajına 935 Kere Teşekkür Edlidi
:
Standart Mektup Türleri ve Örnekler

10 Temmuz 1331 Cuma


Çanakkale
Numero: 16
Muhterem Valideciğim ve Kıymetli Kardaşım Salih,
Sizlere bu mektubu yazarken Kocaçimen Tepe önlerindeyim. Hava çok sıcak, vakit ikindi vaktidir. Allah’ın bir cennet parçası olarak yarattığı Çanakkale’de , güneşin muazzam güzellikte battığı Gelibolu yarımadasındayım. Bir tarafımda dik kayaların eteğinde Ege denizinin o maviyi yeşille en güzel miktarda buluşturan turkuaz renkli engin sularını, diğer tarafta Çanakkale’nin bereketli ovalarını görmekteyim. Bu tabiat mucizesinin ortasında pek kanlı muharebelerin cereyan ettiğini düşünmek insanı şiddetle isyana sürüklemekte veyahut da derin bir melankoli hali meydana getirmektedir. Mümkünü yoktur ki, bu ikisinin arası olsun. Ya isyan, ya melankoli!
Burasının güzelliği, tarifinde kelimelerin kifayetsiz kalacağı kadar mükemmeldir Valideciğim. Dünyanın en zalim, en canavar ruhlu insanı dahi, tabiatın buradaki mükemmel ahengi karşısında yüreğinde beşeri duyguların filizlendiğini hissetmek mecburiyetinde kalacaktır. Tabiat Ana, Çanakkale’deki cömertliğiyle insan ruhunun cimriliğine adeta bir ayna tutarak, onu sarsacak kadar ihtişamlıdır. Çeşit çeşit kuşların, böcek, envai türden yılan, kemirgen ve yüzlerce farklı şifalı otun. “olmaz böyle lezzet...” dedirten sebze ve meyvenin yan yana kavgasızca yaşadığı bu cennette harp etmek ancak insan denen canlı çeşidine mahsus bir kusur, bir büyük zaaf, emsalsiz bir talihsizlik olsa gerektir.
Valideciğim, bu harp zaferle bittiğinde, Allah2ın izniyle geri dönersem, sizi buralara getirip, dünya gözüyle bu cennet mekanı size de gösterebilmek en büyük arzumdur. Buraları pek beğeneceğinizi kuvvetle zannetmekteyim. Siz ki, memleketin müdafaası için asker doğurmuş şerefli bir Türk anasısınız, benim naçizane bir hediyem olarak mutlaka buraları göreceksiniz. İnşallah Allah o günleri bize nasip eder.
Burayı size daha iyi tarif edebilmek için, sulhün sembolü zeytin ağaçlarının, bu civarda uğurlu sayılan çok lezzetli bademlerin, mitologyada kahramanların başına taktıkları çelenkleri yapraklarıyla süsleyen defnelerin, sadece Havva Anamız ve Adem Babamız’ı değil, onların evlatlarını da baştan çıkartacak kadar baygın rayihalı incirlerin, memleket çocuklarının ilk bilye oyununda tanıştıkları cevizlerin bolluk ve bereket içinde salındığı bir cennet resmetmeliyim. Fakat bu resmin sesini unuttuğumu sanmayınız. Çanakkale’nin sesi şüphesiz ki bülbüldür. Buraya geldiğimden beri, ömrümde daha evvel bu kadar güzel mahlukat sesi duymadığımı anlamadım. Burada seher vakti öten bülbüllerin sanki musiki dersi almış birer sanatkar olduklarını fark ettim. Bu küçücük kuşların bu kadar hünerli hançerlerinin (gırtlak) olduğunu neden daha evvel keşfetmediğime yanıyorum. Güzel İstanbul’a geri döndüğümde evimize bülbül kuşu almak niyetindeyim. Bu kuşların ancak yavruyken kafese girdikleri , aksi halde ölecekleri söyleniyor. İşte Valideciğim her ne kadar şimdi harp sebebiyle toz toprak içinde kalarak harap olsa da buranın asıl manzarası böyledir. Zaten böyle cennet bir yerde harp etmek durumu değil midir ki, ruhumu büyük bir acıyla derinden sarsmaktadır.
Düşüncelerim bu noktaya gelip, öfke, yeis ve manasızlıkla düğümlendiğinde, Allah’ın kendi yarattığı cennetin içine kendisinin bilerek bir cehennem tohumu olan beşer adlı mahlukatı yerleştirdiğini düşünmekten kendimi alamıyorum. Cihanı cehennem, hayatlarımızı bedbaht kılan bizzat bizleriz. Biz kendi kendimizin düşmanıyız. Valideciğim. İnsan denen aklı yüce mahlukat, maalesef şeytandan hain, akbabadan beter, cellattan acımasızdır.
Harp mıntıkasının göbeğinde, ateş yağmuru ve bomba fırtınası içinde emir tebliğlerini yetiştirmek için canımı dişime takmış koşarken, aklımdan bu çeşit fikirlerin geçmesi askeri bakımdan zayıflık emaresidir(belirtisidir), farkındayım. Fakat elimde değil. Ben bir asker olmayı değil, hukukçu olmayı seçmiştim, lakin vatan müdafaası söz konusu olunca hepimiz askeriz işte. Velakin, benim askerliğim de bu kadar demek ki. Önce erkek mi, yoksa önce insan mı doğulur, bu da bambaşka bir münakaşa konusu tabi... Bu sebeple Çanakkale’nin cennet güzelliğine büyük bir tezat olarak gürül gürül akan bu şehit, hatta düşman kanı bile beni çıldırtıyor. Bir taraftan mukaddes vatan müdafaasının en ateşli vakitlerinde kanla imtihan ediliyoruz. Keza gelen havadisler pek de can sıkıcıdır. Ruslar Muş’u, Van’ı, Ağrı’yı işgal etmişler, Kafkas Cephesinde yenilmişiz,Irak’ta İngilizlerin hezimetine uğramışız, İngilizler Mezopotamya2yı işgal etmişler ve Van’da Ermeni isyanı patlak vermiş, Ermeniler için tehcir (göç ettirme) kararı verilmiş. Koskoca(Osmanlı) İmparatorluk alev alev yanıyor. Bunlar sadece Çanakkale cephesi , 5. Ordu ‘ ya vasıl olan havadislerdir. Siz kimbilir daha neler biliyorsunuz. İşte vatanın dört bir yanından hücum eden havadislerle birlikte harbin orta yerinde fikirlerim bir noktada kilitlenip , neyin rasyonel, neyin “irrationel” olduğunun yolunu şaşırınca –arttık kan kardeşim olan- Üsküplü İskender, derin tecrübe ve üstün zekasıyla inşa ettiği kamil(olgun) görüşleriyle imdadına yetişiyor. Allah ondan razı olsun. Bu talihsiz şartlarda ona rastlamam ne talihli bir tesadüf.
Hafızanıza yardımcı olmak için Üsküplü İskender’in, geçen baharda (Filistin-Süveyş) Kanal Cephesi’nden dönüşte ellerinizden öpmek için yalıyı (Beylerbeyi) ziyaretim esnasında yanımda bulunan genç zabıt olduğunu hatırlatmak isterim. Daha sonra da pek kısa da olsa kendisini beğendiğinizi mektuplarınızda ifade buyurarak beni bahtiyar ettiğiniz Üsküplü İskender , ziyadesiyle realist ve vatanperver bir münevver olup, tahmin ettiğiniz üzere yaşça benden büyüktür.
Zannımca , onun fikri hayatında küçük yaştan itibaren üzerinde tesiri olan ağabeylerinin rolü mühimdir. Üsküplü İskender’in biraderleri evvelce Vatan , sonra da İttihat ve Terakki Cemiyetleri’nin (Birlik ve İlerleme Derneği) azası olup, Trakyalı bir Türk ailesine mensupturlar. Üsküplü’nün ittihatçılarla ilgili fikirleri öz de her ne kadar rahmetli pederiminkine benzese de son kertede daha keskin ve inkılapçıdır. Bilirsiniz, rahmetli pederim pek temkinli ve itidalli bir insandı. Üsküplü İskender ise tam tersine cüretkar ve gözükara bir gençtir. Bu sebeple pederimden dinlediğim İttihatçılar ve Üsküplü’nün anlattıkları arasında ciddi farklar bulunmaktadır.
Üsküplü İskender, İttihat ve Terakkiciler’in aslen vatanperver fikirler ve hislerle yola çıktıklarını, lakin şimdi ferdi ihtirasları ve kahramanlık hayalleriyle karakterlerinin zayıfladığını düşünmektedir. İktidar zaferiyle sarhoş olan hayalperest ittihatçılar artık birer despot kesilmişlerdir. Bu sebeple Üsküplü onları sert bir lisanla tenkit etmektedir. Bana sık sık tekrarladığı ve kime ait olduğunu bilmediğim, fakat her defasında beni sarsan veciz sözünü size nakletmeden edemeyeceğim:” Her ihtilal, imha etmek için kan döktüğü zorbaların yerine en evvel kendi ihtilalcilerini oturtur.” Bu bir hakikat değilse, bir göz dağımıdır Valideciğim? Hakikatten, hürriyet için mücadele edenlerin kendileri sonunda bizzat birer despot mu oluyor? Büyük bir heyecanla okuyup, tesirinde kaldığımız Fransız İhtilali’de böyle neticelenmedi mi?
Üsküplü, Almanlar’la ittifak ederek bu büyük harbe girişimizi tamamen İttihatçılar’ın maceracı mizaçlarının sebebiyet verdiğini düşünüyor. Vatan ve milletin refahı, ordunun ıslahı gayesiyle çalışmak yerine, ordumuzun bütün sırlarıyla Almanlar’a teslim edilmesi bir tragedyadır! İşte bu tragedyaya ittihatçı sergüzeştliğinin sebep olmasından dolayı evvela fevkalede hiddetleniyor, akabinde pek müteessir oluyorum. Dahası, Harbiye nazırı (Milli Savunma Bakanı) Enver Paşa’nın , Dahiliye Nazırı(İçişleri Bakanı) Talat Bey’in ve Sadrazam (Başbakan) Sait Halim Paşa’nın yaldızlı salonların göz kamaştırıcı ışıkları altında şanlı planlar hazırlayarak millete kan kusturduklarını kanaat eden Üsküplü İskender eğer haklıysa, tarihimiz bunları mutlaka yazmalı, genç jenerasyonlar aynı hatalardan korunmalıdır. Eğer Üsküplü haklıysa bir gün bu memleketin şairlerden biri çıkıp; “Envar Paşa, hürriyet kahramanı Enver Bey’i öldürmüştür.” diyecektir.
Ben bu düşüncelerle kahrolurken , Sarıkamış’ta binlerce memleket evladının yine Never Paşa’nın kibri ve tecrübesizliği sebebiyle donarak şehit olduğu rivayetleri geliyorsa kulağımıza. Benim hiddetim, Üsküplü’nün ki yanında neşeli kalır. Fakat bütün hataları ve yıkımları tek bir şahsiyet üzerine yıkmak ne kadar doğruysa, böyle şahsiyetleri kahraman yapmak da o kadar yanılgıya düşmek sayılmaz mı?
Diğer taraftan yine Üsküplü’nün naklettiği bazı hayırlı havadislerde yok sayılmaz hani. Mesela, Balkan Türkleri arasında münevver gençliğin 1Kızıl Tilki” lakaplı despot Sultan Abdülhamid’in saltanatı sırasında yasaklanan Voltaire, Rousseau, Hobbes ve John Stuart Mill’i el altından okuyup, hararetle tartıştığını ben bilmezdim. Üsküplü bana bunu anlatınca , ben de rahmetli pederimle Gümüşsuyu’nda Rousseau’nun İçtimai Mukavele si (Toplum Sözleşmesi) hakkında konuşarak yaptığımız mesud yürüyüşleri yad ettim. Şimdi anlıyorum ki, ben pederimle hususi, umumi irade üzerine fikir yürütürken Selanik’tekilere nazaran pek mücerret (soyut) kalmaktaymışız.
Kan kardeşim Üsküplü İskender hakkında fikir verebilmek için, onun (Osmanlı) İmparatorluğa hasta adam yaftası yapıştıran Haçlı zihniyetine karşı hissettiği öfkeyi, milletimizin kanını hurafelerle emen tekke ve camilerde vatanın lehine bütün yenilikleri dinimize karşıymış gibi gösteren hocalar ve dahi padişahımızın ehliyetsizlik ve dirayetsizliğine karşı da aynı şiddet ve kararlılıkla hissetmekte olduğunu ilave etmeliyim. Fakat bana soracak olursanız, onun en fazla hırslandığı grup, mutaassıp ve pasif kalarak kendilerine bağlanan ümitleri yok eden İttihat ve Terakkiciler’dir.
Bu kanlı harbin ortasında bir cigara veyahut bir kahve içimi soluklandığımızda, Üsküplü’yle yaptığımız, birçoğu ateşli müzakereler esnasında zaman zaman ihtilafa düşsek de vardığımız ortak neticede hiçbir problemimiz yok. Biz Türk Milletinin dahili ve harici kabuslardan ancak kendi iradesiyle, şaşaalı hayallere kapılmak yerine kesin hedefler tespit etmekte kurtulacağına kanaat getirmiş bulunmaktayız. Bunun için mümtaz şeflere, bu şeflere yardıme decek münevver, ihtilalci kadrolara ihtiyaç bulunmaktadır. Burada Çanakkale Cephesi’nde harp eden zabitlere, zaferden sonra memleketin istikbali açısından çok mühim vazifeler düşeceğini görebilmek için müneccim(kahin) olmak gerekmiyor elbette. Bütün mesele bu münevver gençliğin ne kadarının buradaki kanlı savaştan salimen çıkacağıdır. Allah yardımcımız olsun. Çünkü ancak akıllı ve dirayetli milletler, büyük idareciler ve şefler yetiştirirler.
Değerli Valideciğim, size bu uzun mütalaalarla (düşünce) sıkıntı verdiysem, beni bağışlayınız. Büyük ihtimalle lazım geldiğinde vatan müdafaası için gözümü kırpmadan canını vermeye hazır olan Türk gençliğinin aynı zamanda münevver olmanın mesuliyetlerini de idrak ettiğini size bildirmek arzusuyla bunları yazmış bulundum. Yine bu vesileyle size bizim burada Çanakkale Şimal Cephesi’nde adı sıkça hayranlık ve heyecanla anılan bir başka kıymetli zabıttan sa bahsetmek isterim. Bizim Üsküplü’nün biraderleriyle Selanik’ten tanışıklığı olan bu yiğit ve gözüpek zabıt hakkında dilden dile dolaşan kahramanlık hikayeleri hepimize yüksel moral tesiri etmektedir. Bahis konusu olan Miralay Mustafa Kemal Efendi adında münevver bir komutandır ve Balkan Harbi sırasında Gelibolu’ya harp ettiğinden bu civarı avucunun içi gibi bildiği söylenmektedir. Şimal Cephesi’nde Miralay Mustafa Kemal adı anıldığında mübarek ve müjdeli bir ses duyulmuş kadar içimiz ısınmaktadır.
Muhterem Valideciğim, mektubumu nihayetlendirmeden evvel , burçlara pek rağbet etmeyen rahmetli pederimin aksine sizin seyyare(gezegen)hareketlerinin ruhlarımız üzerindeki tesirine inandığınızı bilerek hakkında daha müsbet (pozitif) kanaat edinmeniz için kan kardeşim Üsküplü İskender’in Esad(Aslan) burcunda doğmuş olduğunu da yazmak istedim. Allah’ın överek yarattığı, çok yakışıklı , dalyan boylu münevver ve vatansever bu genç adamın hakszılıklar mevzu bahis olunca bir aslan gibi kükremesi belki de Esad’ın burcuna mensup olmasıyla irtibatlıdır. Kolay kolay parlamayan, sakin ama kararlı, sizin tabirinizle “saklı inatçı” bir mizaca sahip olan bendenizin Serenat burcunda doğmuş olmamsa belki sadece bir tesadüftür.






SERDEM isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla