Konu
:
Mektup Türleri ve Örnekler
Tekil Mesaj gösterimi
20.07.08, 13:16
#
1
(
permalink
)
Kullanıcı Profili
SERDEM
S.Moderators
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Mar 2008
Mesajlar: 7.687
Konular: 6910
Puan Grafiği
Rep Puanı:11076
Rep Gücü:20
RD:
Teşekkür
Ettiği Teşekkür: 47
464 Mesajına 935 Kere Teşekkür Edlidi
:
Mektup Türleri ve Örnekler
Mektup Türleri ve Örnekler..
ÖNSÖZ
Bir kimseye, bir kuruma, bir topluluğa bir şey iletmek, bir şey bildirmek için yazılan yazı. Bir haber vermek, bir şey sormak ya da istemek için birine çoğunlukla posta yoluyla gönderilen, zarfa konulmuş yazılı kağıt. Bir tür yazılı iletişim aracı.
Mektup
Yazının bulunmasıyla ortaya çıkan ilk yazı türü belki. Duyguyu, düşünceyi, isteği, sevgiyi, seviyi uzaklarda olana taşımak gibi sıcak, içtenlikli işlevi yerine getiriyor.
Duyguların izdüşümü, mektup.
Ak sayfalara sesleri düşürenler içsel yolculuklarının yanıtını beklerler sabırsızlıkla. Bu durumundan ötürü içtenlik taşır mektuplar. İçtenliğin doruklarında dolaşması bu türü öteki yazı türlerinden ayıran en önemli özelliktir.
Mektuplarla yaşayanlar olanca yalınlığı, çıplaklığı yürekleriyle paylaşırlar, bu paylaşımla çoğalır, güzelliklere uzanırlar.
En son ne zaman mektup yazdığımızı, en son ne zaman mektup aldığımızı hatırlayabilirsek belki mektubun talihini değil ama talihsizliğini anlayabiliriz.
Ata ’ya Mektup... Atam, Umarım benim yazdıklarımı okursun, çünkü bu sırada bir çok mektup alacaksın. Bizim bütün arkadaşlar sana yazıyor. Eminim yurdumuzun diğer okullarındaki çocuklarda mektup gönderecektir. Belki hepsini okuyamayacaksın; ama bu kadar çok mektubu görünce sevildiğini, unutulmadığını anlayıp memnun olacağını tahmin ediyorum. Atam sen Cumhuriyeti kurarken bazı ilkeler tesbit etmiştin. Belki tam istediğin gibi olmasa da geçen zaman içinde epey şeyler senin istediğin gibi oldu. Örneğin ‘’ Yurtta Barış, Dünyada Barış’’ demiştin, işte biz bunu başardık. İkinci Dünya Savaşı ‘na girmedik, yurdumuz bu size yeter diyerek, bize emanet ettiğin gibi 780 bin kare olarak duruyor. Bize ‘’Hayatta en iyi yol gösterici ilimdir’’ demiştin, bugün yetmiş üniversitemiz, yüzlerce kolejimiz, binlerce, on binlerce çeşitli okulumuz, milyonlarca öğrencimiz var; inanmayacaksın. Atam o kadar çok doktorumuz, mühendisimiz vs. var ki, işsiz kalanlar bile oluyor... Bize ‘’çağdaş medeniyet seviyesine’’ çıkmamızı önermiştin, bundan da epey yol aldık. Uzun zamandır A.B ’ye girmek için çaba gösteriyoruz. Spora çok önem verirdin Atam, İtalya’da, İngiltere ‘de sporcularımız var. Galatasaray Avrupa Şampiyonu oldu, basketçilerimizde bu yıl Avrupa ikincisi. Sonra Atam, ‘’ gelecek göklerdedir’’ demiştin, F-16 diye çok güzel jet uçakları var, bunları da senin çocukların yapıyor Atam. Atam, daha binlerce fabrikamız, barajlarımız, limanlarımız var. Nasıl anlatayım, görmen lazım atam. Atam, mektubuma burada son verirken Cumhuriyetimizi seninle beraber kuran silah arkadaşlarına ve sana yardımcı olanlara da sevgilerimi yollar hürmetle ellerinden öperim.
Z. Tunç Ünal
Özel Barış İlköğretim Okulu
8. sınıf öğrencisi
KEMAL TAHİR’E MEKTUP
‘’Malatya’’ diyorum,
senin çatık kaşlarından başka bir şey gelmiyor aklıma.
Bursa da kaplıcalar
Amasya ‘da elma
Diyarbakır ‘da karpuz ve akrep.
Fakat senin oranın,
Malatya ’nın
nesi meşhurdur,
yemişlerinden ve böceklerinden hangisi,
suyumu, havası mı ?
düşün ki hapishanesi hakkında bile fikrim yok.
Yalnız:
Bir oda,
Bir tek penceresi var:
Çok yüksek olan tavana yakın.
Sen oradasın
Dar ve uzun bir kavanozda
Küçük bir balık gibi...
Tesbiğim hoşuna gitmeyebilir.
Hele bu günlerde
Kendini kafeste arslana benzetiyorsundur.
Haklısın Kemal Tahir,
Emin ol bende öyle,
Muhakkak ki arslanız,
Şaka etmiyorum
Daha dehşetli bir şey:
İnsanız...
Hem de hangi tarihte, hangi sınıfta,
Malum...
Lakin demir kafesle kavanoz bahsinde iş değişmiyor,
İkisi de bir,
Hele bugünlerde...
- bunu içerde rahat ve masun
yatan bilir-...
Hele bu günlerde,
Sarıyerli Emin Beyin fıkralarına gülmek,
Sevgili kitapları ve domatesin lezzeti,
tahta kurularına rağmen uyku
- günde üç tatlı kaşığı Adonille de olsa –
ve Tahir ‘in oğlu Kemal
hatta mektup gelmesi senden
ve hatta ses duymak, dokunmak, görebilmek havanın ışığını,
karıma olan aşkımdan başka
nefsimin herhangi bir rahatlığı
affedemiyorum...
Farti-hassasiyet?
Değil.
Döğüşememek,
bir mavzer kurşuna kadar olsun
bilfiil
doğrudan doğruya...
Ancak kavgada vurulan acı duymaz
ve kavga edebilmek hürriyetidir
ve en mühimi hürriyetlerin.
İçerim yanıyor, Kemal,
dışarım serin...
Anlıyorsun ya,
zaten ettiğin laf
bizim laflarımızın herhangi biri:
çok konuşulmuş,
ve konuşulmakta olan...
Şimdi kim bilir kaç yerde, kaç insan,
Dizlerinde atil ve çaresiz yatan ellerine küfredip acıyarak
bu lafları ediyor...
Anlıyorsun ya
zarar yok,
ben anlatacağım yine!...
Elden hiçbir şey gelmediği zaman
konuşup anlatmanın alçak tesellisi?
Belki evet,
belki hayır...
Hayır öyle değil.
Hangi teselli bırak be dinini seversem bırak...
Bu, düpedüz,
Başın önde, olduğun yerde dolanarak
kükremek, böğürüp bağırmak, Kemal...
1941, Sonbahar...
13.6.1981, Antalya
Kardeşim Ataol,
Sana bir karpostal yollamıştım, aldın mı ? Kaş Andifli ‘den lacivert taşlı küçük antik tiyatroyu gösteren bir kart...
Turgay ‘ın
[1]
‘’ Karda Işıltılar’’ ı geldi. Zahmet edip yollamış. Kitabın zarfını Nazım açmış ve zarfın üst bölümü yok. Adresi yazılımıydı bilemiyorum. Turgay ’a yazdığım teşekkür mektubunu da senin zarfa koyuyorum, bir zahmet...
Bodrum yolculuğunuz 15 Ağustos muydu ? ‘’ Ucuz bir tatil imkanı’’ diyorsun bir dost evi mi ? Beni dinlersen bu tarihi ileriye kaydır, Eylül ’e. Bodruma hiç gitmedim, gitmekte istemedim. Yaz aylarında kalabalık, kokusu çıkmış bir yer. Eğer eylül ayına kaydırmak imkanı varsa belki bizde bir delilik yapıp atlar geliriz tabi uygun bir motel bulunabilirse. Olmazsa burada çadır kurulan bölgeye bir çadır kurmayı düşünüyoruz. Evde boğulduk. En üst kat olunca dam, tavan bir cehenneme dönüyor.
Yüzme konusunda bir kaygım vardı. Hacettepe de rehabilitasyon merkezin ‘’biraz zorlanırsın’’ demişlerdi. Bizim Muammer ’e
[2]
‘’yahu’’ dedim, ‘’beni tenha bir yere götür yüzmeyi bir deneyeyim’’, götürdü attı beni denize, sol bacağın eksikliği bir şey fark etmiyor, eskisinden de iyi yüzüyorum.
Sabahattin Ali üstüne yazdığım yazıyı severek okudu. Kutlarım. Nankörlük son bulmalı. Bu yazıyı yazmış olmandan ötürü gurur duydum. Kendi değerlerini bu denli horlayan, küçümseyen başka bir toplum var mıdır diye düşünüyorum. Her küçümseyenin tavrında kendi küçüklüğünü gizleyen bir yan bulurum. Bitmeli bu kadir bilmezlik, acımasızlık. Sabahattin Ali benim dünyamı kuranlardan biridir. Her zaman severek okudum. Yazıldığı koşuları ve zamanı unutmamak gerek değerlendirirken. Ben ‘’ Kuyucaklı’’ lıyı 5 numara gaz lambasının titrek ışığında sarsılarak okumuşumdur. Bugün bile bir kez daha okumayı isterim ama o yıllar okumaya öylesine açtım ki, okumadım yedim, içtim ‘’ Kuyucaklı’’ yı. Romanın bir çok bölümü, sahnesi vs. belleğimde, imgelemimde yaşar durur. Konya da öğretmenlik yaptığı günlerde bir çamaşırcı kadını anlatır .. Ana kız soğuktan donup ölmüşlerdir. Çığlık bir öyküdür.
Sabahattin Ali ‘nin özel yaşamına ilişkin kimi dedikoduları bugün öne sürmenin ne alemi var ? Ayrıca kime gerekli ?
Özetle, S. Ali üstüne yazdığım yazı aydınlık, bilinç geliştirici ve duru.
Türk dili yazım kurumları Özel Sayı ’sında ki yazdıklarımı da okudum, yararlandım. Yerellik-evrensellik konularında bir çok şey okumuşumdur bu güne değin. Ama Gogol ’un Puşkin için söylediği ve alıntıladığı söz bilincimi aydınlatı verdi: ‘’... Çünkü gerçek ulusallık köylü mintanının betimlenmesinde değil, halkın ruhundadır’’
Edebiyat 81 ‘deki soruşturmaya benden de bir şeyler istediler, yanıtlayıp gönderemedim.
(...)
‘’Geniş soluklu şeylere yönelmek istiyorum’’ diyorsun. Gogol ‘un yolundan yola çıkarak Anadolu halkının ruhunu yakalamak. En ilerici kavmi ele almalı bence. Bektaşilik benim de ilgimi çekiyor. İsmet Zeki Eyuboğlu ‘nun ‘’Bektaşilik’’ diye bir kitabı çıktı bugünlerde. Rastlamamış olabilirsin, düşündüğün konularda yararlı olacak bir kitap olduğunu sanıyorum.
Karına Natali ‘ye sevgi selam.
Barış ‘ı öpüyoruz.
Not: K. Rileyev ‘le ilgili çevrilebilecek şiirler var mı ? Puşkin, Rileyev ‘i karşılaştıran biri ilgimi çekti.
‘’ Dünya Potorunu Çıkarıyor’’ adlı bir Bulgar öykücüsünün bilgiden bir kitabı çıktı okudun mu ? Aman mutlaka oku.
İst, 16.6.1981
Çok Sevgili Metin,
Güzelim kartla gönderdiğin mektupçuğunu aldım. Şimdi bir daha okudum. Şiirdeki duyarlıktan birleşmemiz öyle insanca ve anlaşılır ki. Her anlamda ölümle hayatın kesiştiği bir yerde yaşıyoruz ve yaşadığımızın, yaptığımızın anlamını sorup duruyoruz kendimize.
Sana bir daha yazdım mı, bilmiyorum. Bana anamın ölümü kadar koyan ve bağışlanamaz gelen bir ikinci şey, senin şu başına gelen oldu. Bağışlanamaz, avuntusu olmayan içimdeki bir yere yerleştiremediğim bir şey. Fakat yinede, ne olur bungun olma. Kendini aşırı duygululuklara da kaptırma. Mektubundaki, mektuplarındaki o güzel Türkçe’yle şiirlerine yenilerini ekle. 1. Şube hücresinde ve sonra Selimiye de koğuşta, aklımdan Nazım ‘ın, A. Arif ‘in şiirleriyle birlikte, senin ‘’ işsizlik, o en büyük hapishane’’ diye biten arı, duru, güzel şiirin de geçip durdu.(Mehmed Kemal ’in yazısını da sanırım o arada okudum sana gönderdiği içten, güzel, sıcak bir selamdı.) Bu deney üstüne anlatacak çok şeyler var. Kimileri adam olan için bir ömre yeter.
Aklına estiğinde, için çok karardığında bir telefon et. (mektubunun tarihi 5 Haziran, elime bugün geçiyor.) yabancı evdeysen ödemeli aç telefonu. Senin evde telefon olsa ben arada bir sesini duymak isterdim.
Çok sıkı, çok güzel durmalıyız. Çünkü halkımızın ozanıyız sen de bende. Hiç değilse özendik buna ve yaraşmaya çalıştık. Daha da çalışıyoruz ve çalışacağız. Bundan daha büyük bir mutluluk olamaz.
Gelelim Antalya ’ya. Bir sevgiliden uzak düşer gibi bu yıl uzak düştük Antalya dan. (Bir Bulgar dergisinde Akdeniz Gönlükleri yayımlanmış, K. Özer getirdi, gördüm. Anlayabildiğimce, çeviri güzeldi de. Varna da çıkan bu dergi yoluyla oradaki insan yüreklerine de Antalya ‘yı, Torosları ve biraz da buradaki yaşamımızdan, kendine özgü o yaşamımızdan renkler gönderdik. O şiiri yazdığım günleri bilirsin. Bir gün geldin de, yalnızlığıma acıdıydın, işte o günlerin fotoğrafı yayımlanmış gibi oldu o dergide.) Yine Bulgaristan da çıkan bir yirminci yüzyıl Türk Şiiri Antolojisi ‘n de (pek doğal olarak) seninde adını gördüm, fakat hangi şiirlerdi, iyice anlayamadım. Bende bu antolojiden şimdilik yok, ama gelecektir. O zaman bakıp anlarız.
Antalya’ya bu aralar gelmek olanaksız. Bu temmuzda çocukları Avşa ‘ya götüreceğim. Yirmi gün kadar. Sonra 1-15 Ağustos ’ta İzmirli arkadaşların ortak çabasıyla, Bodruma yakın (Bodrum değil) bir köyde tutulan bir evde kalacağız. Yani, bizim sıramız bu tarihlerde. Temmuz ve Ağustosu özellikle yavru Barışımız için güneş ve denizle geçirmek ve bu işi, olabildiğince ucuza geçirmek zorundayız.
Belki daha sonra eylülde, ekimde seni görmek için gelirim ben. Daha öncede keşke görüşebilseydik.
Aziz Nesin, Takma Bacak konusuyla ilgilendiğini, ama ölçü
vb
. için bacak takılacak kişinin orada bulunması gerektiğini, bunun da sağlanabileceğini söyledi geçen gün. Epey bir zamandır sıcak, uyumlu saygılı bir dostluk oluştu Aziz Bey ile aramızda. Zaten, aslında çok sıcak yürekli bir insan bence. Bu konuda elinden geleni yapacağından kuşkum yok. Yeter ki sen, bu işin tarihini, kendi olanakları
vb
. tam ve kesin olarak yaz. Bir an önce şu takma bacak işi çözümlensin, seni kafamda bir türlü koltuk değnekli canlandırmak istemiyorum. Canım sıkılıyor.
Sevgili Metin, akşamüstü eve geldim bu mektuba oturdum. Epey çalışıyorum şu aralar (çeviri, makale ve oyun türünde bir şeyler karalayarak). Şiirle ise yine küslük var aramızda. Gönlüm hep onda, ama layık değilim sanki. Onu yakalamak içi gerekli duygu netliği, zihin açıklığı şu ara uzak benden. Yine de gizli gizli bir şeyler kurup duruyorum sanki.
Birlikte, 70-80 yaşına varmak ümidiyle, Sevgi ve Özlemle ..
İstanbul – 23 Kasım 1966
Aziz şairim Cevdet Kudret
Dün size kendi radyo oyunlarımı göndermiş, Bayan Akdeniz ’in Sarraute çevirisinin de bir iki gün içerisinde yollanabileceğini belirtmiştim. O çeviriyi ve eserin aslını bugün gönderiyorum. Zarfta Yeni Roman hakkında kısa bir incelemede bulacaksınız. Mütercim, yayın evi kitabı basmaya karar verirse baş tarafta bu etüdün konmasının okurlar için faydalı olacağı kanısında. Ama öbür kararlar gibi, bu da sizin bileceğiniz bir iş. Bu etüdün özeti niteliğinde birde çok kısa bir tanıtma yazısı ihtiyaten eklendi. Sonra da Sarraute ‘nin büyükçe bir resmi.
Çeviri metninde aralara konan ve bölüm sayılarını belirten boş sayfalar, sırf, orijinal metindeki sayfa düzenine sadık kalmak için kondu.
Vereceğiniz kararı belki de doğrudan doğruya kendisine bildirmek istersiniz diye Bn. Akdeniz ‘in ev adresini yazıyorum.(Mükerrem Akdeniz, Feneryolu, Gazi Muhtar Paşa Korusu, Yazıcı sok. 16/7. Kızıltoprak, İstanbul)
Sevgiler, selamlar.
Behçet Necatigil
Sevgili dostlar,
Günün birinde, Bodrum ‘un yeşil bir tepesinde, Akdeniz’in mavi sularına bakan evinizde bizi de yanınızda görmek dileklerini ulaştıran mektubunuza ne kadar sevindik. Ev daha kurulmamış olsa bile ayak basacak toprağı var, temel var demektir. Hele şu son günlerde bizi kara düşüncelere dünyanın ve memleketin ahvali karşısında hayalen de olsa böyle güzel bir köy yaşamak hem Pertev için, hem de benim için ne mutlu bir şey .. Önümüzdeki sene için güzel dileklerinize de binlerce teşekkürler. Biz de size gönlümüzde taşıdığımız en güzel istekleri yollar bunların yakın zamanda tahakkuk etmesini dileriz.
Geçen sene memlekete uğrayamadık. Pertev bir ara Finlandiya ‘da ki folklör çalışmalarını arşivleri tedkik etmek üzere oraya gitti. Üç hafta kaldı. Tatil böylece bölününce cenuba indik, oradaki evimizde üç hafta sakin güzel bir tatil geçirdik. Korkut Cenevre deki Birleşmiş Milletler ‘de yedi ay kadar çalıştı. Biz Paris ‘ten dönerken Cenevre ’ye, onlara uğradık, bir hafta kadar yanlarında kaldık. Şimdi onlar memlekete döndüler.
Haziranda İstanbul ‘da milletler arası bir folklor kongresi olacak, ‘’ Türk hükümeti Pertev ’i de davet etti. Bu vesile ile memlekete geleceğiz. İnşallah görüşürüz.
Bütün dünya gibi Fransa ‘nın da hali berbat, her gün insanların tüylerini ürperten soygunlar gırla artıyor, sokaklarda nümayişler eksik değil, grevler birbirini kovalıyor ve rahat tasavvur edilmeyecek kadar pahalı. İnsan radyo haberlerini dinlemeye korkuyor. Sizin anlayacağınız garip bir alem oldu bu dünya.... Ayşe nerelerde, ne yapıyor, kocası Avrupa ‘ya çıkmak istiyordu, ne oldu. Zaman zaman kafamızdan çıkmayan sulaller bunlar.
İnşallah sıhhatiniz iyidir. Mühim olan iki ayak üzerinde durabilmek ve yürüyebilmek. Onu kaybetmemeğe çalışmak lazım.
Haydi sevgili dostlarımız Pertev ile ikinizi kucaklar bol bol öperiz. Güzel sohbetlerinize bu sene kavuşmak ümidiyle sevgilerimizi yollarız.
Hayrünnisa / Pertev
Tarihsiz
Kardeşim,
Mektubunuzu aldım. Kitabı çıkartmaktayım. Bayramdan sonraya yetişecek. Bu kış fazlaca rahatsız olduğum için yazı yazmak nasip olmadı. İki yazım vardı. Onları da Necip Fazıl ‘a söz verdiğim için gönderdim. Elimde hemen hiç hikaye kalmadı. Mamafih size ‘’Beyaz Altın’’ ı gönderiyorum. Yazın yazmıştım. Fakat muvaffak olmuş saymadığım için göndermemişim. Biraz rötuştan sonra, bilmem bir şeye benzete bildim mi ? sıhhatçe daha iyiyim. Herhalde yazım oldukça sizleri ihmal etmeyeceğimi ümit edebilirsiniz. ‘’ Bir Seyahatten Benimle Beraber Dönenler’’den iki yazım kaldı. Bunları bir türlü hale yol sokamıyorum. Cambazhane hikayem bitmişse de göndermeye cesaret edemiyorum, hikaye de muvaffak olmuş sayılamaz. Mamafih gene göndereceğim.
Şimdilik yazılarımı mümkün olduğu kadar imsakle koyarsanız yaza kadar ve yazın bir çok yazılar gönderirim. Affınızı diler, gözlerinizden öperim efendim.
Sait Faik
Sait Faik ’ten Yaşar Nebiye
(Arkadaş mek.)
Sait Faik
Bütün Eserleri 10
Açık hava oteli, konuşmalar
Mektuplar
(Bilgi Yayınevi)
Canımın içi Semiha,
İmzayı okuyup hayret ettin, sevindin mi ? İşte senin sevgili Nazım ‘ını bugün yakaladım. Canım kardeşim, bütün ruhumdan doğan heyecan ve kafamdan doğan bütün iktidarımla doğan heyecan ve kafamda bütün iktidarımla Nazım ‘la öyle konuştum. Sana karşı aşkı ebedidir. Buna emin ol ben senden bahsettikçe deli gibi oluyor, dudakları titriyordu. ‘’Zaten ben onu biliyordum’’ diyor. Lafı ben kapatır gibi yapıyorum, bakıyorum o tekrar açıyor. O, dünyalar kadar güzel ve zeki bir adam. Fakat gözlerim yaşardı. O ne ızdıraplar çekmiş, o ne talihsiz adam.
Fakat Semiha, sana acınacak bir şey söylemek mecburiyetindeyim. Seni üzmeyeyim diye ben onun 25 seneye mahkum olduğunu söylememiştim. Ve artık ona ölmüş nazarıyla bakıyordum. Hep gözümün önünde onu ihtiyar haliyle hapisten çıkacağı geliyordu. Şimdi çıktı. Fakat üzülme, maalesef ciğerinin bir tanesinde yara açılmış. Onun için 6 ay serbest bırakmışlardı. ‘’ Fakat ben bu 6 ayı affa tebdil ettireceğim’’ diyor. Seni görebilmek için can atıyor. ‘’Ona mektup yazın‘’ dedim. Derhal yazdı.
Arkadaş mek.
Amcası Kemal Cenap Berksoy ’un kızı Bedia ‘dan Semiha Berksoy’a
İLK MEKTUP
Ankara, 12 Kasım 1963
Kardeşim Ahmet,
Seninle sürekli mektuplaşacağımıza söz vermiştik. Nedense, bana güvenememiştin, ‘’Ankara’ya gidince yeni arkadaşlar edinirsin, bizi unutursun Zeynep,’’ demiştin.
Bak, hiç de unutmadım sizleri. Sözümde duruyorum.
Ankara’daki evimize yerleşeli bir hafta oldu. Daha önce mektup yazamadım. Çünkü, burada okula yeni yazıldım. Yeni evimizin adresini babamdan dün öğrenmiştim. İlk işim sana mektup yazmak oldu. Ders yılı ortasında İstanbul’daki okulumdan ayrılmayı hiç istemiyordum. Dört yıldan çok, bir sınıfta okuduğumuz arkadaşlarıma da alışmıştım. Ama babamın yeni işi Ankara’da. İstanbul ‘dayken söylemiştim sana, yakın arkadaşları babamı burada daha iyi bir işe aldırttılar. Babam, üç sınıf arkadaşıyla birlikte, bir şirkette çalışıyor. Üstelik onlarla hep bir apartmanda oturuyoruz. Arkadaşları babama Ankara’da hem iş buldular, hem de kendi oturdukları apartmanda boş bir daire. Babamın üç sınıf arkadaşının da çocukları var. Aynı apartmanda, küçüklü, büyüklü dokuz çocuğuz. Beşimiz aynı okula gidiyoruz. İkimizde aynı sınıflardayız. Kardeşim, yeni okuluna, yeni arkadaşlarına daha alışamadı. Ben burasını hiç yadırgamadım.
Birbirime başımızdan geçen önemli olayları yazmaya söz vermiştik. Yeni eve taşınmak, yeni okula gitmek, yeni arkadaşlarla tanışmak, oldukça önemli olaylar. Bunlardan başka, yazmaya değer önemli bişey olmadı.
İstanbul ‘daki okul arkadaşlarımı, daha şimdiden çok özledim. Sizlerle daha kimbilir nerde, ne zaman görüşebileceğiz.
Seninde sözünde durup mektup yazacağını umuyorum. Bütün arkadaşlara selam eder, hepinize başarılar dilerim.
Sınıf arkadaşın
Zeynep YALKIR
AMERİKA ‘YI YAPAN MİMAR
İstanbul, 15 Kasım 1963
Sevgili kardeşim Zeynep.
Mektubunu alınca çok sevindim. Sağol. Doğrusu, Ankara’da ki okula gidince bizi unutursun sanıyordum. Mektubunu sınıfta bütün arkadaşlara okudum. Hepsi de sevindi. Sana selam yazmamı söyledi.
Ben de verdiğim sözü tutuyorum. Burada geçen önemli olayları sana yazacağım.
Sen burdan gittikten 1-2 gün sonra hiç unutamayacağım bir şey oldu. Onu anlatayım sana.
Öğretmenimiz bir sabah, okula müfettiş geleceğini söyledi. Çok heyecanlıydı. Ama biz daha heyecanlandık.
O gün müfettişin, burada yakınlarda olan başka okullara da gittiğini duyduk. Başka okullardaki arkadaşlarımız, müfettişin ne yaptığını sorduk. Onların söylediğine göre, müfettiş her girdiği sınıfta öğretmene ‘’ Bir problem yazdırın da öğrencileriniz çözümlesin’’ diyormuş. Sonra, yine öğretmene, öğrencilere bir şiir yazdırmasını söylüyormuş. Yazılanları gözden geçiriyormuş. Ondan sonra, birkaç öğrenciye hep aynı soruları soruyormuş. Sorduğu sorularda şunlarmış: ‘’Amerika kaç yılında keşfedildi ?’’, ‘’ en çok sevdiğin insan kimdir?’’, ‘’İstanbul ’u kim fethetti?’’,’’ Süleymaniye Camisini kim yaptı?’’.
Öğretmenimiz bize yeni defterler aldırttı. Karatahtaya çok zor bir problemle çözümünü yazdı.
- Bunu defterinize olduğu gibi geçirin ! dedi.
Şiiri de yazdık defterimize. Sonra öğretmenimiz defterlerimize baktı. Doğru yazıp yazmadığımızı denetledi. Yanlış yazılanları düzeltti.
- Çocuklar Müfettiş Bey dersanemize gelirse, ben size bu problemle bu şiiri yazdıracağım ... dedi.
Bütün bu işler olup bittikten sonra,
- Şimdi de bazı soruların cevaplarını öğreneceksiniz. Müfettiş Bey kaldırıp sorarsa birinize, makine gibi çabuk cevap vereceksiniz... dedi.
Sonra bize, soruları ve cevaplarını ezberletti.
- Amerika kaç yılında keşfedildi ?
Hep bir ağızdan bağırıyorduk:
- 1492.
- Dünyada en çok sevdiğin kim ?
Bu soruya herkes başka türlü cevap verdiği için bir uğultu-gürültü yükseliyordu. Kimimiz ‘’Atatürk’’ kimimiz ‘’annem’’ yada ‘’babam’’ diye bağırıyorduk.
Sonra öğretmenimiz 3. soruyu soruyordu:
- İstanbul ‘u kim fethetti ?
Şıp diye cevabı yapıştırıyorduk:
- Fatih Sultan Mehmet.
- Süleymaniye Camisini kim yaptı ?
Öğretmenimiz sorusunu bitirmeden, ezberlediğimiz cevabı, hep birden bağırıyorduk:
- Mimar Sinan ...
2 gün hep bu sorularla cevaplarını ezberledik. Öğretmenimiz sık sık ‘’ sakin unutmayın ha !’’ diyordu.
Ben artık içimden arka arkaya cevapları diziyordum: ‘’ 1492. Babam. Fatih Sultan Mehmet. Mimar Sinan. 1492. Babam. Fatih Sultan Mehmet. Mimar Sinan. 1492. Babam ...’’
Öyle alışmıştım ki nerde olsam, elimde olmadan, bu cevapları sırayla mrıldanıp duruyordum.
Bir sabah annem,
- Hasta mısın ? diye sordu.
- değilim... dedim.
- Bütün gece, ‘’ 1492. Babam. Fatih Sultan Mehmet. Mimar Sinan...’’ diye sayıklayıp durdun da, ateşin yükseldi sandım... dedi.
O gün ilk derste müfettiş sınıfımıza geldi.
Bilirsin, ben öyle çok heyecanlı değilimdir ama, nedense o gün çok heyecanlandım. Titriyordum heyecandan. Belki de öğretmenin heyecanı bana geçmişti. Çünkü onun ellerinin titrediğini gördüm.
Müfettiş,
- öğrencilerinize bir şiir yazdırınız... dedi.
Bunun üzerine öğretmenimiz bize,
- Yazın! Dedi.
Daha önce defterlerimize yazdırdığı şiiri okumaya başladı. Şiir, önceden defterimizde yazılıydı. Arkadaşların çoğu şiiri bile yazmıyor, yazarmış gibi yapıyordu.
Öğretmenimiz şiiri okumasını bitirdi. Müfettiş, teker teker defterlerimize baktı. Hiçbirimizinkinde imla yanlışı bulamadı. Öğretmenimize,
- Teşekkür ederim, öğrencilerinizi iyi yetiştirmişsiniz... dedi.
Solumdaki sırada oturan Cengiz ‘in defterine bakmamıştı.
- Bakayım defterine... dedi.
Cengiz defterini uzattı müfettiş,
- Bu ne ? dedi.
- Şiir efendim.
Müfettiş,
- Bu nasıl şiir? diye bağırınca, başımı uzatıp yan gözle baktım.
Cengiz heyecandan yanlışlıkla, şiir yazılı diye, önceden matematik probleminin yazılı olduğu sayfayı açmış.
Az kaldı, Cengiz şiir yazılı öbür sayfayı açacaktı. Müfettişin arkasına gelen öğretmenimiz, eliyle gözüyle işaretler yapmaya başlayınca, Cengiz durumu anladı.
- Şiiri yazamadım efendim... dedi.
Öğretmenimiz hala eliyle Cengiz ’e işaretler yaparken, müfettiş birden geriye döndü.
- Bir de matematik problemi yazdırın da çözümlesinler... dedi.
Öğretmenimizin yüzü kıpkırmızı olmuştu.
Müfettişin önce problem yazdıracağını, sonra şiir yazdıracağını sanıyorduk. Bize öyle söylemişlerdi. Müfettiş, soru sırasını değiştirince Cengiz de şaşırmıştı.
Cengiz ’in defteri müfettişin elindeydi. Onun için öğretmenimiz eskisinden başka bir problem yazdırdı. Matematikten hep pekiyi alırım, bilirsin. Artık öyle şaşırmışız ki, problemi ben bile çözümleyemedim. Defterlerimize bakan müfettiş suratını buruşturdu. Öğretmenimiz çok utanmıştı. İçimden ‘’ müfettiş, ah, beni kaldırıp sorsa da makine gibi cevaplar versem ‘’ diyordum. Öğretmenimizin yüzünü ağartmak istiyordum. Kendi kendime boyuna:’’1492. Babam. Fatih Sultan Mehmet. Mimar Sinan. 1492...’’ diye mıraldanıp duruyordum.
Sanki içimden geçenleri okumuş gibi, müffetiş bana,
- sen kalk ! dedi.
Sevinçle fırladım sonradan bana arkadaşların söylediğine göre müfettiş,
- kaç yaşındasın ? diye sormuş.
Ben heyecandan soruyu anlayamadığım için, Amerika ’nın keşfini soruyor sandım,
- 1492 efendim... diye bağırdım.
Şaşkınlıktan gözleri büyüyen müfettiş,
- neee ? kaç yaşındasın ? diye bir daha sordu.
Ben de, doğru cevap verdiğimi sanarak,
- 1492 efendim... diye daha yüksek sesle bağırdım.
Müfettiş,
- İstanbul’u kim fethetti diye sormuş.
Ben ezberlediğim cevap sırasına göre,
- Babam... dedim.
Müfettişin soruların sırasını değiştireceğini önceden hiç düşünmemiştim.
Müfettiş ayağını yere vurup bağırdı:
- İstanbul ‘u kim fethetti, diye soruyorum.
- Babam, efendim.
- Senin baban kim ? ...
- Mimar Sinan.
- Ağzından çıkanı duymuyor musun oğlum. Babanı soruyorum Mimar Sinan diyorsun.
İşte ancak o zaman kırdığım potu anlayabildim! Ama heyecandan, müfettişin de bağırmasından öyle şaşırmıştım ki, bir türlü kendimi toparlayamıyordum.
- Peki, Mimar Sinan ne yaptı?
Artık büsbütün şaşırmıştım o şaşkınlıkla,
- İstanbul ‘u fethetti efendim... diye bağırdım.
- Kim ?
Sözde yanlışımı düzeltmek için,
- Mimar Süleyman... dedim.
- Süleymaniye Camisini kim yaptı öyleyse ?
- Sultan Sinan Fatih...
Kelimeleri birbirine karıştırdığımı sezinliyordum ama, artık toparlanamıyordum.
Müfettiş öyle kızmıştı ki, kızgınlıkla o da şaşırıp,
- Oğlum, dedi. Amerika ‘yı yapan mimar Sultan Mehmet ‘tir, Süleymaniye Camisini de keşfeden Fatih Sinan’dır.
Çocuklar kendileri tutamayıp kıkırdayarak gülüşmeye başlayınca, müfettiş yanlış söylediğini anladı. Yanlışını düzeltmek istedi:
- Yani Sinaniye Camisini Mimar Süleyman yaptı, Fatih ‘i Mimar Sultan Mehmet fethetti demek istiyorum...
Yine yanlış söylediğini anlayıp,
- Beni de şaşırttın be çocuk ! ... dedi.
Kızgınlıkla başını sallaya sallaya, kapıyı hızla çarpıp dersaneden çıktı.
Dersanede çıt yoktu. Bir süre sonra öğretmenimiz,
- Yazıklar olsun!... dedi.
Bu sözü, bana mı, müfettişe mi, yoksa kendisi için mi söylediğini anlayamadım.
Bu olayın beni nasıl üzdüğünü anlatamam. Her hatırlayışımda utanıyorum. Oysa, çabuk çabuk cevaplar verip, öğretmenimizin yüzünü ağartmak istemiştim.
Söz verdiğin gibi, sen de bana orada olup bitenleri yaz, emi ? mektuplarını bekliyorum. Ben de sana başarılar dilerim kardeşim.
Sınıf arkadaşın
Ahmet TARBAY
SERDEM
Açık Profil bilgileri
SERDEM - Özel Mesaj gönder
SERDEM - Daha fazla Mesajını bul