Konu
:
Dünya Kültür ve Tarihi-Aydınlanma Çağı
Tekil Mesaj gösterimi
17.03.08, 10:21
#
2
(
permalink
)
Kullanıcı Profili
Kedi
Gamma Üye
Kullanıcı Bilgileri
Üyelik tarihi: Feb 2008
Mesajlar: 3.713
Konular: 3171
Puan Grafiği
Rep Puanı:3699
Rep Gücü:56
RD:
Teşekkür
Ettiği Teşekkür: 45
128 Mesajına 262 Kere Teşekkür Edlidi
:
1) Rönesans ve Reform
RÖNESANS
Rönesans kelime anlamıyla “yeniden doğuş” demektir. Ancak buradan Batı’da edebiyatın veya sanatın yeniden doğduğu anlamını çıkarmamalıyız keza Batı’da edebiyat ve sanat hâlihazırda vardır. Rönesans’tan anlamamız gereken daha çok sanatın yönünün değişmesidir. Rönesans hareketinin görüldüğü yerlerde bu hareketi simgeleyen belli nitelikleri görmek mümkündür -Eski Yunan sanatına dönmek, dinsel konularda bile insanı merkez olarak almak, dünyayı gerçeklerini değerlendirmek gibi. Bu düşünüş Ortaçağ düşünüşüne zıttır çünkü Ortaçağ düşünüşü yalnız öteki dünyayı merkez yapıyor, yalnız Tanrı’yı ve dini temaları sanatın konusu olarak kabul ediyordu.
Ancak bu döneminde yaşayanlar eski düşünüşten kendilerini tamamen kurtarmış değillerdir. Geçmişin izleri yer yer sürmekteydi. Bu dönemde Roma sanatına ilgi artmış ve eski eserler yeniden gün ışığına çıkmıştır. Tüm bunlar Rönesans’ın sadece yenilik olmadığını gösterir. Rönesans, modernizmin öncüsü olduğu kadar Ortaçağ’ın da mirasçısıdır. Daha açık söylemek gerekirse Batı’da Ortaçağ ile modern dünya arasında bir basamak, Avrupa’daki Aydınlanma’ya giden bir yoldur Rönesans. Ortaçağ birleşmiş bir toplumu savunurken Rönesans bireyi öne aldı ve bireycilik oluştu. O döneme göre ilerici bir akımdır bireycilik. Bireycilik, giyim kuşamdadır. Ahlak ve inançta serbestlik ister. Kilisenin baskısına direnir, giderek baş kaldırır. Protestanlık, işte bu başkaldırışın dindeki görünüşüdür.
Bütün bu değişimlerde yeni yeni ortaya çıkan bir sınıfın yani burjuvazinin payı büyüktür. İktisadi olarak gelişen ve zenginleşen burjuvazi Ortaçağ’ın ve Hıristiyanlık’ın sıkıcı ahlâk kurallarını eğip bükecektir tabi ister istemez. Yaşama tutkuyla bağlılığı, zevk ve sevinç içinde yaşama arzusunu, giderek biçim ve maddenin yetkinlik ve güzelliğine önem vermeyi getirecektir doğal olarak.
Rönesans hareketi, Batı’da her ülkede aynı zamanda başlamadı. Bazı yerlerde hiç görülmedi bile. Bunun gibi, kimi sanat kollarında pek erkenden başlayan bu uyanış, kimi sanat kollarında bulunmadı. Ama Rönesans hareketinin, Batı’da önce İtalya’da başladığı ve oradan yayıldığı bir gerçektir.
Rönesans felsefesini inceleyecek olursak ilk göreceğimiz hümanizmdir. Rönesans’ın felsefesi insan merkezci bir felsefedir. Hümanizm deyimi, ilkin ve dar anlamıyla, ilkçağ edebiyatı üzerindeki, daha çok filolojik nitelikte olan çalışmalara verilen bir addır. İlkçağ edebiyatı ile ilgili uğraşların ortaya çıkması ise, yeni bir yaşam anlayışı ve duygusunun kendisine biçim kazandırmak istemesinden ileri gelmiştir. Bu yeni anlayış, dinden bağımsız bir kültür kurmak, insan ve dünya ile ilgili bir felsefe yaratmak istiyordu. O halde hümanizm, sadece filolojik bir araştırma değil, modern insanın yeni yaşam anlayışını ve duygusunu dile getiren bir akımdır.
Ancak Hümanizm dinden tümüyle de ayrı düşünülmemeli aksine dinle yakından ilgilenen kişilerdi hümanistlerin çoğu. Hümanist hareket ilk olarak İtalya’da ortaya çıktı. Hareketin öncüsü, 14.y.y.’da yaşamış şair Petrorka’dır. 15.y.y.’da hareketin en önemli merkezi Laurent de Medicis’nin Fleronsa’sı olur. 16.y.y.’da ise, bütün Batı’yı sarar hareket: Başta Hollandalı Erasmus olmak üzere, Alman Reuchlin ve Pirkheimer, Fransız Bude ve Estienne, İngiliz Colet ve Thomos Morus hümanist hareketin akla gelen ilk büyük adlarıdır. İtalya, Rönesans edebiyatının ilk tohumlarını 14.y.y.’da ekecek şekilde olgundu. Dante, bir Ortaçağ adamıydı. Ama yeniçağların da habercisiydi. Çağdaş, Petrorko ise bütün bütüne bir Rönesans adamıdır. Boccaceio’nun “Decameran”, İtalyan Rönesans’ının bugüne değin ününü koruyan eserleri arasındadır. 15.y.y.’ın ortalarından, 16.y.y.’ın ortalarına değin geçen dönem İtalya’da Rönesans edebiyatının altın çağıdır. Akla önce dört büyük destan geliyor. Fulci; Boiarda ve özellikle –Aristo ve Tasso. Siyasal kuramın en önemli eserlerinden biri olan “Hükümdar”ın yazarı o çok ünlü Makyavel de bu dönemdedir. Benvenuto Cellini’nin otobiyografisi.
Rönesans İspanyası, “Don Kişot”u yazan Ceruontes’i yetiştirdi. Onun adı, eseri gibi, dünya edebiyatının ölümsüzleri arasındadır.
1492’de başlayan İtalya savaşları, Fransa ile bu ülke arasındaki ilişkileri çoğaltarak, Rönesans’ın Fransa’ya girmesinde büyük bir rol oynuyor. Yeni bir düşünce ve duygu dünyasının fethine çıkan Bude, R. Estienne gibi coşkun hümanistlerin yanı sıra özellikle Robelais, Ronsord, Montaigne, Rönesans edebiyatının Fransa’da önde gelen temsilcileridir.
Rönesans, Kuzey Avrupa’da edebiyattan çok mimarlığı ve resmi etkiler. Özellikle Almanya’da böyledir. Fakat İngiltere’de Tudarlar Çağı İngiliz edebiyatının en parlak dönemidir belki de. 16.y.y. şairlerle, eşine ancak 5. Yüzyıl Atina’sında rastlanabilecek tiyatro yazarlarıyla doludur. İngiltere’de ünlü “Ütopya”nın yazarı Thomos Morus, Spenser, Francis, Bacon, Marlow, Ben Jonson, Rönesans düşünce edebiyatının İngiltere’deki büyük adlarıdır. Ama o çağ anılınca akla ilk gelen dev var; Shakespeore. Shakespeore (1364-1616), iki dönemin can çelişen feodalizm ile doğan kapitalizmin karşılaştığı noktada yaşadı ve her ikisiyle de mücadele etti.
Miras yoluyla geçen soyluluk, dinsel bağnazlık ve ırkçı düşünceler gibi Ortaçağ kavramlarına karşı çıkarken bir yandan da tüm insanların eşitliğinden yanadır -örneğin kara Afrikalı Othello, ahlâk ve zekâca çevresindeki Venedikli soylulardan üstündür v.b. Babaların otoritesine karşı gençliğin özgürlüğünü savunur. Aşk için mücadelelerinde kadın kahramanları korur ve insan ilişkilerinde gerçeğe özel bir önem verir. Hamlet, Kral, Leon, Othello gerçeği bıkmadan ararlar. Ve gerçek sonunda yalana ikiyüzlülüğe daima üstün gelir onda. Yönetici düşünce olarak doğayı alır. Hareket, yaratış güzellik ve iyilik doğadır.
REFORM
Kilise, Ortaçağ boyunca, bir yan toplumdaki etkinliğini artırırken diğer yandan da sınıfsal olarak yerini belirlemiştir. Ruhban zümre egemen sınıflar arasında yerini alır ve yaşamları da bu sınıfların yaşamları gibidir. Öyle ki, ruhbani başkanların çoğu, laik derebeyleri gibi bir kısmı da günahkâr saydıkları insanlar gibi yaşamaya başlamıştır. Bu nedenle hem kilise’nin başkanı, yani papa, hem de üyeleri –yani papazlar- bakımından bir yenilik gereksinmesi duyulur. Bu gereksinmeyi duyanlardan biri de Luther’dir.
Ortaçağ, insan bedenini, kötülüğün kaynağı kabul etmişti. Bu nedenle Hıristiyanlık, aklın rolünü sınırlamış, bir otoriteye uyma düşüncesini aşılamaya çalışmıştı. Oysa Rönesans bunun tersini yapıyordu. Doğaya dönerek çıplak bedeni anıtlaştırıyor, eleştiri düşüncesini ortaya koyuyor, Kutsal Kitabın Latince metnini denetleme olanağı verecek olan, Grek ve İbrani dillerini genelleştiriyordu. Arka arkaya gelen keşifler ve buluşlar ise insanlığın gururunu yükseltiyordu. Başlarda yoksul halktan oluşan Katolik kilisesi zamanla büyük servetler ele geçirmişti. Almanya’da toprağın üçte biri kilisenindi. 15.y.y. sonlarından başlayarak artan yaşam pahalılığı içinde rahip, rahip olmayan birçok kimseler hırs ile bakıyorlardı. Kilise emlağına soylular, Kilise’de yapılacak ilk düzenlemenin, bu emlağı Kiliseden almak olduğu kanısında idiler. Çünkü gelişmeler, soyluların servetini kararsız bir duruma getirmişti. Fransa kralı Fransa’daki emlaktan yararlanma arzusunda idi. Özetle kilise emlakının ele geçirilmesi sosyal sınıfları harekete geçiriyordu.
Katolik mezhebinde iki hanedan, Habsburg ve Fransız hanedanları arasındaki savaş da Protestanlığın yararına olmuştur. Almanya’da Luther, Fransa’da Calvin, İsviçre’de Zuingli çeşitli sorunlar hakkında birbirinden az çok farklı düşünce ve inanışlarla ortaya çıkmışlar ve Reform hareketinin önderleri olmuşlardır. Luther mezhebi az zamanda, Almanya’dan başka, İsveç ve Danimarka hükümdarlarının kabulüyle, İskandinavya ülkelerinde ve Baltık kıyılarında da yayıldı. Kalvinizm ise İsviçre’de, Fransa’da Hollanda’da ve İskoçya’a yer tuttu. Fransa Kalvinistlere Hügno (Hugeenat), İskoçya’dakiler de Presbiteryan adı verildi.30
Protestanlık İngiltere’ye de geçti. Fakat buradaki reform hareketi, bir mezhep yenilikçisinin görüş ve çabası ile değil, Kral XVIII. Henri’nin, kişisel ve siyasal nedenleri yüzünden papa ile ilişkisini kesmesi ile başladı. Angilikanizm adını alan İngiliz Protestanlığı, XVIII. Henri’nin yerine geçenlerin döneminde, çeşitli eğilimlerin etkisiyle, ileri geri bazı aşamalar geçirdikten sonra, Elizabeth zamanında çıkarılan kanunlar ile iyice yerleşti ve sağlamlaştı. Anglikanizm, gerek kuralları, gerek örgüt bakımından Protestanlığın, Katolikliğe en yakın olan bölümüdür. Protestan kiliseleri aydınlanmacı düşünceleri kabul etmeye eğilimliydi. İncil okuması akılcı bir eğitim ortaya çıkarmış, filolojik yollarla yorum yapmaya çalışmıştı ve ruhban sınıfından olmayanlar da bundan yararlanıyordu. Mezheplerin çoğulculuğu, pozitif bir değerlendirmeyle kurtuluşa giden yolların çokluğu olarak anlaşılabilir.
--------------Tualimforum İmzam--------------
Bo
ş
verdim
Kedi
Açık Profil bilgileri
Kedi - Özel Mesaj gönder
Kedi - Daha fazla Mesajını bul